27 Aralık 2013 Cuma

İki yol faşizme çıkıyor..


Cemaat ile AK Parti savaşından kim galip çıkarsa çıksın; maalesef Türkiye’mize daha büyük özgürlük, daha kaliteli demokrasi gelmeyecek..

Cemaat kazanırsa; tek güç kalacak, toplumu tarif ettikleri standartlara dönüştürme yolunda en önemli eşiği aşacaktır.

AK Parti dolayısıyla Tayyip Erdoğan kazanırsa; tek adam olacak, daha otoriter olma yolunda en önemli eşiği geçecektir..

Şimdi bunu nasıl ve hangi sözcük dizimiyle anlatayım?

Kırk satır mı, kırk katır mı?

Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık..

Kısaca her halükarda yandı keten helva..

Türkiye’de yaşayan özgür ve demokrat karakterli bir vatandaş olarak ‘ya Tayyipçi, ya Gülenci’ olmak zorunda bırakılmayı içime sindiremiyorum..

Tamam, AK Parti muhalifiyim ama ‘düşmanım, düşmanı dostumdur’ felsefesini bugünkü konjonktürde hiç de uyumlu durmuyor.. Çünkü hem AK Parti’ye muhalifim, hem de cemaat taraftarı değilim..

Ne olacak şimdi?

Maalesef gözümüzün önünde, ülkemiz hızla faşizmin kollarına kucak açıyor..

Sandık fetişizmiyle Putin tarzı yönetmeye yatkın bir lider olan Tayyip Erdoğan bir yanda, toplumu dini değerlerle yeniden organize etmeyi amaçlayan bir cemaat diğer yanda..

Kaderimize bakın ki 2013 yılının son günlerinde ülkede hakim olan Tayyip ve Gülen olarak 2 hakim güç vardır ve birbirlerine üstünlük savaşı vermektedir.

Son söz: Kim kazanırsa kazansın; ülkemize demokrasi ve özgürlük gelmeyecektir.. Tam aksine daraltılmış demokrasi kisvesi altında faşizm gelecektir..



26 Aralık 2013 Perşembe

Kördüğüm, İstifa ve seçim..


İstanbul Başsavcısı, soruşturma savcısı, İstanbul Emniyeti, İstanbul Valisi, HSYK (Hakimler-Savcılar Yüksek Kurulu), hükümet, Adalet Bakanı, Başbakan..

İşte yukarıda saydığım kişi ve kurumlar çatışma halinde ve bir türlü adaletin tecellisinde karar alamıyorlar.. Kısaca KÖRDÜĞÜM vardır..

Bir vatandaş olarak yaşadığım ülkenin, bu durumda olmasından, valla resmen kaygı duyuyorum, hatta artık huzursuz oluyorum..

Peki, kim sorumlu?

Abi, oraya, buraya bakmam, hem de hiç aramam.. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kim yönetiyorsa, sorumlusu elbette odur. Herhalde ben, sen, o hiç değiliz.. Biz vatandaş olarak 4 yılda bir sandığa gidip oyumuzu veriyoruz ve bizi yönet diye bir siyasi partiye yetki veriyoruz. Hal böyleyse, AK Parti iktidarı dışında sorumlu aramaya gerek yoktur, mahal de yoktur..

Neden?

Bağımsız Yargı organının düzgün çalışması için ne gerekiyor?

Yasama ve yürütme marifetiyle TBMM’den yasa, hükümetten yönetmenlik çıkarmaktır.

Unutmayınız ki yargının daha iyi ve daha işlevsel olacağını söyleyen AK Parti iktidarı, 2010 yılında önümüze anayasa değişikliği getirdi ve yüzde 58 halk oyuyla çıktı.

İşte HSYK kuruldu, işte yepyeni yönetmenlikler çıkarıldı. Ancak son 10 gündür yargı-yürütme krizi kördüğüme döndü..

Peki, kim sorumlu abi?

Tek sorumlusu Başbakan Erdoğan’dır.

Bir savcı ‘soruşturma dosyasını tamamlıyor,  nöbetçi mahkemeden gözaltı ve arama kararı çıkartıyor, yürütmeye bağlı kolluğa (polise) hadi kararı uygula’ diyor..

Polis ise ‘hayır olmaz’ diyor..

Ulan bu ülke PATAGONYA mıdır?

Arkadaş, ben çete mete bilmem.. Başbakan dediğin her şeyi önceden öngörecek, önlemini alacak, ‘yok komplo, yok kirli oyun’ gibi mazeretlere hiç sığınmayacak...

Aslında bu acizliğin de itirafıdır.

Neden?

Ben bu ülkeyi yönettim ama çeteleri görmemişim, bilememişim, tuh ALLAH kahretsin deme lüksü yoktur abi bir başbakanın..

Bakın, basına yansıya tapelere göre bir başbakan, Büyükşehir meclisinde kabul görmeyen bir inşaat planı ve projesi için devreye girmez. Başbakanın böyle bir misyonu yoktur. Devlet sisteminin düzgün, eşit ve adaletli çalışması için gerekli yasaların çıkmasını koordine eder ve bunun uygulanmasına, işleyişine göz-kulak olur.. Koca bir başbakan imar işleriyle meşgul olur mu abi?

Hele evinde ayakkabı kutuları içine istiflenmiş 4,5 milyon dolar bulunan banka müdürü için çok dürüsttür, tüm rüşvet, kara para trafiğinin başrolünde olduğu iddia edilen İranlı iş adamı için hayır severdir demesi tam bir skandaldır.

Neden?

Konu yargıya intikal etmişken, mahkemede karar verilecekken, öncelikle başbakan tarafından beraat ettirilmesi; hukuk devletinin neresine sığar abi?..

Çare nedir?

