24 Ağustos 2012 Cuma

Zor dostum zor…


AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan koltuğunda oturmuş bir sağına bakıyor, bir soluna bakıyor ama nihai karar veremiyor..

 

Sağında 2013-Kasım ayı yerel seçimleri, 2014-Ağustos ayı Cumhurbaşkanlığı seçimi, 2015-Haziran ayı Genel Seçimler, aylık kamuoyu araştırma şirketlerinin raporları, HAS Parti’nin içeriye alınması, Eski DP Genel Başkanı Süleyman Soylu’nun katılımı, BBP’nin zımmen desteği..

 

Solunda ise İzmir, Gaziantep terör saldırısına ilaveten Hakkari ve özellikle Şemdinli’de yaşanan çok şiddetli çatışmalar.. Kısaca Kürt meselesi.. Hemen dibinde Suriye meselesi, Kürecik Radarı nedeniyle arası bozulan ilişkiler yani İran meselesi..

 

Son 2-3 yıldır Kürt meselesinde izlenen taktik; tümden bir paket halinde değil de, parça parça düzenleme yapmaktır. İşte TRT-ŞEŞ Kürtçe yayını, işte Eğitim-Öğretimde Kürtçe seçmeli ders olması gibi.. Azar azar kamuoyuna bu düzenlemeler anlatıldığı zaman hem sindirimi ve kabulü kolay oluyor,  hem de sağında duran anketlere olumsuz yansımıyor..

Fakat karşısındaki illet PKK, bunu kabul etmiyor, aynı zamanda kamuoyunda paket olmadığı için Kürt açılımı algısı oluşmuyor..

 

Ne yapacak şimdi Sayın Başbakan?

 

Sağ yanında Cumhurbaşkanlığı beklentisi, sol yanında PKK yüzünden kaçan huzur..

 

Açılım maçılıp yoktur deyip güvenlikçi politikasını sürdürse ne olur? Bence yanlış olur.. Çünkü çözüm kaçınılmazsa, ertelenmesi çok daha yüksek maliyetlere neden olur.

 

Nasıl mı?

 

2012 yılında herkes ağız birliği etmişçesine ‘Kürt Meselesi’ var diyor, öyleyse çözümün ertlenmesi hem siyasi hem de ekonomik maliyeti olacaktır. Malumunuz ‘Kürt Meselesi’ 30 yıl ertelendi, ne oldu? Türkiye’ye 1 trilyon dolara mal oldu.. O halde geçmiş iktidarlar gibi siyasi hesaplarla çözüm ertelenirse Türkiye çok şey kaybedecektir..

 

Çözüm ise Yeni Anayasa zeminde olacaktır. Vatandaşlık tanımı değişecek, yerinde yönetim olacak, böylece bu iş kökünden çözülecektir.

 

Nasıl olacak bu iş?

 

Basittir. Anayasanın ilk maddesi ‘’Türkiye Cumhuriyeti Türk, Kürt ve diğer vatandaşlardan oluşmuştur’’ yazılacaktır. Vatandaşların sahip oldukların kimliklerin milliyeti bölümüne Kürt, Türk yazılacak, hepsi budur..

 

Yerel Yönetimler Reformu hep konuşulur ama bir türlü Ankara vesayeti sona ermez. Bir ilin öğretmen, hemşire, doktor atamasını niye Ankara yapsın arkadaş? O ilin seçilmiş valisi, meclisi yapar bu işleri.. Kısaca Özal’ın hayali olan eyalet sistemi anayasaya girecektir.

 

Bu yapılabilir mi?

 

Yapılırsa, başımızın belası PKK tamamen marjinal hale gelir.. Yapılmazsa analar ağlamaya devam eder..

 

Suriye, İran meselesi bambaşkadır.

 

Neden?

 

Çünkü bu meselerde Sayın Başbakan Erdoğan’ın tek başına iradesi yeterli değildir. ABD, Rusya, Fransa, İsrail gibi başka aktörler devrededir..

 

‘Zor dostum zor’ repliği bir kez daha aklıma geldi..

 

Neden?

 

Nedeni var mı? Sayın Başbakan soluna bakıyor savaşlar, sağına bakıyor seçimler..

 

Seç seçebilirsin.. En kötüsü de her ikisi aynı sepete sığmıyor..

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Küresel Para Sistemi hem AK Parti’ye, hem de Yeni CHP’ye barışı dayatıyor..


