29 Aralık 2011 Perşembe

Milliyet ve Vatan Gazetesi yazarları ayakta ve isyanda…


Bugün Milliyet Gazetesi’ni elime aldım. Sürmanşete baktım ve aynen şu yazıyordu: ‘’MİLLİYET’LE OYUN OLMAZ’’

Ha keza Vatan Gazetesi yazarları da benzer çağrıda bulunuyorlar.

Peki mesele nedir?

Malumunuz Mayıs-2011 ayında Demirören ve Karacan aileleri Milliyet ve Vatan Gazetelerini yüzde 50 eşit payla küçülme politikası izleyen Aydın Doğan’dan satın aldılar.

Derken Demirören ailesiyle, Karacan ailesi eşit ortaklıkta anlaşamadılar. Mahkeme kapısına düştüler. Mahkeme, yönetimin düştüğü kanaatiyle 3 kişilik kayyum atama kararı aldı.

Bu arada 2 taraf birbirlerini suçlamaya devam etmeyi sürdürdü. Demirören yüzde 50 payını bana bırak, Karacan da yüzde 50 payını sen bana bırak diyorlar..

Yaklaşık 7 ay sonra bugün (29 Aralık 2011 tarihinde),  Milliyet ve Vatan gazetelerinin ünlü ve kamuoyu oluşturma kapasitesi tartışmasız olan ağır topları yani köşe yazarları ayaklanmış ve yeni patronlarını çoktan belirlemişler..

Ne diyorlar her 2 gazetenin köşe yazarları?

Ali Karacan ve ailesine çağrı yaparak; Milliyet ve Vatan Gazetelerinden elini çekmesini ve payını devretmesini istemektedirler…

Durumun özeti budur.

Bir blog yazarı olarak garip bir durum saptadım.

Nedir o?

Yahu ne zamandan beri çalışanlar, patron belirlemeye başladı? Sermaye sahibi ile çalışanların rolleri sanki yer değiştirmiş…

Ortada bir anlaşmazlık var ve yargıya taşınmış; ama gazete çalışanları çoktan sermaye sahibini belirlemişler…

Çok merak ettiğim soru şudur: Yarın bir gün Demirören ailesiyle Karaca ailesi anlaştı diyelim, ya da Karaca ailesi satın aldı diyelim… O vakit bu yazarlar nereye gidecekler? Bir şey söylemeden otomatik olarak istifa etmeleri gerekmez mi?

Oysa hem etik hem de ahlaken gazete çalışanları patronlar arasında taraf olmamalıdır. En önemlisi sermaye savaşlarına alet olmamalıdır. Geçmişte Uzan ailesi bunu çok yaptı ama maalesef gazeteciler hiç ders çıkarmamışlar…

Bu yazım Milliyet okuyan sırandan bir vatandaşın eleştirisidir. Milliyet ve Vatan gazetesi ünlü köşe yazarları hiç kızmaca, bağırmaca yoktur. Yanlış yapıyorsunuz, yanlış yoldasınız…

27 Aralık 2011 Salı

‘’Dedemin İnsanları’’ filmi pek güzelmiş…


1 hafta geçte olsa yaşadığım ilçeme bu film geldi. Ama bu kez de ben geçte olsa bu filmi ancak dün akşam izleyebildim.

Tam da beklediğim gibi nostalji yüklü, drama ağırlıklı, rebetika kültürünü yansıtan Çağan Irmak filmi olmuş, çok da güzel olmuş.. Kim ne derse desin filmin lokomotifi de büyük sinema oyuncusu Çetin Tekindor olmuş…

Girit göçmenlerinin yaşadığı çileyi, aynı zamanda taşıdıkları folkloru, içselleştirdikleri ada yaşam kültürü, aynı zamanda Anadolu insanıyla karşılaştıkları çelişkileri, çatışmaları sinema örtüsüne ancak bu kadar hoş ve güzel yansıtılabilir.