Hemen TBMM toplanacaktır. Kördüğümü el koyacaktır ve çözüm için gerekli yasaları hemen çıkartılacaktır.
Ondan sonra en yakın arkadaşı ve bakanı Erdoğan Bayraktar’ın dediği gibi istifa edecektir, seçim için halka gidecektir.

Verdiği sözünde duracağına göre,
AK Parti tüzüğüne göre,
3 dönem sonrası milletvekili adayı olma şansı da olmadığına göre,

Sayın Başbakan Erdoğan, artık güzel bir emeklilik yaşamına hazırlansın derim..


24 Aralık 2013 Salı

Yolsuzluk ve yerel seçim..


Operasyonun üzerinden tam 1 hafta süre geçti.. İlk günün şaşkınlığı, şaşırmışlığı, şamalaklığı, şakşukalığı biraz hafifledi.. Bu geçen 1 hafta içinde tembelleşen beyin damarlarına çok kan pompalandı ve herkes düşündü, taşındı..

Bir taraf ‘komplo, yalan, kirli, oyun, çete’ diye diye tüylerinden tüy bitti..

Diğer taraf ‘hırsız, rüşvet, yolsuz, kara para’ diye diye boğazından boğaz çıktı..

Akılda kalanlar:
Başbakan,
4 bakan,
Savcı Zekeriya Öz,
Halk Bankası,
kasa,
ayakkabı kutusu,
para sayma makinesi,
İranlı İş Adamı Rıza Sarraf,
Şarkıcı Ebru Gündeş,
İş Adamı Ali Ağaoğlu,
Euro, Dolar, TL cinsinden demet demet paralar..

Herkesin merak ettiği sorular şudur:
96 gün sonra yapılacak yerel seçimlere etkisi ne olur?
Takriben 40 milyon seçmen üzerinde yarattığı algı nedir?
AKP oyları yüzde 50 bandından ne kadar aşağı sarkar?
İstanbul ve Ankara Belediye Başkanlığı seçimlerinin kaderini değiştirir mi?

Valla burada anahtar olan yüzde 15-20’lik yüzer-geze seçmen kitlesidir. Bu kitle parti purti bilmez, siyasetle ilgilenmez, seçimlere 1 hafta kala kararını verir ve gider sandıkta oyunu kullanır..
Bu kitle kararını verirken gündelik yaşamına yansıyan somut birkaç kriteri vardır.
İşte pazara çıkınca neyi, ne kadar alabildiği,
işte traktörüne, arabasına benzin alırken deponun neye, ne kadar dolması,
işte doğalgazı faturası,
işte elektrik faturası..

Bu veriler ışığında toparlarsak AK Parti yüzde 35, CHP yüzde 25, MHP yüzde 13, BDP yüzde 6-7 oranları sabittir ve mevcut oy durumları değişmez.

İşte bu oranları değiştirecek olan 15-20’lik partisiz, yüzer-gezer seçmen kitlesidir.

Peki, bu kitle son yolsuzluk-rüşvet operasyonundan ne kadar etkilenir?

Aslında tüm partiler ve uzantıları olan medyalar, bu kitle üzerinde olumlu- olumsuz algı yaratma yarışındalar..

Dolar 2.20 olur ve doğalgaz, elektriğe, akaryakıta seri zam gelirse; 30 Mart günü sandığa giden bu kitle olumsuz algıyla oy kullanır.

Gerçek şu ki seçimlerin kaderini dolayısıyla ülkenin kimin yöneteceğini bu seçmen kitlesi belirliyor.

Bu kitle yaklaşık 8-10 milyon civarında olup en az okuyan, en az tartışan, en az geliri, en az evi olması ve en az alış-veriş yapması temel özellikleridir.

Peki, sosyolojik olarak tanımı nedir?

Valla 10 milyon civarında olduğunu tahmin ettiğim bu seçmen kitlesini ‘aylık geliri 500-600 TL civarında olanlar ile hiç geliri olmadığını beyan eden yaklaşık 2-3 milyon yeşil kartlı olanlar’ diye tanımlayabilirim.

Dindar değillerdir ama dine sadıktırlar, özellikle Cuma namazını kaçırmazlar.. Yolsuzluk operasyonundan tutuklanan ‘’Halk Bankası Genel Müdürü, evinde bulunan paralar için boşuna ‘İmam Hatip Lisesi’ yardım parası’’ ifadesini kullanmıyor..

Kendi parası kıt olan bu seçmen kitlesi devletten para çalınmasını asla affetmez. AP, ANAP, DYP gibi merkez sağ partilerin çöküşlerine bu seçmen kitlesi ışık yakmıştır ve desteğini çekmiştir.

AK Parti, kalan 96 gün içinde ne edip ne yapıp; rüşvet-yolsuzluk-hırsızlık’ algısını yok etmeli ya da perdelemelidir. Bunu da çok daha büyük, başka bir olaya bu kitleyi kanalize etmelidir ve yönlendirmelidir. Aksi halde 29 Mart seçimlerinde yüzde 35 bandına pat diye iner..

Peki, daha büyük olay, nasıl yaratabilir?

Valla, hedef tahtasında cemaat oturmuş durumda.. Örgüt, çete gibi suçlamaları somut bir olayla bağlayıp; polis şeflerinden bazılarının gözaltına alınması, hükümeti yıkmaya teşebbüs suçlamasıyla bazı savcıların gözaltına alınması gibi olaylar.. İşte siz de hayal gücünüzü çalıştırın..  

Kısaca öyle bir olay olmalı ki, gündemin ilk sırasına yerleşmeli ve yolsuzluk operasyonu daha alt lige düşmeli..


Bakalım, neler olacak, neler bitecek.. Ancak Türkiye siyaseti çok şeylere gebe duruyor..

20 Aralık 2013 Cuma

Türkiye siyasetinde yakın gelecek senaryosu..