PKK ile Oslo görüşmeleri, PKK’ların Habur görüntüleri, AK Parti’yi siyaseten çok yıprattı. AK Parti, tabandan aldığı sert tepkiler üzerine hızla tornistan yaptı, barış politikası yerine güvenlik politikası uygulamasına geçti..

CHP önce ‘Yeni CHP’ adıyla zaten AK Parti’nin boşalttığı bu alana gireceğinin sinyalini önceden verdi. CHP Genel Başkanı ve heyeti AK Parti’yi ziyaret etti ve Kürt meselesini beraber çözelim teklifini önerdi..

Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün üzerinden Yeni CHP ‘Kürt Meselesine’ derinden ve kurumsal bağlayıcı tavrıyla herkesi şaşırtmıştır. Kılıçdaroğlu yaptığı açıklamada; ‘Milletvekili Aygün’e sahip çıkıyorum ve arkasında duruyorum’ demesiyle herkesi bir kez daha şaşırtmıştır.

Farkındaysanız Hüseyin Aygün’ün PKK tarafından kaçırılmasına, bırakılmasına ve çok sansasyonel konuşmasına Şamil Tayyar istisnasıyla AK Parti hep sakin, hatta sessiz kalmayı tercih etmiştir.

Küresel Para Sistemi öyle bir oyun kurdu ki ne CHP, ne de AK Parti bu işten sıyrılamaz artık.. Bu işi beraber çözün dayatması ortadadır.. Bu durumdan kaçan parti lideri olursa gelecek yılları çok zor geçer..

CHP’den tırnak içinde ulusalcılar kanadı biraz gürültü kopardır ama o kadar.. Partiden koparlar mı? Olabilir ama siyasi intihar olur.. Bir daha milletvekili olamazlar, gerçi kopmasalar da olamayacakları bellidir ya..

Peki, Küresel Para Sistemi Türkiye’nin yüzde 77’sine dayanan oy oranlarıyla 2 büyük partiye neden barışı dayatıyor?

Birinci neden tüketici genç nüfus dağlarda yaşıyor, büyük çoğunluğu ölüyor..
İkinci neden milyarlarca dolar silaha, bombaya, mermiye harcanıyor.. Yani otomobil, ev, beyaz eşya yerine Küresel Para Sistemi’nin hiç istemediği bir alana para harcanıyor..

Nasıl bir barış olacak?

Küresel Para Sistemi, muhtemelen ‘Kürt Özerk Bölgesi’ yaratılmasını ve anayasayla, kanunlarla desteklenmesini istiyor.. Fazlasını, eksiğini direten tarafların bertaraf olacağı aşikardır.. Bu iş şuna benziyor, ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibidir..


16 Ağustos 2012 Perşembe

İyi Bayramlar...




Ramazan Bayramı ya da Şeker Bayramı sağ olana, sağlıklı olana yeni bir sevinç, yeni bir mutluluk, yeni bir kavuşma, yeni bir vuslata ermedir..



Elbette bu bayram sevincini buruk geçirenlerimiz de vardır, işte askerde evladı olanlar, işte yakınları hastanede yatanlar, işte şehitleri olanlar, işte gurbette olanlar, işte bayramda kavuşmayı bir başka bayrama erteleyenler..



Bayram yazısı yazacağım da nostalji yapmayacağım, bunun mümkünatı yoktur..



Bayram sabahı giymek üzere yastığımın altında sakladığım, ayakkabılarım, çoraplarım, pantolonum..



Bayram sabahını iple çekmemiz ve o gece bir damla uyku uyuyamamız..



Bayram sabahı kimden ne kadar harçlık alacağımızı, tahmini toplam rakamımızı basit aritmetik işlemlerle hafızamıza kazımamız..



Bayram sabahı öncelikle ailemizin ellerini öptükten sonra kime, ne zaman gideceğimizin hesabını yapmamız, uzak yerleri son güne ertelememiz..



Kabul etsek, kabul etmesek, gerçek olan 1970’lerin bayramı bitti, 2012’lerin bayramı var artık..



Bayramı dayanışma, görüşme, barışma vesilesi olmaktan çıkarıp; nereye tatil için giderim gayesine döndü artık.. Anne-babası sağ ise bir telefon açması yeterlidir.. Gitmesi-gelmesi artık hiç mümkün değildir..