Filmin hikayesi ya da kurgusu Girit’ten göç eden dedenin, torunu üzerinde bıraktığı izlerin anlatımıdır…

Dede, 1923 yılında zorunlu ve hiçbir şey alamadan bırakıp geldiği evini hem çok özlemektedir, hem de görmekten çok korkmaktadır. 2 kez gitmeye yeltendiyse de ‘1974 Kıbrıs Harekatı’ ve ‘12 Eylül askeri müdahalesi’ nedeniyle çok merak ettiği evini görmeye gidememiştir.

İzmir’in şirin sahil ilçesinde yaşayan dede ile torun ilişkisi; izleyenlerin duygu yoğunluğunu çoğu kez tavan yaptırmaktadır.

Onuruna ve şerefine çok düşkün dede, 12 Eylül askeri müdahalesi sonrası uğradığı insanlık dışı davranışı hazmedemez ve kendisini denize bırakır. Ölür ama 12 Eylül idaresinin gönderdiği belediye başkanına karşı sessiz kalan çoğunluğun; ölümü sonrası sesli çoğunluğa dönüşür…

Dedenin bir türlü gidemediği Girit adasındaki evine; en sonunda torunu gider, görür ve dedesinin anlattığı atmosferi yaşar..

Velhasıl ben çok sevdim filmi…

26 Aralık 2011 Pazartesi

Milli Piyangonun yılbaşı çekilişi kumar değil mi kuzum?




Kumar nedir?

Kumar, maddi kazanç elde etmek umuduyla oynanan, genellikle şansa dayalı oyundur. Birden fazla kişi arasında rekabete dayalı bir şekilde oynanabildiği gibi, bir kişi tarafından bir oyun makinesine karşı da oynanabilir. Bir oyunda şahsi maddi varlıklarını (genellikle para) risk etmeye kumar oynamak denir.
Yazı-turadan spor müsabakalarına kadar, bilinen tüm oyun ve spor türleri ile kumar oynanabilir. Kumarcılar kağıt oyunlarında olduğu gibi bizzat oyunun içinde yer alabilirler ya da bahis oyunlarında olduğu gibi faaliyetin içinde yer almadan sadece para yatırabilirler
Türkiye'de Millî Piyango İdaresi tarafından arz edilen sayısal loto, 
piyango, kazıkazan veya izin verilen "Kim Beş Yüz Bin İster?", "Bir Milyon Canlı Para" benzeri televizyon programları ile at yarışları, iddaa gibi oyunlar ve çeşitli çekilişler yasaldır.
Bunların dışında  üçüncü kişiler tarafından kumar oynatılması (Casinolar ve kahvehaneler dahil), Türk Ceza Kanunu'nun 228. maddesi uyarınca suç teşkil etmektedir.
Not: Kaynak wikipedia

Kumar dinen nasıl görülüyor?
İslam dininde kumarın her türlüsü yasaklanmıştır ve içerisinde kumar olan her türlü oyun haramdır. 

Kumarın ceza yasalarında müeyyidesi nedir?

Kumar  oynatanlar TCK’nın 228. maddesine, kumar oynayanlar ise Kabahatler Kanunu’nun 34. maddesine göre adli ve idari para cezası uygulanıyor. Yani kumar oynatan ortalama 500-600 lira, kumar oynayan ise 154 lira para cezası ödüyor.

Tüm televizyon kanallarının ana haber bültenlerinde neredeyse 1 aydır Milli Piyango yılbaşı çekilişini neden gündeme alıyor?

40 milyon liraya yükseltilen büyük ikramiyeyle neler yapılabileceğine dair ballandıra ballandıra insanlara anlatılıyor. Herkesin bilet alması için resmen tahrik ediliyor yani çanak tutuluyor.

Aslın ne oluyor?

Vatandaştan yaklaşık 400 trilyon para alıyor ya da el değiştiriyor. Ortalama 200 trilyon ikramiye olarak dağıtılıyor, kalan 200 trilyon devletin kasasına giriyor.

Sorulara bakalım kim ya da kimler yanıt veriyor?

Milli Piyango çekilişi kumar mıdır? Kumar değilse nedir?

Kumar ceza kanunumuza göre suç ise devlet eliyle oynatılan kumar suç olmaz mı? Suç ise kim ceza verecek?