17 Aralık 2013 günü Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar büyük yolsuzluk-rüşvet-kara para operasyonu yapıldı..

Yaşım gereği ve siyasete olan ilgim beni yanıltmıyorsa; cumhuriyet savcısı marifetiyle iktidarın görevde olan bir bakanına karşı yolsuzluk operasyonuna ilk kez tanık oluyorum..

Gerçek demokrasilerde yargı bağımsızdır, yasama bağımsızdır, yürütme bağımsızdır.. Devlet çarkı bu 3 ayak üzerinde döner..

Öyleyse Türkiye’de bir savcı düşünün, hadi adını da zikredeyim; Sayın Zekeriya ÖZ olup bana göre 11 yıldır iktidarda olan bir hükümetin bakanlarına karşı yolsuzluk ve rüşvet operasyonu yapabilen cumhuriyet tarihinin gelmiş-geçmiş en cesur savcısıdır..

Yolsuzluk operasyonu bundan önce olmadı mı?

Tabii ki oldu, işte belediyelere, işte bazı kamu görevlilerine yönelik operasyonlar elbette olmuştur. Ancak yüzde 50 oyla iktidara gelen, AK Parti hükümeti oluşturan, bakanlar kurulunun 4 bakanına karşı yolsuzluk operasyonu yapmak Cumhuriyet tarihinin en cesur savcısı Zekeriya ÖZ hariç Türkiye’de hiçbir savcı cesaret edemez arkadaş..

Gelelim gelecekte olabilecek senaryolara..

AK Parti, ne askeri vesayet döneminde (yediği e-muhtıra ve darbe planları) ne de yargı vesayeti döneminde (açılan kapatma davası) hiç bu kadar güç durumda kalmadı.

Çünkü Türkiye’de AK Parti’ye oy veren 21 milyona yakın partidaşlar, sempatizanlar bu tür akçalı işlere karışanları asla savunamaz ve kimseye de izah edemez..

Neden mi?

Şu ana kadar basına ve televizyona yansıyan bilgiler-resimler odağında; kısaca neler olduğunu tekrar edeyim:

-En büyük kamu bankasının genel müdürü gözaltına alınıyor ve konut aramasında 4.5 milyon dolar para bulunduğu iddia ediliyor..

-İçişleri Bakanı’nın oğlu gözaltına alınıyor ve konutunda yapılan aramalarda kasalar, yaklaşık 1.5 milyon dolar tutarında paralar, en önemlisi bakan babasıyla, oğlunun yaptığı iddia edilen telefon görüşme tapeleri..

-Ekonomi Bakanı’nın oğlu gözaltına alınıyor, ancak mahkeme kararına rağmen evi aranamıyor çünkü oturduğu konutun bakan babasının üstüne kayıtlı olması, onu kurtarıyor..

AK Parti’li Fatih Belediye Başkanı, kardeşi ve çalışanlar imar yolsuzluğu iddiasıyla gözaltına alınıyor..

Peki, kara para aklama, imar yolsuzluğu ve rüşvet gibi 3 ayrı dosya için neden aynı gün operasyon düğmesine basıldı?

Bir dosya için düğmeye basılsa; diğer dosyaların akamete uğrayabileceği yani kapanabileceği kaygısı olabilir mi? Bence olabilir..

Nerde kalmıştık, evet, gelecek senaryosu..

Sıkı durun şimdi!

‘Hükümeti yıkmaya teşebbüsten’ soruşturmayı yürüten savcıların, polis şeflerinin mahkeme önüne çıkarılması ve soluğu Silivri’de alması..

Mümkün mü?

Valla olur mu olur..

Çünkü bunu ilk emareleri içişleri bakanlığınca yapılan alelacele tayin-yer değiştirme idari tasarrufudur..

Anlayamadığım şudur: bu polis şefleri görevi ihmal, görevi suiistimal her ne suçu işledilerse niye tayin ediyorsun? Açığa al ve yargıya havale et..

Peki, yargıya ne diyecekler?

Bu polis şefleri bakan çocuklarını takip etmişler, yolsuzluk-rüşvet ağını bulmuşlar ama bakana haber vermemişler.. Çok komik olur:J)

Herkesin sorduğu büyük soru ise Başbakan Erdoğan, iddialarda adı geçen 4 bakanın istifasını neden hemen istemedi?

Korktu dersem extrem olacak, hadi çekindi diyelim.. Çünkü buna bir kere izin verirse; tüm bakanların tehdit altına gireceği argümanına sarıldı ve tüm bakanlara koruma uyguladı..

Bana göre tarihi hata yaptı. Oysa bekleyip, dosyanın içeriğini öğrenince bakanların istifasını alacaktı ve yola devam edecekti.. Hani siyasi yara almaz mıydı? Alırdı ama küçük pansumanla tedavi edebilirdi. Oysa şimdi yara gittikçe derinleşiyor ve kesmek-budamak dışında çare kalmıyor..

30 Mart yerel seçimlerine 101 gün kala siyasi tablo AK Parti aleyhine değişiyor. Bakın, eğer AK Parti oyu yüzde 35 bandına düşerse; cumhurbaşkanlığı seçilmesi risk altına girer ve küçük bir manevrayla cumhurbaşkanlığı seçimi geri TBMM’ne devredilebilir.. Olur mu? Valla olmaz, olmaz demeyin burası Türkiye..

Hele İstanbul, Ankara belediye başkanlıklarını Mustafa Sarıgül ve Mansur Yavaş kazanırsa; AK Parti 3 dönem milletvekili olma şartını pat diye tüzükten çıkarabilir ya da iptal edebilir.. Olur mu? Valla olmaz, olmaz demeyin burası Türkiye..

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, hala sessizliğini koruyor ve pozisyonu hakkında hiç ipucu vermiyor.. Bence bu da çok manidardır.. Acaba siyasi şartlar bir dönem daha Cumhurbaşkanı olmasını mı sağlayacak? Olmaz, olmaz demeyin burası Türkiye..