Neyse herkesin bayramanı en içten dileklerimle kutluyorum, sevdikleriyle daha nice bayramlar geçirmenizi diliyorum.. Bayramı hadi biraz gülerek geçirelim ve sizler için bir demet fıkra seçtim..



Varan-1

Bayramın yaklaştığı günlerden birinde, iftar sırasında, misafirlerden biri:
‘’Keşke, Ramazan, senede iki kez gelse’’ der..


Aynı sofrada misafir bulunan Bektaşi, hemen şu cevabı verir:


Öyleyse Ramazan gider gitmez neden bayram yaparsınız? İnsan, sevdiği gidince bayram mı yapar hiç?...



Varan-2

Ramazan vakti Temel karısı ile yatmamaya karar vermiş. Fadime bu fikri beğenmediği halde kabul etmiş ve Temel’e yardımcı olacağına söz vermiş. İlk iki hafta pek zor olmamış, Temel ile Fadime kendilerini kontrol edebilmişler.


15 günden sonra artık Temel dayanmakta çok zorluk çekiyormuş. Ama Fadime sözünden dönmemiş. Geceleri yatağa eski, kirli elbiseleriyle giriyormuş. Yatmadan evvelde bol bol sarımsak, soğan ve hamsi yiyormuş ki Temel iğrensin diye. Son hafta çok zor olmuş ki Fadime yatak odasının kapısına kilit takmak zorunda kalmış.


Neyse bayram sabahı bizim zavallı divanda yatan Temel yatak odasının kapısını tıklamaya başlamış. Tık, tık, tık…
— Kimim biliyor musun?
—Tabi ki biliyorum, sen Temelsin... Demiş Fadime.
—Ne istediğimi biliyor musun?
—Ne istediğini biliyorum...
— Peki, kapıyı neyle tıkladığımı biliyor musun?



Varan-3

Bir bayram günü nasreddin hoca komşusuna ziyarete gidince komşusu her misafire olduğu gibi hocaya da bal ikram ediyor.
Bir tepsi içinde gelen koca bir petek baldan her gelen misafir bir iki kaşık alır çekilirmiş.
Komşusu bakar ki hoca kaşığı daldırdıkça daldırıyor. Peteğin yarısına gelmiş daha duracağa da benzemiyor. Dayanamayıp:


- Aman hoca fazla yeme yoksa için yanar deyince hoca cevabı yapıştırır:


- Kimin içinin yandığını allah bilir.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Kürdistan hayal mi, gerçek mi?


Bugün öğle haber bülteninde Sayın Fatih Altaylı’yı izledim, onun ve daha önceden okuduğum Taha Akyol gibi bazı liberal yazarların savunduğu bir fikre asla katılmıyorum.



Nedir o fikir?



Türkiye gibi ülke varken ve orada yaşarken; Kürtler gidip Barzani liderliğinde kurulacak Kürdistan’a ‘EVET’ demezler..



En son deneyimli Kürt Politikacı Ahmet Türk ne diyor?



Suriye, Türkiye, Irak, İran Kürtlerinin birleşmesi, Kürtlerin intiharı olur. Özerk ve özgür olmaları yeterlidir..



Bence hepsi külli yalandır, altı boştur. Hem Ahmet Türk’ün söyledikleri hem de Türkiye kanaat önderi olan liberal yazarların düşündükleri..



Neden?



Akıl ve mantık yürütelim.. Bazı şeylerin söylenmesi için basit, sade düşünmek yeterlidir..



Empati yapalım mı? Yüzyıllardır hayalini kurduğu Kürt devleti kurulmasına ve onun aidiyatına girilmesine, normal bir Kürt vatandaşı niye karşı çıksın?



Irak tamam, Suriye tamam sayılır, sırasıyla İran da tamam olunca otomatikman Türkiye de tamam olacaktır..



Tarihi akışı aklı selim yorumlayabilen bu çıplak gerçeği pat diye görür.. Bu süreç başlamıştır ve normal seyrinde akmaktadır.. 20 yıl içinde Irak ve Suriye ayağı tamamlandı, belki 10 yıl, belki daha kısa zaman süresi için İran ve Türkiye ayağı da tamamlanacaktır.



Liberallerin tezi şudur: Türkiye demokrasi ve haklar açısından diğer 3 ülkeye göre çok daha iyi seviyededir ve hala daha iyi olması için çalışılmaktadır. Doğru mu? Doğru denebilir..



Peki, bu tez Türkiye Kürtleri için caydırıcı mıdır?



