31 Mart 2014 Pazartesi

2014 Yılı Bucak Yerel seçimleri sonuçları ve analizi..


Tabii ki önce gerçekleşen rakamları görelim, sonra değerlendirme yapalım..

Belediye Başkanları oy oranları:
AK Parti   11.254             % 43,5
DP            6.581                % 25,5
MHP          6.528         % 25,3
CHP          715             % 2,8
SP                    464           % 1,8
BBP                   289           % 1,1

Bucak Belediye Meclisi Oy Oranları:
AK PARTİ                  11.272
MHP                           6.266
DP                              5.727
CHP                            1.231
SP                                 568
BBP                               548

Bucak (merkez ve köyler dahil) İl Genel Meclisi Oy Oranları:
AK PARTİ           19.582
MHP                  10.344
DP                      5,629
CHP                    4,336
SAADET                 788
BBP                      731

Önceden söylediğim gibi geçerli oyların toplamı takriben 26 bin civarındadır..

Bucak’ta belediye başkanlığı seçimini kaderini belirleyecek 2 senaryo vardı. İlki AK Parti karşısında daha kuvvetli olan adaya seçmenlerin daha fazla teveccüh göstermesi ve oyların akmasıydı. İkinci senaryo ise AK Parti karşısında hem DP adayının hem de MHP adayının çok güçlü, çok hazırlıklı olarak son güne gelmeleridir..

29 Mart 2014 günü yapılan tüm mitingleri izledim. Saat 17.00’da ‘’AK Parti rahat kazanacaktır’’ şeklinde oluşan kesin kanaatimi yakın çevreme açıkladım.
Neden?
2.senaryo gerçekleşti. Mitinglerde hem DP Başkan Adayı Arsal Sarı, hem de MHP adayı Ramazan Kesici çok ama çok yüksek performansla, müthiş güç gösterisi yaptılar..

İktidar gücü olan AK Parti karşısında ancak tek bir adayın karşıtlığıyla sonuç alınabilirdi.. Çünkü AK Parti, MHP ve DP için gelebilecek oy toplamı 24 bin civarındadır. Bunun 10 bini otomatik olarak iktidar gücüne sahip AK Parti adayına gidecektir. Geriye kalan oylar ise ya bir aday üzerine yoğunlaşacak ya da her 2 adaya eşit dağılacaktır. 13 bin oy AK Parti karşısında yer alan adayları tam eşit olarak dağılmıştır. Her zaman kazanan tarafta yer alan bin oy da AK Parti’ye eklenmiştir.

Sonuç olarak AK Parti adayının bu kadar rahat kazanmasında hem DP hem de MHP etkin olmuştur.

Neden?

Çünkü her 2 aday da yüksek profilli ve kazanma kapasiteli olarak kamuoyuna yansımıştır.

Burada Sayın Arsal Sarı’ya özel bir not düşmek isterim. Türkiye’de DP’nin esamesi bile okunmazken; Bucak’ta tek başına DP’nin var olduğunu kanıtlaması takdire şayandır.. Bu tamamen Arsal Sarı liderliğinin yarattığı çekim gücüdür..
Aynı zamanda Arsal Sarı, 2014 Yerel Seçimlerinde, DP’den Belediye Başkanı Adayı olarak çıkması siyasi bir rulettir ve kaybetmiştir..
Peki, büyük risk taşıyan ancak görkemli ve muhteşem siyasi liderlik şovuna değer miydi?
Bence değerdi ve yapılması gerekirdi.. İlaveten, Arsal Sarı ismi, Bucak siyasi tarihinin özel bir sayfasını süslemiştir.

MHP açısından bu yerel seçim çok başarılı geçmiştir. Miting günü Ramazan Kesici’nin hitabeti ve performansı olağanüstü güzeldi. Her ne kadar Belediye Başkanlığını kazanamasa bile 3 belediye meclisi üyesi ile 1 il genel meclisi üyesi kazanılması kesinlikle çarpıcı bir başarı öyküsüdür.. Artık yapılacak ilk genel seçimde; 1 milletvekili çıkarması için beklenti ve umut tavan yapmıştır.

Gelelim AK Parti’nin kazanma sırrına..
Bana göre kazanılan zaferde; yüzde 50 oranında AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın, yüzde 50 de AK Parti teşkilatı ile Başkan seçilen Süleyman Mutlu’nun performansı etkili olduğu görülmüştür.
Kulağıma gelen fısıltı haber neredeyse yüzde 100 doğru çıkmıştır.
Neydi o haber?
Seçimlerden 20-25 gün önce, ciddi bir anket şirketine, yüksek bir meblağ karşılığı yaptırılan kamuoyu yoklaması neredeyse yüzde 100 doğru çıkmıştır. O ankette yüzde 44 AK Parti, yüzde 25 DP, yüzde 23 MHP olarak yazılıydı.

AK Parti, bu seçim başarısıyla rakiplerini gözdağı verdi. Karşıma teker teker gelmeyin, birleşin öyle gelin, ancak baş edersiniz mesajını çok net aktardı.

2 dönemdir kazanılan Burdur Belediye Başkanlığı kaybedildi, 2.dönem Bucak Belediye Başkanlığı kazanılması, AK Parti Genel Merkezi’nde daha sükseli bulunmuştur.

SP’nin sandıktan çıkan sonuçları; şahsen ben de derin bir hayal kırıklığı yarattı. Beklentim en az bin oy ve üzeri iken çok düşük oyda kaldılar..


Bir yerel seçim sonuçları ve etkileri; benim düşünce pencereme böyle düşmüştür..

28 Mart 2014 Cuma

‘29 Mart’ seçim arifesi..


Arife, malumunuz olduğu üzere bayramın 1 (bir) gün öncesidir.. İşte düğün arifesi, işte tatil arifesi, işte doğum günü arifesi gibi..

Artık tüm hazırlıkların tamamlandığı, son rötuşların yapıldığı gündür ARİFE..

Kazanma heyecanının ve en güzel beklentilerin pik yaptığı gündür ARİFE..

Tüm partilerin, tüm adayların seçim arifesi ‘29 Mart’..

Yorgunluğun, telaşın, koşuşturmanın, ahların, vahların son bulduğu gündür..

Hemen 1 gün sonra yaşanacakların duygusal hazırlığı da vardır ‘29 Mart’ seçim arifesinde..

‘‘Tebrikler, geçmiş olsun, kaybettin ama aslında kazandın’’ gibi beylik cümleleri duymaya hazırlanacaktır ‘29 Mart’ seçim arifesinde..

Kazanan birisi dışında; beyninde duyulacak pişmanlıklar, kalbinde kopacak fırtınalar, yüzünden okunacak üzüntüler için ruhen ve fiziken hazırlanma günüdür ‘29 Mart’ seçim arifesi..

Tüm partiler, tüm adaylar, başka bir seçim arifesi yaşamak için bekleyiş ve geriye sayış hemen başlar..

‘30 Mart’ Yerel Seçimleri öncesi ‘29 Mart’ seçim arifesi seçmenlere, seçilenlere, adaylara hayırlı ve uğurlu olsun derim..