Gelelim cemaate.. Valla Allah yardımcıları olsun kendilerine.. Başbakan Erdoğan kafaya taktı bir kere.. Bana göre fişleme hikayesi doğrudur. Kamuda tüm cemaat mensubu olanları fişlemişler ve teker- teker üzerlerine operasyon yapılıyor. İşte emniyet, işte TRT, işte MASK gibi kurumlarda yapılan görevden alma operasyonu, sanki savaşın ilk işaret fişeğidir.. Başbakan Erdoğan, siyasi bekasını tehlikeye atma pahasına cemaati kesin olarak dağıtacak ve kamuda etkinliğini çok zayıflatacak.. Hele Ocak-2014’de dershanelerin kapatılmasıyla ilk darbeyi vuracaktır. Cemaat, yapılacak seçimlerde muhtemelen siyasi tercihini artık AK Parti lehinde kullanmayacaktır.

Ehee bu kadar yeter artık.. Bu kadar içeriği kısa ama anlamı devasa senaryo ürettim.. Ben de siyaset mühendisi oldum yahu:J)


18 Aralık 2013 Çarşamba

Rüşvet ve yolsuzluk operasyonunda yepyeni perde açıldı..


‘3-YYY (Yolsuzluk-Yoksulluk-Yasaklar) olmayacak’ sloganını şiar edinmiş AK Parti iktidarı, 12 yıl sonra yolsuzluk iddiasıyla baş başa kaldı..
Şimdi mizansen yapalım ya da hayal gücümüzü kullanalım.. Bir savcı, bir polis müdürü, bir bakan var..
AŞAĞIDAKİ DİYALOGLAR TAMAMEN HAYALİDİR!
İhbar gelir, polis şefine savcı araştırma görevi için gerekli mahkeme kararını verir..
Polis şefi: Sayın Müdürüm bir arzım var size..
Polis müdürü: Buyur, anlat..
Polis şefi: Efendim telefon kayıtları, fiziki takipler sonucunda İçişleri Bakanımızın oğlunun maalesef rüşvet alma-verme ilişkisini bulduk..
Polis müdürü: Öyle mi?
Polis şefi: Ne yapalım efendim?
Polis müdürü: Dur hele, ben bakanımıza ulaşayım, durumu anlatayım, sonra bir sana neticeyi bildiririm..
Hemen telefon sarılan polis müdürü, bakana ulaşır..
Polis müdürü: Sayın Bakanım, ben emniyet müdürü XXX’im.. Rahatsız ediyorum, çok önemli bilgi var, size söylemem gerekiyor..
Bakan: Buyurun, anlatın..
Polis müdürü: Efendim, sizin oğlunuz rüşvet alma-verme ilişkisinde görülmüş, halen soruşturma devam ediyor..
Bakan: Hangi savcıda?
Polis müdürü: YYY’de efendim..
Bakan: Tamam, çok teşekkür, sen ne yapacağını biliyorsun, ben de hem oğlanın kulağını çekerim, hem de adalet bakanı aracılığıyla savcıya ulaşırım..
Polis müdürü: Emriniz olur efendim! Saygılarımla efendim!
Sonra savcı aranır falan filan..
YUKARIDAKİ DİYALOGLAR TAMAMEN HAYALİDİR!
Niye bunu belirtiyorum? Çünkü başımız belaya girer sonra:J)
Şimdi gelelim söyleyeceklerime..
Hem hükümet sözcüsü Sayın Arınç, hem de Başbakan Sayın Erdoğan ısrarla ‘polis şefleri ve savcılar operasyonu bakana bile haber vermemişler’ iddiasını sürekli vurguluyorlar ve kızıyorlar..
Normal bağımsız yargı varsa ki olması gerekir, neden haber versin arkadaş?
Peki, bu yolsuzluk operasyonu boşa çıkar mı?
Çıktı bile.. Operasyonu yürüten polis şefleri görevden alındı, koordinatör savcı el çektirildi, ilave 2 savcı daha atandı.
Ne zaman?
Operasyon başlamasından 24 saat sonra..
Ehee ne oldu şimdi?
Bence operasyon çöktü artık..
Yine bence böyle yapmakla; operasyonun siyasi etki katsayısı daha da artıracak.. Çünkü televizyonlarda çıkan görüntüler, sosyal medyada yayınlanan videolar, resimler hep kafalarda kalacaktır, soru işareti doğmasıyla olumsuz algı yaratacaktır..
İşte bakanın oğlunun evinde para sayma makinesi ve tuttuğu çetele iddiası her platformda yayınlandı, işte banka müdürünün evinde kutular içinde 4,5 milyon dolar olduğu iddiası tüm TV ekranlarında döndü durdu..

Bilinsin ki ana muhalefet bu görüntüleri seçimlere 103 gün kala çok fazla kullanacaktır ve polis şeflerinin görevden el çektirilmesi nedeniyle AK Parti Hükümeti'nin yolsuzluğu kapattığı iddiasını her yerde söyleyecektir..

AK Parti için vurulabilecek en zayıf, en hassas tarafı yolsuzluktur.. Çünkü muhafazakar dindar kimlikli bir partinin kalbini yaralamak istiyorsan; yolsuzluk mermisi atacaksın.. En trajik olanı ise kefil olunan ve öve-öve bitirilemeyen bir cumhuriyet savcısı tarafından o mermi sıkıldı.. Hani muhalif bir gazeteci araştırsa ve yolsuzluğu bulsa; bu kadar etkili olamazdı.. 

17 Aralık 2013 Salı

Cemaat-AK Parti savaşında yeni cephe ve son yolsuzluk operasyonu..