Hiç de değildir. Kürt kimliği ve bayrağı altında birleşmiş bir Kürt devletle yaşamayı 10 kere, 100 kere tercih eder..



İşte okullarda Kürtçe eğitim, işte Kürtçe televizyon, işte yeni anayasa taslağında yeni vatandaşlık tarifi falan ana gidişatı asla değiştirmez, en fazla geciktirir..



Kürdistan hayal mi, gerçek mi?



2012 yılının sıcak yaz mevsiminde yüzde 99 olasılıkla artık gerçek olmuştur.



Türkiye ne yapmalıdır?



Osman Pamukoğlu’nun dediği gibi ‘Hakkari elden gitmiştir’ lafına ağlayıp sızlamadan; 10 yıl sonrasına dair starteji geliştirmelidir.  



Bana göre en doğru stratejik karar şudur: Türkiye bu birleşik Kürt devleti için önayak olmalıdır. Tüm hesapları tersyüz etmelidir. Böylece bu yüzyıllara dayanan kamburu sırtından atmalıdır. Sayın Başbakan Erdoğan’ın deyişiyle ‘Halkların kendi kaderini kendilerinin belirlemesine saygı duymalıdır.’



İlk adım ne olmalıdır?



Suriye devleti, hani Kürt vatandaşlarına kimlik vermemiş ya, bu çok eleştrilmiş ya, bence Türkiye’ye göre çok daha doğru bir uygulamadır. Çünkü Türkiye, kendi sınırları içinde yaşayan Kürt vatandaşların sayısını bile bilmiyor. Suriye bari biliyor. Çünkü kimliği olmayanlar Kürttür.. Ortak yanı ise her 2 devlet maalesef Kürtleri yok saymıştır. Birisi kimlik vermemiş, birisi de kimlik vermiş ama Kürt yazmamış..



Hemen tez elden Kürtlerin sayımdan geçmesi gerekiyor. Güneydoğu, Doğu Anadolu bölgelerinde ne kadar Kürt var, Anadolu’nun diğer metropollerinde ne kadar Kürt var, bilmeliyiz, kimliklerine Kürt yazmalıyız..



İkinci adım, üçüncü adım bellidir ve sırayla tatbik edilir.. Bu yapılmazsa Türkiye’nin bekası bile tartışmalı hale gelir..



Benden söylemesidir, İster kulak ardı edin, ister ciddiye alın..

7 Ağustos 2012 Salı

Cinler, melekler, şeytanlar..


Cin, şeytan ve melekler görünmez varlıklardır.. Bugün Habertürk TV’de, öğle haber bülteninde, yeni vizyona girecek olan bir film varmış. Adı da ‘Bir Cin Vakası’ olup Yönetmen ve Senaristi Hasan Karacadağ imiş..

İşte bu vesileyle bugünkü yazıya da cinler, melekler, şeytanlar yani görünmez varlıklar konu oldu..

İlginç neler duydum, farklı neler öğrendim?..

Bir kere cinler, kızgın ateşin dumansız alevinden yaratılmıştır. Bu hususta hem teologlar hem de diğer insanlar mutabıktır, çünkü ayetler vardır.

Nedir o ayetler?

Sırasına göre 40. sure, resmi sıralamaya göre 72. sure olan Cin Suresi 28 ayettir. Kuranda Cinlerin varlığı ilgili 30 dan fazla ayet vardır. Cinler dumansız ateşten yaratılmış gaybın varlıklardır.

Kur’an-ı Kerimde
55/RAHMAN-15: Ve halakal cânne min mâricin min nâr (nârin).
Cann'ı (cinni) da 'yalın, dumansız bir ateşten' yarattı.
(Hicr 27) " Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık." Ayetleriyle
CİNLERİN ateşten yaratıldığı ifade edilmektedir



İlahiyat Profösörleri ısrarla cinlerin görünmez/görünemeyecek varlık olduğunu söylemektedir. Film de ise cin çıkarma vakasının videosundan fragman gösterilmektedir.



Peki, cinle, melekle, şeytanla ilgili wikipedia ne yazıyor?