24 Mart 2014 Pazartesi

AKP tiryakilik yapmış..


Övünmek için söylemiyorum ama uzun yıllara dayanan sigara tiryakiliğim vardır..

Sigaranın bin türlü zararını çok kez okudum, duydum ve gördüm..

Ama bir türlü sigarayı bırakma gücünü kendimde bulamadım.. Özgür iradem bir türlü zararlı olan sigara tiryakiliğini yenemedi..


Abi, AKP tiryakiliği de sanki böyle bir şey..

AKP’nin 12 yıllık iktidarı boyunca ne kadar yanlışı varsa tüm muhalefet partileri; bazen mitingle, bazen grup konuşmalarıyla, bazen röportajlarıyla halka anlattılar..

2002 yılında, yüzde 34 oy oranıyla ile AKP tiryakisi olan Türkiye seçmenleri, 2004, 2007, 2009 ve 2011 yerel ve genel seçimlerinde AKP tiryakiliği artarak devam etti..

’17 Aralık’ soruşturması içinde ayyuka çıkan rüşvet, yolsuzluk, suiistimal gibi iddia ve ithamlar karşısında AKP tiryakisi seçmenler ne yapacaklar?

AKP’nin de yanlışı, hatası varmış deyip bir kısım AKP’li seçmenlerin, tiryakilikten yani oy vermekten vazgeçerler mi acaba?

Vahşi ve sert tiryakiler grubuna giren yüzde 25’in AKP’ye oy vermekten asla vazgeçmeyeceği kesindir..

Hafif ve yumuşak tiryaki olan yüzde 25’lik grubun ne kadarı vazgeçecek, ne kadarı devam edecek?

Kilit soru budur!

İlk yüzde 25’lik dilimi anladık. Ne olursa olsun, bu dilime ait AKP’li seçmen oy vermeye devam edecektir.

AKP tiryakiliğine darbe vuracak olan ikinci yüzde 25’lik dilimin tavrı ne yönde duracaktır? Eğer bu grup toptan vazgeçerse; AKP yandı, kül oldu diyebiliriz..

Yok, yarısı vazgeçer, yarısı devam ederse; AKP tiryakiliği bir dönem daha devam edecektir ancak bu durum sürekli olmayacaktır. Eninde sonunda bu grubun kalanı da terk edecektir.

Yakın siyasi tarihimizde ANAP, DYP, DSP gibi siyasi partilerin nasıl sıfırlandığını, nasıl dibe boyladıklarını çoğumuz biliyoruz..

Yok, tiryakilik sürecine hiç uymayan tarzda gerçekleşme olursa; yani yüzde 50 oranında oy verme sürerse; bu kez Türkiye demokrasisi yandı, kül oldu diyebiliriz.. 2023 yılına kadar AKP yönetimi hayaldi, gerçek oldu tanısını rahatlıkla koyabiliriz..



17 Mart 2014 Pazartesi

PARASIZ YAŞAM HAYALİ (ÜTOPİK ÖTESİ) 3. VE SON BÖLÜM


Yaratılan hayali para ve kredi..

Para piyasasının yarattığı hayali parayı biraz daha açalım mı?

Liberalizm’in kalbi parada atar yani bankacılık sisteminde atar. Para demek kar demektir. Kar demek birinin parasını başka birinden almak demektir.

Peki, bankaların kar etmesinin altında yatan gerçek nedir?

İşte burası zurnanın zırt dediği yerdir. Burayı anlamak demek Türkiye’yi ve dünyayı anlamakla eşanlamlıdır.

Bankacılık sistemin en temel özelliği ve kimsenin vurgulamadığı kar sağlama sihri ’Kısmi Rezerv Uygulaması’nda yatmaktadır.

Ne demektir bu?

Kredilerin oluşturduğu sahte ve şişirme paralardır. Bir başka deyişle hayali paradır.

Şimdi işleyişi muhtelif kaynakların yardımıyla çok basitçe izah etmeye çalışacağım.

Amerikan Hükümeti bir miktar paraya ihtiyacı olduğuna karar verir,

Amerikan Merkez Bankası (FED)’nı arar ve 10 milyar dolar ister, mesela yani…

FED cevaplar ve derki: ‘’Tabi ki sizden 10 milyar dolarlık devlet tahvili satın alırız’’.

Böylece Amerikan Hükümeti bir miktar kağıt alır, üzerlerine resmi görünen bir takım tasarımlar yapar ve onları hazine kağıdı olarak isimlendirir. Daha sonra bu tahvillerin toplam değerini 10 milyar dolar olarak belirler ve FED’e gönderir.

Karşılığında FED çalışanları da onlar için etkileyici bir takım kağıt parçaları çıkarır. Bu sefer onlara kağıt banknot derler. Toplam değerleri 10 milyar dolar olarak belirlenir.

FED daha sonra hazine tahvilleriyle, bu kağıtları takas eder.

Bu takas tamamlandığında, hükümet 10 milyar dolar değerindeki banknotları alır ve bir banka hesabına yatırır.

Bu işlemden sonra, kağıt banknotlar resmen para haline dönüşür. 10 Milyar dolar böylece Amerikan para kaynağına aktarılıyor.

Ve işte, 10 milyar dolar değerinde para yaratılmış oldu. Tabi ki bu örnek sadece bir genellemedir. Şahısların özel mevduat hesabına da aynı örnekleme uyarlanabilir. Veya İtalyan Hazinesinin açtığı yüzde 5-6 faizli devlet tahvili ihalesi de buna örnektir.

Gerçekte tüm bu işlemler elektronik ortamda gerçekleşecektir.

Kağıt hiçbir zaman kullanılmaz.

Aslında Amerikan para kaynaklarını sadece yüzde 3’ü basılı para olarak mevcuttur. Diğer yüzde 97’lik kısım sadece elektronik ortamda bulunur.
Hazine tahvilleri tasarım olarak borç enstrümanlarıdır.

FED bu tahvilleri, havadan yarattığı parayla satın aldığından, hükümet aslında tüm bu parayı FED’e geri ödeyeceğine dair söz verir ama çok da önemli değildir..

Başka bir deyişle; para, borç ile yaratılır. Paranın veya bir artı değerin borçtan veya yükümlülükten yaratıldığı paradoksu, insanın kafası karıştırabilir.

İlerleyen dakikalarda biraz daha zihin egzersiziyle konu daha da netleşecektir.

Neyse böylece takas gerçekleşti.

Ve şimdi 10 milyar dolar bir banka hesabında bulunuyor.

İşte bu noktada işler gerçekten ilginçleşiyor.

10 milyar dolarlık hesap bir anda bankanın rezervi haline gelir.

Tıpkı bankadaki diğer hesaplar gibi karşılık yasal olarak belirlenmiş oranda rezerv bulundurmak zorundadır. Ardından bunu sayısallaştırarak belirtir.