17 Aralık 2013 gününü bir kenara not edin, çünkü tarihe not düşmek için önemli bir başlangıç olacaktır.
Basına yansıdığı kadarıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yolsuzluk, rüşvet, imar rantı, uygunsuz para işlemleri gibi ithamlarla 3 bakanın oğlu, AK Parti İstanbul/Fatih Belediye Başkanı, bir büyük kamu bankasının genel müdürü ve ünlü iş adamları olmak üzere 49 kişi gözaltına alındı..
Aslında yakın geçmiş algısı olmasa ‘ulan ne kadar demokratik ülke olmuşuz’ diyeceğim ama diyemiyorum işte.. Çünkü gerçekten yargı bağımsızlığı kurumsallaşmış ise elbette ne başbakanın ne de bakanların operasyondan haberi olamaz, olmaması gerekir idi..
Peki, ne olabilir bundan sonra?..
Esas hikaye burada başlıyor. Zaten şimdiye kadar yazılanlardan amma eksik, amma fazla herkes haberdardır.
Gezi olaylarından bile fazla bomba etkisi yaratan operasyon, Türkiye borsasının yüzde 6 düştüğü bir gün sonu, yarınlara neleri gebe bırakıyor?
3 bakanın oğulları yolsuzluk ve rüşvet suçlamasıyla gözaltına alınması ve sorgulanması siyasi gelecek şekillenmesinde nelere yol açacaktır?
Son operasyonu, Başbakan Erdoğan’ın ilk başta ‘yargı süreci işliyor, bir şey diyemem’ dediyse de Konya’da üstü kapalı olarak operasyonu ‘iktidara tehdit’ şeklinde tarif etmesi gelecek günlere nasıl yansıyacaktır?
Tüm bu yaşananlar sonrası kişisel düşüncem ve pozisyonum şudur:
‘Demokrasi kazanacak mı?-Hukuk bağımsız olacak mı?-Adalet terazisi herkese eşit duracak mı?’
Eğer bu sorulara ‘pozitif’ ve ‘evet’ yanıtı alırsam; ister cemaat, ister iktidar buna her kim vesile oluyorsa, destek olurum, hatta minnettar kalırım..
İktidar süresi 12 yılına giren AK Parti’nin bunca icraatı içinde her şeyin pürü pak olduğunu söylemek çok safiyanecedir.. Çünkü paranın, hem çok paranın döndüğü bunca işler içinde yolsuzluk, rüşvet çarkının dönmemesi mümkün değildir, ‘Yoktur’ diye iddia etmek ise hem akla ziyandır, hem de bilime aykırıdır..
MİT krizi, dershaneler, Hakan Şükür istifası derken bu operasyon için düğmeye basıldı. Bağımsız yargının ve bağımsız adli kolluğun 2 yıldır, bir rivayete göre 5 yıldır delil topladığı ve seçimlere 104 gün kala operasyon kararı verildiği söyleniyor..
Siyasi sonuçları elbette olacaktır. AK Parti iktidarının yara alacağı kesindir. ‘30 Mart Yerel Seçimlerine’ mutlaka olumsuz yansıyacaktır.
En taze bilgilerle gelecek günlerde neler olabileceğini şöyle özetleyebilirim:
İktidar ya bu olup bitenleri kabul edecek ve yargının işlemesine kolaylık gösterecek ya da toptan yok sayacak ve operasyonu yapan savcılar önce görevden alacak, sonra haklarında soruşturma açılacaktır..
Bunun örneği ise yakın zamanda görülen ‘Deniz Feneri Davasıdır’. Davayı açan savcılar önce görevden alındı, sonra hakların soruşturma yürütüldü, sonra dava açıldı ve görevi ihmal-suiistimal suçlamasıyla yargılandı..
Başbakan Erdoğan’ın Konya konuşmasında ne yapılacağının ilk işaretini vermektedir.
Nedir o?
Toptan reddetmek ve cemaatin komplosu olduğunu iddiasıyla kamuoyunu iknaya çalışmaktır.
Tutar mı?
Valla tutar ama ne kadar tutar, orası muammadır..
Şu kanaatimi bir köşeye yazın:

Ağustos-2014 ayında hem Cumhurbaşkanlığı, hem de erken genel seçim yapılacaktır..

13 Aralık 2013 Cuma

Burdur Belediye Başkanı kim olur?

En sevdiğim zaman geldi, çattı..

Neden?

Yaklaşık 105 gün kala (3.5 ay) kimin belediye başkanı olacağına dair analiz ve tahmin etme yazılarını öteden beri çok bayılırım..

Artık 3 büyük partinin Burdur merkez belediye başkan adayları resmen belli oldu..

Malumunuz CHP ve MHP aylar önce adaylarını belirlemişti. En son AK Parti de adayını belirledi ve 2 dönemdir belediye başkanlığı yapan adayda karar kıldı.

Hadi önce adayları tanıyalım:

CHP’den Ali Orkun ERCENGİZ

AKP’den Sebahattin AKKAYA

MHP’den Nadir ÖZCAN

2004 ve 2009 yerel seçimlerinde Burdur Belediye Başkanlığını Sebahattin AKKAYA, rakibi olan CHP’li adayları, az denebilecek oy farkıyla geçmişti ve kazanmıştı.

Peki, Sebahattin AKKAYA dışında 4 ayrı ve yeni başkan aday adayı olmasına rağmen AK Parti; 2 dönemdir belediye başkanlığı yapan Sebahattin AKKAYA ismi üzerinde neden karar kıldı?

Bence şundandır: Yayınlanan son anketler hala Sebahattin AKKAYA’nın kıl payı da olsa önde olduğunu gösterdi. ‘’Kaybedeceksek bu adayımızla kaybederiz, kazanacaksak yine bu adayımızla kazanırız’’ felsefesini öngördü. Böylece diğer aday adayları üzerinden seçim riski almak istemedi.