İslam inancında cinler : Kur’an yorumcuları Kur’anda insanüstü yetenek ve icraatları anlatılan Peygamber Süleymanla ilişkileri anlatılan Saba melikesi Belkıs hakkında yorum yaparlarken O’nun annesinin bir cin olduğunu kaydederler. Bu konudaki rivayetlere dayanarak cinlerle evliliğin mümkün ve caiz olup olmadığı konuları uzun uzadıya tartışılmıştır. [1]

İslâm'a göre cinlerin ateşten yaratıldığına inanılır. İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'da cinlerin insanlardan önce yaratıldığı geçer. Bazı açılardan insanlara benzerler; iradeleri mevcuttur, iyi veya kötü eylemlerde bulunabilirler, insanlar gibi yiyip içer, evlenip, çoğalabilirler. Erkeklik ve dişiliklerinin olduğuna inanılır, yani doğar, büyür ve ölürler. Fakat ömürlerinin insanlarınkine oranla daha uzun olduğuna inanılır. İslam dininde cinler de insanlar gibi inanan ve inanmayan şeklinde ayrılır. İnanmayan cinlerin sayısının daha fazla olduğu düşünülür. İnsanlar gibi ibadet ile yükümlüdürler. İnanan cinlerin inanan insanlarla beraber cennete gideceğine, inanmayan cinlerin ise inanmayan insanlarla birlikte cehenneme gideceğine inanılır. İslam dinin kutsal kitabı Kur'an'a göre, İslam dininin son peygamberi Muhammed hem insanlara hem de cinlere gönderilmiş, hem insanları hem de cinleri İslam dinine çağırmıştır.

Bunların dışında insanlardan farklı çeşitli özellikleri olduğu düşüncesin çerçevesinde birçok varsayım mevcuttur. Bunlardan bazıları; çeşitli şekillere girebildikleri, çok kuvvetli olup bazı ağır işleri gerçekleştirebilecekleri, istedikleri takdirde gözle görülebilir olabildikleri, çok hızlı hareket edebildikleri şeklinde sıralanabilir.

Genel kanının tersine İslam inancına göre cinler geleceği ve gaybı bilemezler. Her ne kadar ruhani bir varlık türü olduklarından insanların bilmediği bazı gizemleri bildiklerine inanılsa da, geleceği ve gaybı bilmezler. Ayrıca peygamberlere inen vahyi (ilahi haber ve mesajları) peygamberler tarafından açıklanmadıkça bilemezler.

İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'da cinleri konu alan bir sure (bölüm) mevcuttur, adı da Cin Suresi`dir ve Kur'an'ın 72. suresidir.



İnsani geleneklere göre cinler: Çeşitli yörelerde pir, sahip, ecinni, mekir, iyi saatte olsunlar denilmektedir. Bunların da çeşitli dinden olanları kadını erkeği bulunup bütün işlerini geceleri yaparlar, sabah ezanıyla dağılırlar, toplandıkları yerler han, hamam, değirmen, izbelik, mezarlık, ağaçlık, tekin olmayan yerler diye inanılır. Çöplüklere, incir ağacı dibine işenmez. Metruk yerlerde destur çekilir. Muzip oldukları, işleri yapıp bozdukları söylenir. Kızdıranları çarparlar. İnsanların arasını bozdukları, karı kocayı ayırdıkları, inme indirdikleri, kadın veya erkeğe tutulup evlenmelerine mani olduklarına dair inanışlar vardır. Bunların meydana getirdiği hastalıklar için Cinci Hocalar, Hıristiyanlıktaki cin çıkarmaya benzer törenler yaparlar.

Dünyanın çeşitli yerlerinde karakedi ve karaköpeğin cinlerin kötü şeklindeki birer biçimi olduğuna inanılır.[kaynak belirtilmeli] Halk inanışlarında din, efsane, masal ve folklor öğeleri birbirine karışmıştır. Osmanlı zamanında cinlerin bir görünen bir de görünmeyen iki türü olduğuna inanılır, falcılık büyücülük gibi faaliyetlerle bunlar arasında ilişki kurulurdu. Anadolu folklorunda cinlere dair çok geniş bir inanış çeşitlemesi bulunmaktadır.



İslâm'da melekler: Meleklere inanmak İslam dini akidesinin bir parçasıdır, yani iman esaslarındandır. Buna göre İslam dininde meleklerin varlığına ve İslam dininin melek görüşüne inanmayan kişi iman etmiş olmaz. Konuya Kur'an'da 2/285 ve 2/177'de değinilmiştir.