Bülent Arınç Kürt olsaydı çoktan tutuklanırdı…


TBMM Genel Kurulunda 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın son gününde Hükümet adına eleştirileri yanıtlayan Bülent Arınç, neler söyledi?

''Kürt kimliğinin tanınması çok önemli bir konudur. Bu bir insan hakları konusudur. Sanıyorum ki Sayın Genel Başkanınız da CHP'nin Sayın Genel Başkanı da bu konuda farklı düşünmüyorlar. Yani Türkiye'de yaşayan bir insan, 'Ben Kürdüm ve bu kimliğimle iftihar ediyorum. Ben bu gerçeğimle tanınmamı istiyorum' dediği zaman, bizim buna saygı göstermemiz, bunu kabul etmemiz gerekir.

Geçmiş dönemlerde inkarcı ve asimilasyoncu bir inanç böyle yapmamış olabilir. Onların da Türkiye'nin bugün başına neler açtığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bir insan kendi kimliğinden şeref duyar. Sayın Baykal da Sayın Kılıçdaroğlu da 'etnik kimlik o insanın şerefidir' diyor. Yani bu sözü söylerken şüphesiz sadece 'Ben kürdüm, ben Arabım' demesi, 'ben filanca etnik gruba mensubum' demesini birbirinden ayırmayacağız. Hepsine saygı duymak, hepsinin doğuştan gelen insan haklarına sahip olduğunu bilmek zorundayız. Kürt meselesi veya Kürt kimliği, 3 sene önce, 30 sene önce, 20 sene önce ortaya çıkmış bir kimlik değildir. Kürtlerin varlığı en az bin seneden beri bir gerçektir. Bunu inkar edemezsiniz. Bunu inkar ederseniz 80 öncesine döneriz, 80 sonrasına döneriz.

Sayın Elçi, Bakanlık yaptığı dönemde 'Ben Kürdüm ve Türkiye'de yaşayan şu kadar Kürt var' dediği için 2,5 yıl cezaevinde kalmıştır. O günlere dönmemizi mi istiyorsunuz? Bir insanın kimliğini inkar etmek o insanı inkar etmek demektir. Kendisini Kürt kimliği ile Arap kimliği ile Boşnak kimliği ile artık ne gelirse aklınıza... Hepsi, kim, ne varsa bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız. O kimliğin bütün kültürel haklarını, Anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız. İnkar etmeyeceğiz.

Zaten Sayın Şandır da onu kastetmemiştir. Kimlik inkarı ve bununla yola çıkanlar bilsinler ki Kürtçe konuşmanın yasak olduğu günlerden, cezaevinde işlenen işkencelere ve sonrasındaki faili meçhul cinayetlere ölüm listeleri yapılmasına, bütün bunlar bir kimliğin inkar edilmesi ile ortaya çıkmış kötü sonuçlardır. Hayır, inkar etmeyeceğiz

Ben BDP'li arkadaşlarımın söylediklerinin yüzde 99'na katılmıyor olabilirim. Ama onların kimliğine saygım var, onların siyaset hakları olduğuna inanıyorum.

Elbette 'Ben Kürdüm' diyen insanın Kürtçülük yapmasının yanlış olduğunu, 'Ben Türküm' diyen insanın Türkçülük yapmasının yanlış olduğunu ve bu yanlışların büyüdükçe ülkede toplumsal barışı bozduğuna ben şahsen inanıyorum. Irkçılık, menfi milliyetçilik, sonu 'cı', 'cu' ile biten bütün cümleleri reddediyoruz. Ama 'Ben Kürdüm' diyen bir insanın bu ülkede hepimiz kadar, en az hepimiz kadar
hayat hakkı,
bilgi,
eğitim,
dil,
kültür,
kimlik hakkı ne varsa vereceğiz. Bu bizim cebimizden verdiğimiz bir şey değil.’’

Buradan bahse girebilirim. Bu sözleri Kürt kimlikli birisi ifade etsin büyük olasılıkla soluğu emniyette alır, ifade verir ve muhtemelen de tutuklanır.  Gerekçe ise terör örgütü propagandası denir..