Yaklaşık 2 aydır aday olarak sahada çalışan, özellikle tanıtımında mesafe kat eden Ali Orkun ERCENGİZ; bakalım, 2004 ve 2009 yılında kaybedilen CHP bayrağını bu sefer geri dikebilecek mi? Acaba 2004, 2009 seçimlerinde yaşanan hayal kırıklığı tekrar mı edecek yoksa zafer nidaları mı atılacak?

Tamamdır, şimdi analize ve tahmine sıra geldi..

AK Parti iktidar iken tam 10 yıldır belediye başkanlığı yapan Sebahattin AKKAYA, Burdur şehrinin makus talihini maalesef kıramamıştır. Çünkü büyük projeler üretip köy gibi duran Burdur şehir mimari çehresini değiştirememiştir.

AKP’nin 2004 ve 2009 yerel seçimlerini az bir oy farkıyla kazanmasında en önemli faktör MHP’li seçmenlerdir. 2014 yerel seçimlerinde olağanüstü gelişme yaşanmazsa MHP’li seçmenler ya kendi partilerine ya da boş oy vereceklerdir..  Çünkü açılım sonrası duyulan öfke ve karşıtlık; geçen 2 seçimde olduğu gibi AKP adayı Sebahattin AKKAYA’nın payandası bu seçimde olmayacaklardır.

Malumunuz 2009 yerel seçimlerinde zaten ‘topal ördek’ misali seçilen Sebahattin AKKAYA, 2014 yerel seçimlerinde şansı iyice azalmıştır.

Neden topal ördek derseniz; 2009 yerel seçimlerinde Burdur halkı, belediye meclisinde çoğunluk sağlamadı ama başkanlığı Sebahattin AKKAYA’ya verdi..

2014 yerel seçimlerinde ise Sebahattin AKKAYA karşısında genç, dinamik, vizyonu geniş, sakin bir aday vardır. Evet, CHP’den Ali Orkun ERCENGİZ bu yarışta rakibi olmuştur. Üstüne üstlük CHP’li üyelerin sandıkta kullandığı oyla karşısına çıkmıştır. Kısaca genel merkezden atanmamış, tam aksine demokratik oylamayla sandıktan çıkmış, kısaca özgüveni yüksek bir adayla yarışacaktır..

Kim ne derse desin; anket tahmininde görüldüğü üzere bu yarış Sebahattin AKKAYA ile Ali Orkun Ercengiz arasında geçecektir.

Peki, Sebahattin AKKAYA’nın avantajı yok mudur?

Elbette vardır. 10 yıldır Burdur Belediye Başkanlığı yapması nedeniyle belli bir oranda taraftar ve kendini seven kitle yaratmıştır. İktidar partisinin adayı olması ayrıca ilave güç sağlamaktadır. Hele Başbakan Erdoğan’ın Burdur’a gelmesi ve belediye başkanına destek istemesi en az 2-3 puan etkiler..
10 yıl boyunca hayata geçirdiği ve sayabileceğim mega yatırımları işte kapalı pazar, işte yılan hikayesine dönen yeni otogar olup başka bilenen yoktur.. M.A Üniversite kompleksini saymıyorum, çünkü sahiplenen çok kişi vardır..

‘İyi de kim kazanacak, hala nihai öngörüye gelmedin’ diyenleri duyar gibi oluyorum. Tamam, sıra ona geldi, işte söylüyorum:

‘’Çok büyük hata yapılmadıkça 300 belki 200 gibi küçük bir oy farkıyla CHP adayı Ali Orkun ERCENGİZ kazanacaktır.’’

MHP adayı ise Burdur merkezde alınabilecek en yüksek oyu alacaktır ama kazanamayacaktır.

Sonucu 30 Mart 2014 günü akşam 21.00 sularında öğreneceğiz. 105 gün süreyle okunmaya açık bırakacağım bu yazım doğrultusunda; seçim akşamı yeniden sonuca dair yazacağım ve ‘yanıldım ya da bildim’ diyebileceğim.. Böylece siyasi öngörümü herkesle beraber test edeceğim..


22 Kasım 2013 Cuma

Cemaat-AK Parti savaşı..


Valla hep sorulmayanı sorarım, hep merakımı açığa çıkarırım..

Soru-1: Cemaat-AK Parti savaşında kim kazanır, kim kaybeder?

Soru-2: Bu savaş ne zaman başladı ve dershanelerle neden zirve yaptı?

Soru-3: Dershaneler neden bu kadar önemlidir ve kapatılması-dönüştürülmesi ne anlama geliyor?

Soru-4: Yaygın medya araçlarıyla psikolojik savaşı hangi cephe kazanır?

Soru-5: Cemaatin, AK Parti’ye karşı hangi argümanları kullanabilir?

Soru çok, yanıt yok.. İnternet, televizyon, gazeteler bu soruların yanıtını vermiyor, sadece kendi açılarından haklılığını anlatıyor..

İşte A-Haber, TV-24 AK Parti yanında, dershanelerin kapatılması gerekliliğini doğrulayan haber ve röportaj veriyor..

İşte Samanyoluhaber, Bugün TV gibi haber kanalları da dershanelerin ne kadar gerekli olduğunu kanıtlayan haber-röportaj veriyor..

Hadi ben bağımsız, özerk, düşünce-yorum yazan birisiyim ancak üzüldüğüm bazı medya simaları vardır. Maalesef çok zor durumda kaldılar. Kısaca iki arada bir derede sıkıştılar..

Ulan kapansın dese cemaat kızacak, kapanmasa dese hükümet kızacak..

Özellikle ortada dolaşan medyatik bazı yazar-çizerlerin, hem cemaate, hem de AK Parti’ye yakın durmalarının sonu gelmiş ve büyük ayrışması başlamıştır. Mecburi tercih yapacaktır. Hem oradan hem de buradan yana olma dönemi kapanmıştır.