İslâm dininde melekler, yemeyen, içmeyen, erkeklik ve dişiliği olmayan, uyumayan, günah işlemeyen, gözle görülmeyen, nurdan varlıklar olarak nitelenmiştir. Görevleri, mahlukatı Allah'ın ismiyle seyredip, Allah'ın kudret ve sanat eserlerini o türlerde görerek, Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ve tespih etmek, ve Allah'a ibadet etmektir. Ayrıca insanlar dışındaki mahlûkatın Allah'a karşı yaptıkları ibadeti Allah'a sunmakla yükümlüdürler. Bunun yanında hayvanların ve bitkilerin görevlerini onlara ilham etmek ve irade ile olan hareketlerine müdahale etmek, vaziyetlerini bir şekilde düzenlemek ile de vazifelidirler. İslam inancına göre meleklerin bu görevleri onların ibadetleridir. Mahlûkat üzerinde gerçek bir tasarrufları yoktur. Yaptıkları ancak Rablerine karşı dua etme konumunda kalarak, neticeyi Allah'ın yaratmasını istemeleridir. Bu İslâm'daki tevhit inancının bir gereğidir. Tevhit inancına göre evrende olan bütün her şey Allah tarafından yaratılır. İnsan, melek ve benzeri bütün mahlûkatın iradeleriyle istemeleri ise, vücuda getirilmek istenen şeyin yaratılmasını Allah'tan talep etmekten ibarettir.[4]

İslam dinine göre meleklerin iradeleri vardır. Fakat şeytan tarafından musallat olunmadıkları için bu iradelerini insan gibi kötü yönde kullanabilme kabiliyetleri yoktur. Dolayısıyla günahsız varlıklardır. Aynı sebepten ötürü makamları sabittir.[5]

İslam dininde, Kur'an'da veya hadislerde meleklerin sayıları ve çeşitleri tam olarak belirtilmemiştir. Yine de bazı melek çeşitleri ve görevleri gerek Kur'an'da, gerekse hadislerde belirtilmiştir. İslam dininde özellikle dört büyük melek olarak anılan dört baş melek vardır. Bunlar: Cebrâil, Mîkâîl, İsrâfil ve Azrâîl'dir.



İslamiyet’te Şeytan: Şeytan, İslamiyet'e göre insanları dinden caydırmaya çalışan cin türünden bir varlıktır. Cinler, meleklerden farklı olarak irade sahibidir. Yaratılışının en büyük nedeni, kıyamete kadar, insan iradesinin sınanmasıdır. Bu sınavı geçenler ödüllendirilecek, geçemeyenler ise cezalandırılacaktır. Kur'an'da şeytandan bahsedilen ayetlerde insanlar onunla birlikte hareket etmemeleri konusunda uyarılmıştır. Şeytanın önceleri bilgeliğinden yararlanılan ve sayılan biriyken, Allah'ın huzurundan kovulma aşamasına nasıl geldiği Araf suresinde anlatılır. Hristiyanlık ve İslamiyet, şeytanın bir zamanlar Allah'ın sevdiği bir hizmetkarı olduğu konusunda hemfikirdir.

"And olsun, size yeryüzünde imkân ve iktidar verdik. Sizin için orada birçok geçim imkânları da yarattık. Ama siz ne kadar az şükrediyorsunuz! Ant olsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblisten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı."

Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi. Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddin değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.” “Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” Allah dedi ki: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi Cehennem'e doldururum.” “Ey Âdem! Sen ve eşin Cennet'te kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” Derken Şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (Cennet'te) ebedi kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.” “Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin etti. Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tattıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini Cennet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rableri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi. Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” Allah dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.” Allah dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.[3]



Şimdide benim düşünce ve yorumuma sıra geldi..



Eskiden beri duyduğum görünmez varlıklarla ilgili sözler vardır. Nedir onlar?



‘Cin gibi adam’



‘Küllükte oynama yoksa cin çarpar’



‘Çok kızdım ve cinler tepeme çıktı’



‘Cin misin, şeytan mısın, sen nesin?’



‘Herkes onu seçer ve adamda şeytan tüyü mü vardır?’



‘İyiliksever melek gibi kadın’



‘Adam öyle kurnaz ve üçkağıtçıdır ki, şeytanın bile kıçına anahtarı uydurur’



‘Ey sevgili! Şeytan mısın, melek misin?’



‘Adam, şeytanın ta kendisidir’



Anladığım ve yorumladığım kadarıyla insanoğlunun, dünyevi işleri görünmez varlıklara yükleme kolaycılığı söz konusudur..