Mevcut yönetmenlikte hesaplar karşılığında gereken para rezerv oranı yüzde 10’dur. Bu şu anlama gelir. 10 milyar dolarlık bir hesap için gereken rezerv miktarı yüzde 10 yani 1 milyar dolardır ve bu gerekli rezerv olarak saklanır. Fakat geriye kalan 9 milyar dolar fazla rezerv olarak değerlendirilir. Ve yeni krediler vermek için kaynak olarak kullanılır.
Şimdi bu 9 milyar dolarlık rezervin ilk baştaki 10 milyar dolardan geldiğini varsayarsak mantıklı olabilir.

Fakat işin aslı gerçekte öyle değildir.

Gerçekte olan 9 milyar dolar, mevcut hesapta bulunan 10 milyar dolara dayanarak havadan yaratılır.

İşte bu şekilde para kaynağı şişirilir.

Tabi ki onlar yani bankalar aslında hesaplarında olan parayı yani öz-sermayeyi kredi olarak vermezler.

Eğer bunu yapmış olsalardı; yeni para üretmeye gerek kalmazdı.

Kredi verdiklerinde gerçek yaptıkları emre yazılı senet kabul etmektir.

Karşılığında ödünç alanın hesabına krediyi yani parayı aktarırlar.

Basitçe sadece böyle bir krediye ihtiyaç ve halihazırda rezerv gereksinimi karşılayan 10 milyar dolarlık bir hesap olduğundan şimdi diyelim biri bu bankaya gitti ve havadan yaratılmış 9 milyar doları ödünç yani kredi aldı.
Normal olarak çektiği bu krediyi alır ve kendi bankasının hesabına yatırır.
Ve işlem gene kendini tekrar eder. Yatırılan 9 milyar dolar bankanın rezervi olur. Yüzde 10’nu rezerv olarak izole edilir ve 9 milyarın yüzde 90’nı yani 8.1 milyar dolar yeni krediler vermek için kaynak yaratılır. 8.1 milyar dolar kredi olarak verilip bir başka bankaya yatırıldığı zaman; 7.2 milyar dolar, 6.5, 5.9 milyar dolar kredi kaynağı zincirleme yaratılmış olur.
Bu para yatırma, yoktan kredi verme döngüsü teknik olarak sonsuza kadar gidebilir.

Matematiksel hesaplamayla 10 milyar dolar rezerv para ile 90 milyar dolar kredi para kaynağı yaratılabilir. Başka bir deyişle; bankacılık sisteminin içine giren her para hesabının 9 katı para havadan yaratılabilir.

Şimdi anladınız mı? Tüketici kredilerinin, ev kredilerinin, kredi kartlarının parası nerden geliyor…

Bu paralar ne bankanın çok övünülen ve yüzde 20’ye dayanan sermaye rasyosudur ne de topladığı mevduatlardır. Peki nedir?

Havadan yaratılan paradır.

Buraya kadar kısmi rezervle bankacılık sisteminde paranın nasıl yaratıldığını anladık.

Aklınıza mantıklı bir soru takılabilir.

Bu havadan yaratılmış paranın değeri nerden geliyor?

Aslında yaratılan yeni para, sirkülasyondaki mevcut paranın değerini de çalıyor.

Nasıl mı?

Para havuzu, mevcut mal ve hizmetlere olan talep hesaba katılmaksızın şişiriliyor.

Ve arz-talep dengesi oluşuncaya kadar fiyatlar artıyor, her 1 TL’nin satın alım gücü düşüyor.

İşte buna genel olarak enflasyon deniliyor.

Aslında enflasyon halkın sırtına yüklenmiş gizli bir vergidir.

Genelde aldığımız tavsiye nedir?

Evet, parayı şişirelim.

Paranın değeri ile oynayalım demezler. Farkındaysanız 2002 yılından beri Türkiye ekonomisinde görülen paradoks budur. TL’nin değeri hiç düşmez ama borçlanma sürekli devam eder…

Hiçbir ekonomist, hiçbir şirket yetkilisi, hele hükümetler asla paranın değerini düşürelim demezler. Güven hissinde olan insanlara yanlış yapmazlar.

Peki, ne derler?

Hemen faizleri düşürelim derler.

Özetle şu enflasyon sorunu para havuzunun şişirilmesidir.
Daha fazla para basıp, daha fazla para havuzunu şişirip enflasyon sorununu nasıl çözeceksiniz? (ABD Senatosunda FEDBaşkanına yöneltilen sorudur.)

Tabi ki çözemeyeceksiniz.

Enflasyon kısmi rezerv sistemine dayanan finansal sistemin yapısında vardır.

Para kaynağını arttırmak için ekonomideki mal ve hizmetle orantılı genişlememesi halinde her zaman paranın değeri düşürülecektir.

Amerikan dolarının para kaynağına karşı tarihi değerlerine bakacak olursak kesin olarak şu nokta görülecektir, ters ilişkisi apaçıktır.
1913’teki 1 doların değeri için 2007 yılında 21.60 dolar gerekiyor.
Bu FED ortaya çıktığından beri doların değeri 21 kat değer kaybetmesi anlamına gelmektedir, yani gizli devalüasyondur.

11 Haziran 1930 tarih, 1715 sayılı Cumhuriyet Merkez Bankası kurulduğunda 1 TL için bugün kabaca karşılığı 1.000 TL gerekiyor. Nasıl bu ortalamayı ya da tahmini yaptım derseniz; o yıllarda 1 TL ile 3-4 ABD Doları satın alabiliyordunuz. Şimdi ise 6 sıfır (0) atıldı alavere-dalaverenin üstüne bilme kaç defa devalüasyonu koyarsak 1,5 TL verip 1 ABD Doları
alabiliyoruz.
Türev krediler cambazlığı..

Para piyasasının başka bir cinliğini daha deşifre etmek isterim. Şişir ya da hayali para yaratmada başka bir formül bulunur. Sihirli adı türev kredilerdir…

ABD’nin ünlü 2008 Mortgage krizinin altında bu yatmaktadır. Bir banka eve ya da daireye ipotek koyuyor ve kredi veriyor. Sonra o ipotek üzerinden başka bir bankadan kredi kullanıyor. O başka bir bankada o ipotek üzerinden başka bir kredi kullanıyor. Ortada 1 ev ya da daire var ama kullanılan türev krediyle neredeyse 100 ev ya da daire bedeline karşılık geliyor.

Tüm bu olup bitenler karşısında para piyasası hiç karşı refleks göstermiyor. Çünkü yaratılan hayali paralarla piyasa şişiyor ve çok hoşuna gidiyor. Bu para piyasasının oyunu 5-10 yıl sürüyor, tabi sonunda şişirilen balon patlıyor ve kriz çıkıyor.

Çaresi var mı?

Olmaz mı?

FED ne güne duruyor. 5-10 yıl daha kazanmak için 1,5 trilyon dolar basıyor ve para piyasasına sunuyor.

Neden?

Aman devam etsin, aman durmasın, aman sorgulanmasın… Tabi, bu arada toplumun önemli kesimi mağdur oluyor, kimisi batıyor, kimisi iflasını istiyor, kimisi de intihar ediyor…
Aynı hamleyi 2008 yılında AB Merkez Bankası (ECM) yapmadı. Türev kredi krizini 2011 yılına hatta 2012 yılına taşıdı. Oysa 1 trilyon Euro basıp; para piyasasına salsaydı, mesele kalmazdı.