İlla isim mi istiyorsunuz? Tamam, söylüyorum: Nagehan Alçı en belirgin duran simalardan biridir..

Soru-1’den başlayalım.. Kim kazanır, dolayısıyla kim kaybeder? Bence AK Parti kazanır. AK Parti deyince ne anlıyorsak o kazanır yani Başbakan Erdoğan kazanır.. Omzunda 4 yıldızı, arkasında NATO’nun 2.büyük ordusu olan amirallerin-generallerin tozunu attıran Erdoğan karşısında, cemaat vız gelir, tırıs gider..

Soru-2’nin yanıtı ise bence MİT kriziyle bu savaş başladı. Şimdiye kadar gizli kapaklı yapıldı, artık dershaneler üzerinden açıktan devam ediyor.

Soru-3’ün yanıtını ben de merak ediyorum. Cemaat için dershaneler bu kadar mı önemli, bu kadar mı hayati? Demek ki öyle olmalı, başka türlü köprüler atılmaz, ölüm-kalım savaşına girilmez.. Ha neden bu kadar dershaneler; cemaat açısından olmazsa olmaz noktasıdır, onu uzmanlar yanıt verebilir..

Soru-4’ün karşılığı ise tartışmasız cemaat mensupları yaygın medya araçlarını daha etkin kullanmaktadır.

Soru-5 ise en zor olanıdır. Hayal gücüme bakıyorum, neler olabilir neler.. Örneğin; cemaat mensubu milletvekillerinin istifasından tutun, AK Parti’ye karşı amansız bir siyasi mücadele cephesi oluşturmaya kadar gidebilir.
AK Parti ne yapabilir? Çok şey.. TV Kanalları üzerine RTÜK baskısından tutun, bazı iktisadi girişimlere vergi memuru yollanmasına kadar gidebilir.. Başbakan Erdoğan’a firavun benzetmesinden sonra daha ağır hakaretler gelirse; Fetullah Gülen’e şok mahkeme kararı çıkabilir..


Sonuç: Önümüzdeki 1-2 ay çok şeylere gebe duruyor.. 

17 Kasım 2013 Pazar

Türkiye, AK Parti, siyasi tarih, CHP, Mustafa Sarıgül




Kim ne derse desin AK Parti tarih yazıyor.. Öyle olunca bildikleriniz, öğrendikleriniz dumura uğruyor.. Türkiye tarihi, 2002 AK Parti iktidarıyla bambaşka evreye geçiyorken, yepyeni tarih yazılmaktadır, herkes gibi ben de buna tanıklık ediyorum..

Yaşananlara adapta olamayanları, kızanları, bağıranları anlayabiliyorum. ‘Türkiye’, ‘Türk Milleti’, ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ tabirleri bildiğimiz değerlerini değiştirmiştir.

Hele son Diyarbakır buluşması tarihi dönüşümün doruk noktasıdır. Bence herkes şimdiye kadar bildiklerini unutsun, başka türlü yeni yazılan Türkiye tarihi sayfasını okuyamaz.. Tabii ki, önce şaşırır, sonra aptallaşır..

2002 yılından bugüne kadar neler oldu, neler bitti..

Sivil iktidar, Türkiye yönetiminde mutlak hakimiyet kurdu. İktidarı hiçbir güçle paylaşmadı. Çarpışa-çarpışa halkı yönetme yetkisini tek iradeye yani hükümete bağladı. Seçimle gelen iktidar mutlaktır, tartışılmazdır. Halkın ekseriye çoğunluğu ne diyorsa odur.. Demokrasilerde bunun aksi düşünülemez zaten..

2002 yılına kadar, önünden-arkasından, sağından-solundan iktidarın ipini tutanlar ve gücü ölçüsünde ipi çekenler dümdüz oldular, biçare iktidara dolayısıyla onu doğuran halka biat etmek zorunda kaldılar..

İktidarın zor günlerinde destek olan, bunun karşılığında iktidarın bir bölümünü paylaşan cemaatle, MİT Müsteşarıyla başlayan ayrışma süreci; artık dershanelerin kapatılmasıyla son mertebesine gelmiştir. Biraz sancılı olacaktır ama eninde sonunda olacaktır. Silahlı güçlere boyun eğmeyen iktidar, cemaate asla boyun eğmez..

Neden?

Erk paylaşılmaz, çünkü bir kısmını paylaştığın cemaat değil, halka hesabı erk sahibi vermektedir.

Ben kendimi hep solda hatta sosyalist çizgide tarif ederim. Öteden beri hem sağdan hem de soldan dershanelerin kapatılması için bangır bangır sloganlar atıldı. Bugün AK Parti kapatacağım diyorsa; ben buna niye karşı çıkayım? Dershane taksitini ödeyemeyen Fethiyeli annenin intihar girişimini unutmayın.. Kısaca dershaneler sömürü aracıdır..Kapatılsın ki okullarda ne verilecekse, verilsin.. Eksik gedik daha net görülsün.. Öğretmen yetersiz donanımdaysa öğretmen değişsin, okul fiziki şartları yeterli değilse yeterli hale gelsin, velhasıl her ne eksikse ortaya çıksın ve giderilsin.. Ama dershaneler açık kaldığı müddetçe bu durum asla değişmez, dönüşüm yaşanmaz.

Şaşkınlığım şudur ki, AK Parti’nin yeniden tarih yazdığını ve bunun karşısında cemaat bile olsa duramayacağını idrak edememesidir. Boşuna çırpınıp duruyor. Doğrudur, dershanelerin kapatılmasından en büyük zararı cemaat görecektir ama gidişatın değişmesi mümkün değildir.