‘Bir Cin Vakası’ filmi senaristinin anlattığına göre uyurgezer kız vardır. Klinikte kameralarla izlenmektedir. Gözleri kapalı uyurgezer kız, yolunu bularak kapıdan dışarı çıkabilmektedir ve dolaşabilmektedir.



Soru şudur: ‘Uyurgezer kız, gözleri kapalı olduğu halde nasıl düşmeden dolaşabiliyor? Acaba cin ya da cinler yardım mı ediyor ya da görünmez başka varlıklar mı?’



Bence uyurgezer kıza kimse yardım etmiyor. O kıza has, o kıza münhasıran (zaten öyle olmasa uyurgezer olmaz) beyninde bir bölüm gündüz gezdiği, dolaştığı yeri gece kullanmak üzere kayıt ediyor, o kayıtlar sayesinde uyurgezer kız, gözü kapalı ve düşmeden aynı yerleri dolaşabiliyor..



20-30 yıl öncesinde cin ve şeytanla ilgili ne efsane hikayeler vardır.. Nedense günümüzde tüm bu hikayeler ya çok azalmıştır ya da bıçak gibi kesilmiştir.. Neden peki? Bence insanların her biri görünmez varlıkların yapabileceği her şeyi yapmaktadır. İnsan varken şeytana hacet kalmamaktadır.. İnsan varken cinlerin yapacağı bir aksiyon kalmamıştır çünkü insanoğlu cin gibi olmuştur..



Neyse ‘Bir Cin Vakası’ filminden ben de böyle cin gibi yazı çıkardım.. Herkese iyi okumalar:J)





6 Ağustos 2012 Pazartesi

PKK’ya yenildik, bu iş bitti artık..


2012 yılını yarılarken geldiğimiz nokta maalesef yenilgi ve bitiş düdüğüdür..



Neden?



Bu yargıya varırken son Çukurca saldırısını falan dikkate almadım. Görünmez bir el Türkiye’yi ısrarla yenilgi noktasına sürükledi ve o görünmez el en son bitiş düdüğünü de çaldı.. Oyun bitti artık..



Eskiden anımsarım, çoçuklarla oyun oynar, akşam olunca ‘bu ne düğülcük, herkes evine dağılcık’ der ve giderdik.. Hakkari, Şırnak, Diyarbakır gitti, pılımızı pıtımızı toplayalım ve ayrılalım..



AK Parti hükümeti, bu hazin finalde ya da bitişte son figuran olarak tarih sayfalarına geçecektir. Bu işin tek başına vebalini AK Parti’ye de yüklemek haksızlık olur zaten..

Neden?

Çünkü son 90 yılda Cumhuriyet’in ‘Türkleştirme’ projesi tutmamıştır, olmamıştır.. Bu konuyu uzatmaya, diretmeye gerek yoktur. Sürgünler, hapisler, yok etmeler, çatışmalar yaşandı ancak kabul edelim, başarılamadı.. Kürtler kimliklerini terk etmediler, unutmadılar, asimile olmadılar.. Hayır, Kandili yok etsek bile sonucu değiştiremeyiz.



Neden?



Bir taraf gönüllü, inanmış, ideolojik savaş veriyor, diğer taraf ise zoraki, usulen, geçici bir sürelik savaş veriyor..



Kim kazanır?



Kazanan bellidir. Enerjimizi, gençlerimizi daha fazla kaybetmeyelim ve hemen çekilelim..





Bu saatten sonra federasyon, konfederasyon, özerklik gibi uzlaşma ve barışma girişimleri de kabul görmez..



Neden?



Çünkü Irak tamam, Suriye tamam olursa; Kürdistan Devleti kurulmadan bu süreç tamamlanmaz artık..



Kim ne derse desin, hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın, PKK silahlı örgütü Kürtler için sembol olmuştur, onların nezdinde saygınlık kazanmıştır.



Eğer Kürdistan’la komşu olacaksak daha fazla kan dökülmesin ve kin de oluşmasın..



En önemlisi ise Türkiye ne kadar reddetse bile küresel aktörlerin önümüze koydukları bu yeni menüyü yemek ve sindirmek zorundayız..



Biliyorum ki, bu yazıyı okuyanlar çok kızacaklar, hatta hain bile diyecekler ama aklımı ve tarihi gelişmeleri düzgün okumayı bir kenara atamam..

