Önce şu sözü biraz araştırdım, aklım yatmadı ama yapılacak bir şey
yoktur..
Nedir o?
Hani ‘11 ayın sultanı Ramazan ayı hoş geldin’ denir ya.. Neden 12 ayın
sultanı denmez diye fikir yürüttüm..
Açıklama ise aynen şöyledir:
Mübarek
Ramazan ayı Miladi Takvime göre geride kalan 11 aydan üstün ve ulvi olduğu
için, literatürde Ramazan ayına 11 ayın sultanı denmektedir.
Tamam, bu faslı geçtik..
Sonra eskiler aklıma geldi ve kısaca bu faslı da açalım..
Benim yaşımda ve daha büyük olanlar bilirler.. Özellikle 1980 öncesi her
yıl, Ramazan ayında patırdı, gütürdü kopardı.. İşte yudurmuzun muhtelif
yerlerinde açık olan lokantalar taşlanırdı, işte oruç tutmayan kişiler şiddete
maruz kalırdı, bir sürü tatsız tuzsuz şeyler yaşanırdı..
Şahsen çok sevinçliyim ve mutluyum. Çünkü 2012 yılında Türkiye’miz artık
hem demokratik, hem seküler, hem de Müslüman ülke olduğunu ve yeterli olgunluğa
eriştiğini tüm dünyaya göstermektedir.
Neyse biz mübarek Ramazan ayının anısına biraz gülmece okuyalım:
Varan-1 Bunları Ramazana Verin
Vaktiyle adamın birisi her
şeyin en güzelini bir yana ayırır, “Hanım bunu Ramazan'a sakla” dermiş. Gel
zaman git zaman Ramazan ayı gelmiş, güzel güzel yemekler pişmeye, iftar
sofraları dolup taşmaya başlamış.
Günlerden bir gün kapıya bir
dilenci gelmiş ve Allah için bir yardım istemiş.
Kadın:
“Adın ne senin?” demiş.
“Ramazan”
“Ramazan mı? Dur öyle ise...”
Evde ne kadar ayrılmış güzel
yiyecek, içecekler varsa kaplara doldurmuş.
“Al git bunları, bizim bey
sana saklıyordu” demiş.
Varan-2 Bizi de yedirirsin!
Eskiden toplu ramazan yemeklerinde, iftar ziyaretlerinden artan yemekleri,
yemek masasına hizmet eden çocuklar yermiş.. Yani artan yemekler onların hakkı
imiş.
Bir iftar yemeğinde çorba içildikten sonra hoca cemaata:
- Çorbayı arttırmayın israf haramdır. Yemeği bitirmek sünnettir, der.
Böylece çorba tamamen biter.
Sıra sebze yemeğine gelir,
hoca yine :
-Arttırmayın sünnettir” der
yemek biter.
Sıra pilava gelir, tatlıya
gelir.
Hoca:
-Sünnettir, diyerek, her şeyi
cemaata yedirir ve hizmet yapan çocuklar aç kalırlar.
Yemekten sonra hocanın ellerini yıkaması için su döken çocuklarla hoca
şakalaşmak ister:
-Balam sizin adınız ne, der.
Çocuklar:
- Farz hoca efendi, derler.
Hoca:
-Balam hiç farzdan ad olur mu?” der.
Çocuklar da:
-Olur ya, sünnet diyelim de
bizi de cemaata yediresin öylemi ?” derler…
Varan-3 Bizim eve de buyursun!
Bir zat Ramazan’da hiç evine
gelmez, boyuna davetli davetsiz iftarlara gidermiş. Bir akşam birisi evine
gelerek:
-Bu akşam sizin efendiyi filan yerde iftara davet
ediyoruz, buyursunlar deyince..
Evin hanımı:
-Ramazan neredeyse bitecek, efendiyi gören yok. Siz görebilirseniz söyleyin.
Bir gece de kendi evinde iftara buyursun!
Varan-4 Deniz oruç bozar mı?
Birgün Naim Hoca`ya sormuşlar;
-Denize girersek orucumuz
bozulur mu?´ diye.