Sonra ne oldu?

Para piyasası kuralı işledi ve AB Merkez Bankası 1 yerine 1,5 trilyon Euro basmaya karar verdi ve para vampiri piyasa rahatladı… Çünkü yok başka yolu, yok başka çaresi…
Para ve inanç..

Para piyasasının yarattığı yerleşik toplum modelinde inançlar önemli bir ağırlık taşırlar.

İnançların hepsi de bağışlanmanın ve kurtuluşun tek yolu olarak kendilerini işaret ederler.

Mesela, adam gidiyor, kiliseye para yardımı yapıyor, günah çıkarıyor…

Mesela insanlar gidiyor, ağlama duvarına ağlıyor ve günahtan arınıyor…

Mesela, insan her türlü alavere dalavere yapıyor, belli yaşa gelince hac farizasını yerine getiriyor, sonra geçmişte olup-biten her şeyin üzerine sünger çekiliyor, en azından öyle varsayıyor…

İnsan zekasını yok saymak herhalde ancak böyle oluyor…

Oysa ki insanın hem dinen hem de beşeri olarak yasak olanları eylemesi, söylemesi, kısaca günah işlemesi tamamen paranın dayatması sonucudur…

Yeryüzündeki her insan Allah’ın kuludur.

Allah’ın bir kulu, Allah’ın diğer bir kulunu kim ne derse desin kökünde para yatan gerekçeyle öldürür mü?

Maalesef öldürüyor.

Bilir misiniz, savaşlar niye oluyor?

Paranın emriyle ve icat edilen ölüm makineleriyle 1 milyon Iraklı Allah’ın kulunu, başka bir Allah’ın kulu tarafından niçin öldürüldü acaba?

Para…

En kötüsü ise para-politika-din insanlığın mevcut durumunun daha da kötüleşmesi için uyumlu, müthiş işbirliği içinde hareket ediyorlar.

Nasıl?

Müslümanlar, Hıristiyanları sevmiyor, Hıristiyanlar da Müslümanları sevmiyor, böylece para piyasanın nosyonuna uygun ortam her zaman mevcut kılınıyor.

Haçlı seferlerinin ana amacı Hıristiyanlığı yaymak falan değildir. Tek amacı vardır: Para ve ganimet… Tali amacı ise Allah’ın kullarını motife etmek ve savaşa hırslandırmak için Hıristiyanlık dini inancını yayma adı verilir.

Yazılan insanlık tarihine bakın, hem savaşların amma dolaylı amma dolaysız para için yapıldığını göreceksiniz.

Her biri Allah’ın sevgili kulları olan canlar, birbirlerine zaten öbür türlü nasıl kıyarlar…

Para piyasasının yarattığı zulüm ve haksızlık üzerine her yıl milyonlarca insan, kadın, çocuk açlıktan ölüyor. Milyonlarca insan evsiz olduğu için sokaklarda yaşıyor. Tüm bu olup-bitenleri; dinler sükunetle izliyor. Tek yaptıkları ise manevi ihtiyacı olanlara dini teselli veriyor, sabır ve metanet istiyor.

Dinler, tüm bu olumsuz yaşananlar karşısında; insanların kendilerini suçlu hissetmelerini koşullandırıyor ve üzerine de kader-yazgı etiketi yapıştırıyor…

Dini itikadı yüksek bir şahsiyet aynen şunu söylüyor: Allah bana bu zenginliği lütfetmiştir ve bağışlamıştır. Ondan dolayı zengin olmuşumdur. Allah’ın diğer kulu da otomatik olarak fakir kalmıştır. Bu da Allah’ın bir icazetidir.
Bence külli yalandır! Allah dünyaya gönderdiği hiçbir kuluna ne zengin olmasını ne de fakir kalmasını istemez. Allah tartışmasız olarak her kulu için bahşettiği canın; yeryüzünde belli bir süre mutlu, sevinçli, nimetlerden eşit faydalanmış olarak ömür sürmesini ister. Aynı Allah’ın açgözlü kulu, ticaret ve para illüzyonuyla bu durumu tersyüz edebilmektedir.

Bence Allah’ın diğer kulları nedeniyle acı çekenler, mutsuz olanlar, fakir kalanlar Allah’ın en sevdiği kullarıdır ve mutlaka öldükleri zaman ödüllendirileceklerdir.

Bu yanlış gidişe ucundan kıyısında karşı çıkan Hıristiyan, Musevi, Müslüman itikatlı insanlar elbette vardır. Para piyasanın çıkardığı gürültü patırdı arasında ne duyan vardır, ne de anlayan vardır. Mesela Dini Düşünce Adamı Ali İhsan Eliaçık zenginlik ve fakirlik olgusu karşısında olabildiğince yürekli duruş göstermiştir. Ancak dinin tüm alanlarını parselleyen ve kapatan inanç odakları ya yok saymıştır, ya da geçersiz bulmuştur.
 
Peki, çare nedir?

Şimdi geldik çareye… İnsanlık için anlatmak istediğim ütopik sistem ya da tüm canlıların ortaklığına dayanan düzene… Bu sistemde neler olacak?

-Bütün yasalar kalkacak.

-Meslekler olmayacak.

-Brokırlar, bankacılar, reklamcılık olmayacak.

Finans dünyasının cambazları bitecekler, hem de sonsuza kadar… Çünkü hiçbir işe yaramayacaklar…

Sistemin temel dayanağı, dünya kaynaklarının akıllı kullanımıdır. Başka deyişle doğal kaynaklardan elde edeceğimiz materyaller bizi refaha götüren yolda en belirleyicisi olacaktır.

Soru ise dünya üzerinde yeterli kaynaklara sahip miyiz?

Hem de milyonlarca yıl yetecek kadar…

Bu sistemin toplumu, her şeyin ücretsiz olarak elde edilebilecek ve işçilik gerektirmeyen üretimle bolluk içinde yaşayacaktır.

Sistemin kaynak bazlı ekonomisiyle ve teknoloji kullanımıyla dünyamızda kar getirme amaçlı yaratılan kıtlık yerine bolluk olacaktır.