Türkiye sınırları içinde, bazı coğrafi yerleşim yerleri artık değişen ismiyle, yaşayan insanıyla Kürt olarak adlandırılıyor, en önemlisi kimliklendiriliyor..

Nereden nereye geldik.. Belki 10 yıl sonra AK Parti iktidarı, yazdığın tarihin altın sayfalarına ulaşacaktır. 1924 yılında verilmesi gereken hakkın 2014 yılında Kürtlere teslim edilmesi ne acıdır, ne hüzündür.. Bunca yıl çekilen eziyetler, akıtılan kan ve gözyaşları, hangisine üzüleyim bilemiyorum..
Erzurum ve Sivas kongrelerinde Kürtlere verilen sözleri, ilk mecliste yer alan Kürt temsilcileri anımsatmak isterim.. Sonra ne olduysa oluyor, Kürtlerin otonom hakkı verilmiyor, hatta yok sayılıyor ve tek millete dönülüyor.. Sonrasında oradan oraya sürgünler, batıya toplu göçler politikası izleniyor, maalesef içinden çıkılmaz hale sokuluyor.. Ne edersen et, insan Kürt anneden doğduysa sen Türksün denir mi arkadaş? 90 yıl dendi de ne oldu? Daha karmaşık hale getirmekten başka hiçbir işe yaramadı..

Neyse uzun lafın kısası AK Parti, bana göre meşru ve halka dayanan devrim partisidir. Ha AK Parti’ye oy verir miyim? Yok, vermem.. Zaten benden de oy istemiyor.

Neden?

Çünkü muhafazakar, demokrat parti olarak tarif ediyor kendini AK Parti.. Benim kendimi tarifle uyuşmuyor zaten..

Ha halkın yüzde 50’sinin oyunu sandıkta alan partiye saygı duyarım o ayrı meseledir..

CHP’de değişim-dönüşüm öncüsü bir siyasi partidir ancak Türkiye’de değişim ve dönüşüm dindar mecradan uzaklaşarak gerçekleştirilemez..

Halkın ekseriye çoğunluğu Müslüman olan seçmenleri dinden uzak bir eksende siyasetle ikna edemezsin.. 90 yılda ikna edilen kitle yüzde 20-25 civarında kalmıştır. Aksine yüzde 75’lik halk kitlesi CHP’ye hep mesafeli durmuştur.

AK Parti ise yazdığı yeni tarihte manevi duyguları incitmeden en büyük siyasi, iktisadi, sosyolojik, değişimi-dönüşümü gerçekleştirmiştir.

Zenginliği İstanbul’la sınırlı tutmamış, tüm Anadolu sathına yaymıştır. Son 10 yılda Anadolu’nun bir çok il ve ilçesinde yepyeni girişimci doğmuş, yepyeni zengin dindar sınıflar oluşmuş ve İstanbul para babalarına kafa tutar hale gelmiş.. Daha ne olsun!

Başka bir zihniyet devrimi ise halka eziyet eden bürokrasde olmuştur. Filmlere bile replik olan ‘bugün git yarın gel’ diyen memur zihniyeti yıkılmış,  halkın hizmetinde olduğunu idrak eden memur takımı oluşmuştur..

Gelelim CHP cephesine..

Son 3 yıldır ‘Yeni CHP’ sloganıyla arayışlarını sürdürmüştür. Mustafa Sarıgül figürü yukarıda bahsettiğim siyasi parti analizime çok yakındır.

CHP iktidar hayali kurmak istiyorsa; Mustafa Sarıgül çizgisine öyle de böyle de gelecektir. Yok başka çaresi.. Ha bu arada CHP içinde gidişler-gelişler çok olacaktır..

Ancak İstanbul Belediye Başkanlığı için CHP’nin en güçlü adayı Mustafa Sarıgül’dür.

Bu tehlikeyi gören Beyaz TV, Cuma akşamı ‘Dinamit’ isimli programda Mustafa Sarıgül’ü yolsuzlukla hırpalamaya çalışmaktadır.

Peki, nereden çıkıyor bu iddialar?

2005 yılında, CHP Genel Başkanlık yarışına giren Mustafa Sargül’ü nokta dergisinde çıkan yolsuzluk yazısı üzerine kurgulayan, konuşan Deniz Baykal, kurultayda genel başkanlığı kazanır. Aradan 8 yıl geçer, Mustafa Sarıgül hakkında bırakın mahkumiyeti tek bir soruşturma bile açılmamıştır. Kaldı ki Mustafa Sarıgül, yüzde 70’le Şişli Belediye Başkanı seçilmiştir. Her belediyeye soruşturma açan AK Parti iktidarı, son 10 yılda Şişli Belediyesi hakkında tek soruşturması yoktur..

Nereye geliyorum?

Bu iddiaları yapan Deniz Baykal, halen CHP Antalya Milletvekilidir. İhraç ettiğin ve ağır ithamlarda bulunduğun Mustafa Sarıgül tekrar 2013 yılında CHP’ye katılmıştır, yüzde 99.9 ihtimalle İstanbul CHP Belediye Başkan adayı olacaktır. Aynı çatı altında Deniz Baykal nasıl duracaktır, çok merak ediyorum..

Diğer yandan 2011 Genel Seçimlerinde tekrar Antalya Milletvekilliği’ne aday göstermesi; CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nın en ölümcül hatalarından biridir.

Neden?

Çünkü o skandalda yer alan kadın ‘out’ oldu, erkek ‘in’ oldu.. Olmaz böyle adaletsizlik! Madem Deniz Beyi milletvekili adayı yaptıysa, milletvekili olan ve skandala karışan kadını da yapmak zorundasın..

Neyse çok uzun siyasi analiz yazısı oldu.. Uzun süredir yazmadığım için herhalde bu kadar uzun ve derin oldu.. Herkese iyi okumalar ve herkese iyi düşünmeler..