Naim Hoca şöyle cevap vermiş;
- Ula uşahlar, Remazanda siz
denize girersez orucuz bozulmaz. Amma deniz size girerse orucuz bozilir. Ona
göre...
Varan-5 Borcun var mı?
Bir ramazan günü III.
Mustafa'nın veziri Koca Ragıp Paşa'nın konağında yapılan sohbet esnasında Ragıp
Paşa Şair Haşmet'e hitaben:
- 'Senin de borcun var mı
Haşmet?' diye sorar ve ondan sonra şu cevabı alır:
- Evet efendim, mahalle
bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş...
Ragıp Paşa sorusunun
anlaşılmadığını düşünerek şu açıklamayla birlikte tekrarladı sorusunu:
- 'Ben onu sormuyorum, oruç
borcun var mı?'
Şair Haşmet bu soruyu şöyle
cevaplamış:
- Paşam, oruç borcunu Allah
sorar; sizin soracağınız kul borcudur.
Varan-6 Bu mahalleden değiliz de...
Evvel zaman içinde iki şair ve edip ahbap Mehmet
Celâl ile Faik Esad, Beylerbeyi’nde bir dostun iftar davetine icabet için yola
koyulup karşıya geçiyorlar; fakat vakti iyi hesap edememişlerdir ve iftara daha
saatler vardır. Bunun üzerine iki ahbap,
- Camiye gidelim, vaaz
dinleriz, vakit geçer, fikriyle Beylerbeyi Camii’ne girip bir tarafa
ilişiyorlar.
Vaiz kürsüye çıkmış cehennemden bahsetmekte, diliyle etrafa yıldırımlar savurup
şimşekler çaktırmakta, "zebânileer, alevleer, katran kuyularıı” dedikçe
cemaat dehşetle tir tir titremektedir.
Bizimkiler vaizin tehditlerine pek kulak asmamaktadır ama ahalinin çoğu
kapıldığı haşyetle hüngür hüngür ağlıyor.
Ağlayanlardan biri, gözyaşlarını silerek Faik Esad’ın sırtına dokunuyor, kısık
sesle,
- Siz vaizi dinlemiyor musunuz? diye soruyor.
"Dinlenmez olur mu, dinliyoruz elbet” diye cevap veriyor bizimki,
"Peki ne dediğini anlıyor musunuz?” "Anlıyoruz elbette, niçin
soruyorsun peki?”
Adam hayretle devam ediyor,
- Yahu bizim ağlamaktan
ciğerimiz sökülüyor, gözümüz dışarıya uğruyor sizde ise hiçbir elem işareti
yoktur, nasıl oluyor bu?
Şair cevap veriyor:
- Efendim biz bu mahalleden değiliz, yabancıyız, misafirliğe geldik de!.
Varan-7 Çömlek
hesabı
Ramazan günlerini hesaplamak için bir çömleğin içine her gün bir taş atar,
Hoca. Bir avuç taş doldurur çömleğin içine Hoca'nın yaramaz oğlu,muziplik olsun
diye. Bir zaman sonra arkadaşları:
-Bugün Ramazan'ın kaçı acaba? diye sorarlar Hoca'ya. Hoca'da:
-Şimdi eve gider öğrenirim, der ve evinin yolunu tutar.
Çömleği boşaltır; bir sayar, iki, üç sayar... Taşların yüz yirmi beş tane
olduğunu görür. Şaşkın bir halde döner arkadaşlarının yanına Hoca.
- Arkadaşlar, bugün, Ramazan'ın kırkbeşi" der.
Hoca'nın bu cevabına gülüşür ve aralarından biri:
-Aman Hocam, bir ay otuz gündür. Hiç Ramazan'ın kırkbeşi olur mu? diye itiraz
eder.
Hoca, biraz şaşkınlık biraz da
kızgın bir ifadeyle:
-Ben yine insaflı davrandım.
Benim çömlek hesabına bakacak olursak; bugün Ramazan'ın yüz yirmi
beşi!"der.