Gelelim dünya insanlığının temel ihtiyaçları karşılanması ve sistemin ayrıntısına…

1. Enerji
Artık fosil yakıtları kullanmak zorunda değiliz. Doğayı kirleten hiçbir şeyi kullanmak gerekliliği yoktur. Kullanıma hazır bir sürü enerji kaynaklarımız vardır. Örneğin güneş enerjisiyle dünyamızda üretilen enerjinin 2 katı öğle saatlerinde ve 1 saat içinde sağlanabilir. Rüzgâr enerjisi, gel-git dalgalarından enerji, jeotermal enerji daha birçok doğal enerji kaynakları…

2. Ulaşım
Fosil yakıt yani petrol kullanan uçak ve otomobil devre dışı kalacaktır. Doğal yakıt kullanılan araçlarla ulaşım sağlanacaktır. Örneğin batarya teknolojisiyle bir arabayı saat 100 mil ve tek bir şarjla 200 mil gitmek yıllarca mümkündür. Ve böyle bir teknoloji olmasına rağmen batarya patentlerini kontrol eden dev petrol şirketlerinin baskısıyla hem kullanabilirliği sorgulanmadı, hem de bilinçli geri bıraktırıldı.
Şunu unutmayın! Dünyadaki tüm araçların elektrikle ve temiz yakıtla kullanılmasında tek engel ahlaksız kar açlığından başka bir şey değildir. Uçak yerine onun kullandığı enerjinin yüzde 2’sini kullanan trenlerle suda, karada saatte 6440 km. hızla gidilebiliriz.

3. Çalışma
Bizlere iş sahibi olup çalışmanın saygınlık getirdiği fikri verildi.Yani ücretli ya da maaşlı köleliğin gerekliliği iliklerimize kadar işlendi. Yaşamımızı alın terimizle kazanmamız gerektiğine inandırıldık.
Liberalizm ve para kaynaklı ekonomi insanları bilgisiz kılıyor, sıkıcı ve monoton işlerle ömür tükettiriyor. İnsanları özgür kılmaktan hep geri tutuyor çünkü onları sömürüyor.
Oysa bu sistemde işler, çalışma makinelere bırakılıyor ve insanları özgür kılıyor. Görüyorsunuz hayal bile edemiyoruz çünkü öyle bir dünya hiç tanımadık ki…

4. Otomasyon:
Teknolojik ilerleme insanların istihdam edilmesiyle ters orantılıdır. Bu sistemde yapılan işlerin neredeyse yüzde 90’nı makinelerle yapılacaktır. İnsanların köle olmadan; yaşamlarını sürdürebilecekleri şansı ve özgürlüğü tanınacaktır. Zamanla NANO Teknolojisi ve diğer teknolojilerle insansız makinelerle birçok ameliyatın yapılması yakındır. İnsanların yakaladığı başarının kat, kat üstünde olacaktır. Lağımları temizleyen makinelerimiz var. İnsanlar o işten kurtarıldı. Makinelere insan performansının uzantısı olarak bakılmalıdır.

Sonuç şu ki bu para piyasası gitmelidir. İnsanlığın hayrına olmayan ve sadece para-kar getiren teknoloji ilerlemesi durdurulacaktır. Başka türlü asla özgür olamayacağız.

Para olmasa bugünkü suçların birçoğu olmazdı. Hemen, hemen bütün suç çeşitlerinin kaynağı ya para piyasasının direk sonucudur ya dolaylı alakalıdır ya da ekonomik bunalımın yarattığı ruh halindendir. Bu yüzden de para piyasasında yasalar işe yaramaz hale gelir. Dünyada en çok özelleştirmenin olduğu ABD’de en çok hapishane ve mahkum olması sürpriz sayılmamalıdır Suç işleyen bu insanları çoğu eğitimsiz ve fakir toplum katmanından gelirler.

5. Dürtü
Her şey ücretsiz olursa insanları ne motive edecek?
‘’İstediği her şeye sahip olan güneşin altında yan gelip yatar’’cümlesi tam da bugünün devamından yana olan para piyasasının tipik savunmasıdır ve insanların kafasında oluşturduğu bir sis perdesidir. Eğer her şeye sahip olma olanakları varsa niye uğraşsınlar ki… Para sistemini desteklemek için size öğretilen çaresizlik dogması tam da budur. Çünkü yerleşik günümüz toplum kültüründe; insanlar para piyasasıyla güdülmeye alıştırılmıştır.

Paranın olmadığı bu yeni düzende insanların bastırılmış ya da yok sayılmış çok farklı dürtüleri açığa çıkacaktır.  İnsanlar yaşaması için temel gereksinimlere sahipse dürtüleri otomatik değişir. Yeni ve bambaşka dürtüler oluşur. Mesela esinlenerek bir resim yaptığınızda; onu birisine hediye etmekten büyük keyif alacaksınız, ama asla para karşılığı satmaktan değil…

6. Eğitim
Bugüne kadar gördüğümüz birçok eğitim mesleklere yönelik insanlar yetiştirmek içindir. Çok spesifiktir. Genele, hayata yönelik değildir. Bir sürü konu hakkında doğru dürüst bir şey bilmeyen insanlar yetişmektedir. Eğitim tamamen ezbercidir ve problemlerin nasıl çözüleceği öğretilmemektedir. Eleştirel düşünme konusunda gereken beceriler kazandırılmamaktadır. Öyle olmasaydı; çok şey bilen insanları alıp savaşa götüremezsiniz.

Kaynak bazlı yeni düzen ekonomide eğitim çok farklı olacaktır. Toplumlumuzun en büyük sorunu olan zihinsel gelişimi ve herkesin kendi potansiyelini en üst seviyede kullanma becerisini kazandırmak temel amaç olacaktır.

Yeni düzenin felsefesi herkesin dünyada bir payı olsun temelinde hareket edecektir. Yeni sistemde; çocukların daha zeki ve bilinçli olması herkesin yaşamını daha da güzelleştirecektir. Çünkü çevrelerine ve senin yaşamıma daha faydalı olacaklardır.

7. Uygarlık
Vatanseverlik, silahlar, ordular, donanmalar bunlar daha uygarlaşamadığımızın başlıca göstergeleridir.

Bir gün gelecek; çocuklar anne babalarına soracaklar: Makinelerin yaşamda gerekli olduğunu anlayamadınız mı?

Kıtlık yarattığınız sürece savaşların kaçınılmaz olacağını göremediniz mi?

Kurulu para düzenine hizmet eden kuş beyinli olduğumuzu hemen anlayacaklardır.

Maalesef günümüz insanlığı hastalıklı düşünce yapısıyla devam etmektedir.

Neden

Çünkü tarih kitaplarını değiştiremeyiz.

Peki ne diyor tarih kitapları?

Büyük devletlerin, küçük devletlerin topraklarını aldığını, vahşet, baskı uyguladığını yazıyor.

Oysa gelecek olan bu yeni sistemde; yaşanmış uygarlık tarihinin yozlaşmış ve kirli yılları olarak sayfalarda yer alacaktır.

8. Devlet
Bu sistemde parası olan seçkinlerin ve toplum katmanlarının olmadığını görecekseniz… Bu sistemde devlet hiçbir şey yapmaz çünkü devlet yoktur. Herkesin ülkesi dünyadır ve dini inancı ise iyi olanı yapmaktır.

Sonuç:
Her insan çıplak doğar ve ısınmaya, beslenmeye, suya ve barınmaya ihtiyaç duyar. Geriye kalan her şey ikinci plana kayar. İşin püf noktası dünya kaynaklarının akıllı kullanılmasıdır. Ancak yaşadığım dünyada ve mevcut parasal sistemle asla sağlanmaz. Bu nedenle dengesizlik, eşitsizlik sistemin doğasında vardır. Çıkar amacı gütmek, bencillik gütmekle eşanlamlıdır.
Mevcut sistemin bizlere altın tepside sunduğu demokrasi tam bir kandırmacadır ve normal zekamıza hakarettir. Parasal sistem içinde asla gerçek demokrasi olamaz ve olmayacaktır.