Kıvırtmadan, dümdüz, bodoslama ifade etmeyi her zaman en doğru yöntem bilirim ve söylerim.. Bugün televizyon haber kanallarını izledim, koca koca insanlar, gerçeği söylememek için bin dereden su getiriyorlar.. Aklı selim birisi çıkıp; ‘Kardeşim bu iş bitmiştir, oraları sahiplerine terk etmemiz gerekir’ demiyor ya da diyemiyor..

90 yıl önce İngiltere bu işi yapmaya çalıştı, şartlar, konjoktür gereği olamadı ama 2012 yılında bu bayrağı devrelan ABD yapacaktır, yaptı bile..



Bu arada üzülmeye gerek yoktur. Akıllıca davranıp müzakere masasına oturup en iyi pozisyonda kalmak, Kürtleri anlaşmaya zorlamak, Türkiye’yi daha büyük yapacaktır. 784 bin metrekare toprağımız yerine belki 700 bin belki 600 bin metrekare toprağımız kalacak ama sorunsuz bir topluluk olacaktır. Refah ve mutluluğumuz bugünkünün 2 hatta 3 katına çıkacaktır.



Benden bu kadar çılgın yazı yeter.. Gerisini sizler düşünün.. Düşünmeyecekseniz 30 bin TL verin, askerlik yapmayın, bu işten temelli sıyrılın:J)


4 Ağustos 2012 Cumartesi

Irak Hükümeti’nin, Türkiye’ye nota vermesi hem hakkıdır hem de haklıdır..


Şaşırtıcı başlık attım, biliyorum ama duygularımla değil aklımla yazarım..



Türkiye, ben bildim bileli Irak üzerine savunduğu diplomatik tez nedir?



Irak bir bütündür, bölünemez..



Güzel.. Neden peki?



Türkiye’nin geleceğine dair duyulan güvenlik kaygısını örselemek, hatta en aza indirgemek amacıyla düşünülen ve ortaya konulan devlet politikasıdır.  



Peki, kendi kendini yalanlayan pozisyona sokan Türkiye ne yapmıştır?



Irak Hükümeti dışında Kuzey Irak Kürt Yönetimiyle varılan bir anlaşmayla petrol tedarikçisi ve taşıyıcısı konuma gelmiştir.



Yani..



Yanisi şudur:



Erbil'deki bölgesel yönetim, merkezi hükümetin karşı çıkmasına rağmen ürettiği ham petrolü Türkiye’ye satmaya başladı. Türkiye, aldığı ham petrolün parasını Kuzey Irak Yönetimi’ne verdi..



Bu olmadı şimdi arkadaş.. Hem Irak bütün kalsın diyorsun hem de merkezi hükümetten habersiz, izinsiz, Erbil’den petrol ithal ediyorsun.. Bu ne yaman çelişkidir..



Gelelim son gümbürteye..



Şimdi size bir örnek vereyim.. Başka bir ülkenin Dışişleri Bakanı, Türkiye’ye ziyaret edecek olsun ancak Ankara’ya uğramadan direk Diyarbakır’a gitse ne yaparız? Herhalde kıyameti koparırız..



Türkiye Dışişleri Bakanı, Bağdat’a uğrmadan direk Erbil’e gidiyor, diplomatik temaslarda bulunuyor ve Türkiye’ye dönüyor..



Sonra Bağdat Hükümeti tepki koyuyor ve nota veriyor..



Haksız mı? Bence yüzde 99 haklıdır.



Yüzde 1 haksız payı da şundan koydum: Demokratik seçimlerle gelmiş Bağdat iktidarı’nın gücü olsaydı; zaten bunlara önceden izin vermezdi.



Peki, Türkiye Hükümeti’nin, Bağdat Merkezi Hükümeti zor durumda bırakmak, güçsüzlüğünü ortaya sermek; savunduğu teze uygun mu? Hiç değil..Tam aksine fiiline bölünmeyi hızlandırmak ve kavgayı körüklemektir.



Neydi benim ısrarla savunduğum fikir?



Türkiye’nin diplomatik, siyasi ve istihbari konsepte dayanan dış poltika ajandası yoktur.. ABD ne derse onu yapan gölge ülke konumundadır.. Üzücü ama maalesef görünen durum böyledir..



Yukarıdaki gerçekleşmeler savunduğum fikri destekler mahiyettedir. Çünkü başka türlü bu kadar ters ve yanlış dış politika izlenemez kanaatindeyim..