Şimdilik bu kadar… Konunun iskeleti kabaca böyledir. Kafanız karıştı değil mi? Bu çok normaldir. Yazan kişi olarak inanın, benim bile karıştı. Amacım da zaten insanların kafasını karıştırmak ve olabildiğince birçok şeyi sorgulatmaktır.

Okuyanlar içinde konuya katkı yapacak mutlaka çok değerli görüş ve düşüncesi vardır. Konu hakikaten ultra ütopiktir. Hayal ötesidir. Kabul ama konuşmamıza, düşünmemize engel değildir.

Para yok, ticaret yok, kar yok, zorlama yok, kısıtlama yok ancak teknolojiyi ve doğal kaynakları insanlığın hayrına kullanma var…

Sistemin adı ne olsun?

Bence tüm canlıların ortaklığı olsun… Ya sizce?

16 Mart 2014 Pazar

Mecburi tercih AK Parti


2009 yılı ‘Yerel Seçimleri’nde yüzde 38 alan AK Parti, 30 Mart 2014 günü yüzde 40 ve üzeri alırsa; tek suçlu ana muhalefet partisidir..

Neden?

Ülkenin temel sorunlarına bakışı asla net değildir.

Mesela ‘Kürt Meselesi’ ya da PKK işi nasıl çözülecek?

Var mı bir bilen?

Halen AK Parti’nin topluma sunduğu ve yürüttüğü ‘Kürt Açılımı’ konseptine CHP’nin tavrı nedir?

Destek veriyor mu, yoksa başka bir çözüm konsepti var mı?

CHP’nin bu konuda bütüncül bir politika üretemediği apaçık ortadır. Ufacık çıkışlara ya da farklı söylemlere karşı ulusalcı, milliyetçi kanatların şiddetli muhalefeti hafızalardan silinmemiştir.

Halkın, ana muhalefet partisine sorusu şudur: ‘CHP iktidar olursa; halen ateş-kes sürecinde ve görüşmelerde ne yapacaktır?’ Yanıt maalesef ya yoktur ya da muallaktır..

Diğer muhalefet partisi MHP’nin ‘Kürt sorunu yoktur, PKK terör sorunu vardır’ şeklinde bir yanıtı vardır. Bu seçimde yükselen yıldız MHP olacaktır, çünkü kesin bir söylemiyle halkın önüne çıkmaktadır. Halk MHP’ye oyunu verirken biliyor ki, tek bir terörist kalmayıncaya kadar mücadele sürecektir. Buna inanan ya da doğru bulan bir vatandaş tercihini MHP üzerinde kullanacaktır. Yok, doğru bulmayan bir vatandaş ise AK Parti yönünde tercihini kullanacaktır. Bu denklemde CHP, 3.tercih olarak maalesef çıkamıyor ya da yoktur.

CHP’nin açmazı ‘’hem milliyetçilerden, hem devletçilerden, hem ulusalcılardan, hem muhafazakarlardan, hem liberallerden, hem de cemaatten oy almayı hedefleyen’’ bir seçim taktiğinde yatmaktadır.

Böyle bir karma anlayışla halkın karşısına çıkan ana muhalefet partisi elbette ‘inandırıcılık’ sorunu yaşar.

Ekonomiye hiç girmiyorum. ‘Faiz ne olacak, döviz nasıl bulunacak’ gibi mikro ve makro ekonomi yönetimi hiç anlatılmaz. Ana muhalefet partisinin iktidar olması halinde ‘hükümeti kimlerle kuracak, gölge kabinesi hazır mı?’ sorularının yanıtı halka hiç verilmemiştir.

12 Haziran 2011 ‘Genel Seçimleri’ sonrası ‘yemin krizini’ hiç anımsatmak istemezdim. TBMM’de yemin etmeyeceğiz diyen ana muhalefet partisinin lideri, AK Parti liderinin tabiriyle ‘tükürdüğünü yalayarak ve kuzu kuzu TBMM’ne gidip’ yemin ettikleri halkın hafızasında kazınmıştır.

‘17 Aralık’ sonrası gerçekten sivil darbe sayılabilecek kriterlerden ‘AK Parti iktidarı tarafından yargı askıya alınmış, AK Parti’li bazı bakanlar hakkında yolsuzluk-rüşvet iddiaları ayyuka çıkmış, AK Parti’li 4 bakan hakkında fezlekeler TBMM’ne gelmiş’ ancak 14 gün sonra yapılacak seçimlerde AK Parti’nin hala yüzde 40 ve üzeri oy alacağını duyuyoruz, okuyoruz..

Nedeni?

Değerleri ve ilkeleri zehirlenmiş olan halkın tercihi suçlu değildir. Halkı ‘40 katır mı, kırk satır mı’  sendromuna sokan ana muhalefet partisidir.

Sokaktaki bir adam şunu ifade ediyor: ‘AK Parti’ye kızıyorum, sakat-sukat işlere bulaşmışlar ama mecburum AK Parti’ye oy vermeye..’

Neden?

AK Parti sonrası bize aydınlık bir gelecek görünmüyor, tam aksine kaos görünüyor. Borcum var, harcım var, ben böyle bir riski göze alamam arkadaş..

Başka bir adam ise ‘yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları tamam da, başbakan ile adalet bakanı arasında konuşmayı kim ve nasıl dinler? Ve bunu ana muhalefet partisi nasıl kullanır? Devletimizin güvenlik sorunu siyasete alet edilir mi hiç? Böyle yapmakla ‘yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları’ perdelenmiştir.

Ergenekon ve Balyoz gibi meşhur davalarda aynı taktik izlenmedi mi? Tüm konuşmalar, tüm kanıtlar kamuoyuna servis edilmedi mi? Mahkeme başlamadan tüm şüphelerin peşinen suçlu oldukları ilan edilmedi mi? Son 5 yıldır CHP, tüm enerjisini bu konuya harcamadı mı? Ergenekon şüphelilerden bazılarını milletvekili adayı yapmadı mı? , ‘TSK’nın askeri vesayeti çökertiliyor’ söylemiyle teğmenler, sivil memurlar bile aynı çuvala atılmadı mı? Tüm bunları yaratan, kamuoyu oluşturan, belli bir odak, CHP tarafından işaret edilmedi mi? Ehee şimdi aynı odakla yan yana durmak, hangi ilkeye, hangi duruşa sığar? CHP Milletvekilleri İlhan Cihaner, Mustafa Balbay, bu ittifak iddiasına ve düştükleri büyük paradoksa ne derler?

Bakın, bana göre AK Parti, yüzde 40 ve üzeri oy alırsa CHP Genel Merkezi odacıları bile dahil hemen boşaltılmalıdır, aksi takdirde işgalci duruma düşerler..




13 Mart 2014 Perşembe

Bucak Belediye Başkanı seçim analizi..


Rakamlar yalan söylemez, neyse odur diyelim ve hemen mevzuumuza geçelim

Bucak merkez için (köyler hariç) 2004, 2007, 2009, 2011 seçimlerinin oy dağılım tablolarını arşivimden çıkardım.

Hadi o zaman önce bir göz bakalım..

Bucak İlçe Merkezinde, 2004 Yerel Seçimlerinde, belediye başkanlığı için 15.846 geçerli oyların, partilere göre dağılımı:
AK Parti     6.923 oy, (Emin Gökmen)
DYP          7.047 oy, (Arsal Sarı)
MHP          720 oy,
CHP          386 oy,

Bucak İlçe Merkezinde, 2007 Genel Seçimlerinde 18.678 geçerli oyların partilere göre dağılımı ise:
AK Parti     11.114 oy,
MHP          2.916 oy
CHP          1.656 oy,

Bucak İlçe Merkezinde, 2009 Yerel Seçimlerinde, 21.007 geçerli oyların belediye başkanlığı için partilere göre dağılımı:
AK Parti     9.231 oy, (Ramazan Ayaz)
DP            8.496 oy, (Arsal Sarı)
MHP          2.213 oy,
CHP          562 oy,

Bucak İlçe merkezinde 2011 genel seçimlerinde 23.506 geçerli oyların partilere göre dağılımı ise:
AK Parti     14.376 oy,
MHP          4.828 oy,
CHP          2.788 oy,

Hadi şimdide tablolardan çıkarımlar yapalım..

-AK Parti’nin, MHP’nin, CHP’nin genel seçim oyları, illa da yerel seçimlerde düşüyor..

-Arsal Sarı için rakamlar, tam bir siyasi fenomen olduğunu kanıtlıyor. Genel seçimlerde AK Parti, MHP, CHP için oy kullananlar; Arsal Sarı aday olunca pat diye geçiş yapıyorlar.
Arsal Sarı, 2004 ve 2009 yıllarında girdiği yerel seçimlerde hep oyunu artırmıştır. 2014 yılı seçimlerini kazanabilmesi için oyunu yine artırması gerekiyor. Yani en son aldığı 8.496 oy sayısını aşması şarttır.

-MHP Belediye Başkan Adayı Ramazan Kesici, 2011 yılı, 4.828 MHP oylarına sahip çıkacak, ilaveten AK Parti’den ve CHP’den oy kaydıracak.. Başarılı olursa, Arsal Sarı için dezavantaj olacaktır.

-AK Parti Belediye Başkan Adayı Süleyman Mutlu, 2011 yılı seçimlerinde AK Parti’ye oy veren 14 bin civarında seçmenin teveccühünü kazanmaya çalışacaktır.

İşi ne kadar zor olduğu apaçıktır.

Neden?

Cemaat-AK Parti kavgası, yolsuzluk-rüşvet soruşturmaları, listeye giremeyenlerin küskünlüğü, halen Belediye Başkanı olan Ramazan Ayaz’ın destek olmaması… Daha ne sayayım..

Bu durumda tüm olumsuzlukları altüst edip AK Parti’ye oy veren seçmenlerin tamamının oyunu alabilir mi?

İdeal olan budur ancak hiç olumsuzluklar olmasa bile hem 2004 hem de 2009 yerel seçimlerinde AK Parti oyları düşüş göstermiştir ve mutlaka 2014 yerel seçimlerinde de görülecektir. Tablolara göre illa da 14 bin seçmenin bir kısmı ya MHP’ye ya da DP’ye kayacaktır.

Başka olumsuz faktörler devreye girmezse; AK Parti Belediye Başkan adayının kazanma şansı neredeyse yüzde 99 oranındadır.

- 29 bin seçmenden tahminimce, 26 bin geçerli oylar dağılımı sonrası Bucak Belediye Başkanı belli olacaktır.

-Analizlerim ışığında öngörüm şudur: 10 bin oyu alan belediye başkanı olur.. Geri kalan 16 bin oyun ise diğer partilere dağılacağıdır.. Uzun zaman sonra belediye meclisinde 3 partinin de belediye meclisi üyesi seçilecektir ve partilerini temsil edecektir.

Son söz: 15 gün kala, rakamlardan oluşan tablolar ışığında seçimlerin ne kadar güç ve çetin geçeceğini söyleyebilirim.



12 Mart 2014 Çarşamba

PARASIZ YAŞAM HAYALİ (ÜTOPİK ÖTESİ) 2.BÖLÜM



Öncelikle 1.bölüme bakarsanız; daha bütünleyici blog olur.. Linki aşağıdadır..

http://omerozdamar.blogspot.com.tr/2014/03/parasiz-yasam-hayali-utopik-otesi.html



Paraya dair düşünce fırtınamıza devam edelim..
 
Var olmanın ve gücün koşulu paradır. Bu nedenle, birinin yaşamak ve güçlü olmak için çalması da çok doğal OLMAZ MI?
 
Samsun'da rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan 2.5 aylık Kübra bebek yapılan tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirdi. İlk incelemeye göre bebeğin ölüm nedeni açlık! Acılı anne tam takır buzdolabını gösterip isyan etti.
 
Şimdi bu annenin hem kendisinin, hem de bebeğinin yaşaması için çalmasından daha mantıklı nasıl davranabilir?

Bazılarımız başka önerilerde bulunabilir. Mesela; insanların vicdanına seslenip istenecek yani dilencilik yapacak… Hani burada insanlık onurumuz…

Mesela; kadın vücudunu satacak, para kazanacak, kendisine ve bebeğine bakacak… Hem toplum, hem de düzen yasaklıyor zaten.

Mesela iş bulsun… İyi de 2,5 aylık bebekle nasıl iş bulsun?

Kocası bulsun denebilir… Yahu kocası iş bulsa zaten mesele kalmaz.

Neredeyse her 4 çalışandan 1’nin işsiz olduğu bir piyasada nasıl bir iş bulacak?
 
 
Dürüstlük, güven ve piyasa..

Böyle sistemde yani parasal düzende insanlara güvenmek de zordur.
Çünkü etik, doğru, düzgün davranırsan iş hayatında barınamazsın. Ya batarsın ya da intihar edersin…

Para piyasasında yürütülen ticaretin temel dayanağı kar etme üzerine inşa edildiği için dürüstlük değerinin dibe vurması kaçınılmazdır…

Para piyasasında var olmak, yaşamak ve güçlü olmak için yaptığın ticarette; kar etmenin temel felsefesi kandırmadan başka ne olabilir?

Para piyasasında ürettiğin bir malı yüzde 10-20-30-40-50 karla satmak temel amaç olur. Kimse kalkıp şunu demez: ‘’Yahu ben dürüstüm, kar etmeden maliyetine mal satacağım’’’ Zaten derse üzerinden çok süre geçmeden iflas eder…
 
Adam Smith’in mimarı olduğu para piyasası mantığı şunu emreder: Toplumu refaha götüren bencillik ve rekabettir. İnsanları azimle çalıştıran rekabetin getirdiği ya da yarattığı dürtüdür. 
 

Demokratik seçim hilesi..

Liberalizm en kutsal öğesi demokratik seçimdir. Oysa burada da piyasanın can damarı para devreye girer.
 
Nasıl mı?
 
Yürütülen seçim kampanyalarına bakın bir hele… Şatafat, görkem, reklam, PR (Halkla ilişkiler) önce gözlere, sonra duygulara, sonra akla hitap eder.
 
Bilinçli olarak insanların kime oy vereceklerini bilememe durumu yaratılır.
 
Hangi partiden olursa olsun bir adayın seçim kampanyası için daha fazla parası varsa seçilir.
 
Bu ne anlama geliyor?
 
İstediğinizi değil, istenileni seçiyorsunuz.
 
Aklıma Türkiye demokratik serbest seçimleri geldi. Ülkeyi yönetmeye talip olan 30 küsur parti vardır. Bunların içinde iktidar ve muhalefet partileri hazine eliyle zaten para yardımı alıyorlar. Gelecekte iş yapma ve kar etme beklentisiyle iktidar ve ana muhalefet partisine yapılan gönüllü yardımları da ilave edersek diğer partilerin şansı kalır mı?

Kimse kimseye masal anlatmasın! Para piyasası kimi işaret ediyorsa o parti kazanır ya da kazandırılır. Yok başka bunun yolu..
 
Para piyasasında olanaksız olan her şey demokrasi kuralları çerçevesinde düşünülür ve çözülür gibi illüzyon yaratılır.
 
İşin özü demokrasi, para piyasasının bir oyunudur. Bu oyun sayesinde elitlerin, zenginlerin hakimiyeti hep daim olur, hep sürer...
 
 
Dürtü mü, davranış mı dominanttır?

Para piyasasının sürekliliği için kurgulanmış ve öğretilmiş dünya görüşümüz; maalesef doğru ve dürüst davranma yeteneğimizi de köreltir.
 
İnsanlar için içgüdü kelimesini kullanırlar, davranışı önemsemezler. Çünkü insanların nasıl davranacağına para piyasası karar verir…
 
İnsan doğası ya da içgüdüsü yoktur, insan davranışı vardır ve tarih boyunca değişim göstermiştir. İnsanlar bağnaz olarak, açgözlü olarak, kin dolu olarak dünyaya gelmediler, bunları yaşadığı toplumdan aldılar ya da kazandılar.
 
Açgözlülüğü, bağnazlığı, önyargıları ve birilerin sırtından geçinmeyi kaldırmak aslında elit grupları ve hapishaneleri ortadan kaldırmakla eş anlamlıdır.
 
Tam da bu yazıya uygun bir dipnot hikayesi anlatmak isterim. O zaman buyurun okuyun!
 
Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. 
 
Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. 
 
Hindistancevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. 
 
Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir. 
 
Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. 
 
Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. 
 
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. 
 
Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz. 
 
Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. 
 
Onu sadece kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. 
 
Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. 
 
Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür. 
 
Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. 
 
Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak, özgürleşmektir.


3 bölüm halinde yayınlayacağım yazı dizisidir.. Üçüncü ve son bölüm 1 hafta sonra gelecektir..





11 Mart 2014 Salı

30 Mart sonrası neler olacak neler senaryosu..


Her şey AK Parti’nin ne kadar oy alacağına bağlı olarak çok şeyler hesaplanıyor, planlanıyor..

Yüzde 45 civarında oy alırsa; paralel örgüt olarak adlandırılan ‘cemaat’ yandı ki ne yandı!

Nasıl?

Şu veya bu sebeple tüm yurtları, pansiyonları, öğrenci evleri, dershaneleri, okulları kapanacaktır.. Dışişlerinin girişimleriyle de yurtdışı okulların kapatılmasına çalışılacaktır. Şimdiden Azerbaycan, Pakistan cemaat okullarına kilit vurulmuştur.

ÖYM’lere bakan hakim ve savcıların önemli kısmı önce HSYK’ya sevk edilecek, soruşturma sonrası meslekten ihraç edilecek, sonra ise mahkeme önüne çıkarılacaktır..

Son 10 yılda KPSS, hakimlik ve polis okulu sınavları didik didik araştırılacak, uyumsuz ya da şaibeli sonuçlara göre memur olanların işlemleri hemen iptal edilecek..

Cemaat bankası üzerine BDDK gidecektir. Şirketleri üzerine vergi memurları salınacaktır.

Böylece cemaatin, 40 yıllık kazanımları bir anda sıfırlanacaktır..

Yüzde 45 ve üzeri oy alınması halinde başka ne gibi siyasi sonuçlar görülebilir?

Başbakan Erdoğan yüzde 99 olasılıkla Cumhurbaşkanlığına aday olacaktır.

Ağustos-2014 ayında mutlak surette önümüze 2 sandık konacaktır. Hem cumhurbaşkanı hem de milletvekili seçimi yapılacaktır.

AK Parti’nin 3 dönem kuralı askıya alınacaktır.

Kürt açılımı ve çatışmazlık devam edecektir.

Devlete karşı işlenen suçlara yönelik kısmi af artık daha yüksek sesle telaffuz edilecektir.

4 bakana ait fezlekelerin görüşülmesi 2015 yılı sonuna bırakılacaktır.

Peki, ana muhalefette ne olacak?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, koltuğu bırakır. Muhtemelen yerine Sarıgül gelir ama CHP kesin bölünür..

Bu öngörü tutarsa; AK Parti, 2019 hatta 2023 bile garanti iktidar olarak yoluna devam eder.  

Tersi olur da, AK Parti yüzde 30, CHP yüzde 30, MHP yüzde 20 ve diğerleri şeklinde seçim tablosu çıkarsa; işte bu AK Parti’nin felaket senaryosudur..
Ak Parti için sonun başlangıcıdır. Mutlaka merkez sağa hitap eden başka bir siyasi parti oluşur.

Cumhurbaşkanın halk oyuyla seçiminin iptali ve tekrar TBMM’de seçilmesi için çeşitli siyasi girişimler yapılır..

Çatışmazlık biter, PKK tekrar silahlı mücadeleye başlar..

Seçimlerin tam tarihinde yani 12 Haziran 2015 günü yapılması için her türlü çabayı gösterir.. Bu karşın muhalefet yüklendikçe yüklenir..

İçeride ve dışarıda AK Parti sonrasına hazırlıklar yapılır. En önemlisi cemaatin ne kadar gücü olduğunu, aynı zamanda cemaat olmadan AK Parti’nin olamayacağını cümle aleme kanıtlar..

Artık cemaat-CHP eklemlenmesi iyicene belirginleşir..

Milliyetçi Kürtler ile Milliyetçi Türkler bazı yerlerde çatışma halinde olacaklardır.

Fenerbahçeliler ile Trabzonsporlular arasında husumet büyüyerek devam edecektir.


Bu öngörüm tutarsa; 2015 yılında AK Parti ana muhalefet, başka bir koalisyon hükümeti görülecektir.