Şimdi ne diyeyim ben? Bu ne yaman çelişki arkadaşlar!

Çetin Altan ustanın bir sözüyle yazıyı tamamlıyorum. ‘Kuzum, o zaman KCK tutuklamaları ne iştir?

25 Aralık 2011 Pazar

Medya, neden milletvekili maaşına vuruyor?…


Hani şu meşhur olan milletvekili zammı var ya… Herkes vurun abalıya diyor ya…

Oysa ben tam tersini düşünüyorum.

Nasıl mı?

Milletvekili adı üstünde milletin vekilidir ve milleti ilgilendiren yasa yapmakla mükelleftir.

Milletvekili kimseye muhtaç kalmamalıdır ki çıkar grupları ve şahısları baskı yapmasın…

Bakın, bir şirketi yöneten genel müdür ne kadar ücret alıyor?

Şirketin hacmine göre en düşük genel müdür maaşı; 10 binden, 50 bine hatta 1 milyon TL’ye kadar çıkabiliyor.

Ehee öyleyse arkadaş, ülkeyi yönetenler neden az ücret verilmesinde ısrar ediyorsunuz?

Neden popülizm kaynağını hep bu konuya harcıyorsunuz?

Bence para piyasasının emridir… Milletin vekilleri maddi durumu iyi olmasın ki baskı gruplarının istedikleri karşısında direnemesin ve de ne istenirse yapılsın…

Medya ne kadar bağırırsa bağırsın; beni ikna edemez. Milletvekilinin maaşı 50 bin TL olmasında bile bence mahsuru yoktur.

Hakim ve milletvekilleri ücret konusunda kimse tartışmamalıdır. Çünkü birisi yasa yapıyor, diğeri adalet dağıtıyor… Aman bu insanları rahat bırakalım ki toplumun lehine karar verebilsinler…

9 Aralık 2011 Cuma

Başbakan Erdoğan’ın hastalığı ve aktif siyasete etkisi…


Blog yazıma başlamadan önce Sayın Başbakan Erdoğan’a çok geçmiş olsun ve acil şifalar diliyorum..

Gelelim blog yazıma… Sayın Başbakan’ın sağlık durumuyla ilgili bildiklerimizi sayalım:

Ne zaman?
-26 Kasım 2011..
Ne oluyor?
-Ameliyat..
Nerede?
-Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde..
Nereden ameliyat oluyor?
-Sindirim sistemi..

Hepsi budur. Ben de dahil bir sürü spekülasyon yapıldı. Derken ameliyata katılan Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün konuşunca biraz netleşti. Ameliyata katılan doktor ne diyor?

“Başbakanımızın bağırsağından 20-25 santimlik bir bölüm alındı, böylece kalın bağırsağındaki poliplerin temizlendiğini, yapılan biyopside onların da temiz çıktığını ve kanser olmadığını.’’

Güzel, peki polipler tıbben neymiş?

Polipler, kalın bağırsağın (kolon ve rektumun) yüzeyini örten tabakanın (mukoza) anormal büyümesi sonucu gelişen ve bağırsak kanalı (lümen) içine doğru büyüyen oluşumlardır.
Kalın bağırsağın en sık görülen hastalıklarından biridir. Erişkinlerde %15-20 oranında polip gözlenebilir. 50 yaş üzerinde ise bu oran %40-50’lere ulaşır.
Genellikle iyi huylu olmasına rağmen poliplerin, kanserlerle olan ilişkisi kesin olarak gösterilmiştir. Kalın bağırsak kanserlerinin %90 dan fazlası polip zemininde gelişir. Bir polipin kanserleşmesi için yaklaşık 8-10 yıl kadar bir süre geçer. Polipler kanser öncüsü hastalık oldukları için kanserleşmeden önce çıkarılması gerekir.

Tamam, buraya kadar Başbakan’ın sağlık durumunu netleştirdik. Kanser nedeni konusunda kişisel görüşüm ve düşüncem çok açıktır. Kansere neden olan etkenlerde ilk sıraya stresi koyarım. Sayın Başbakan’ın da çok stresli bir iş yaptığına hemfikiriz. Sıradan bir vatandaş olarak önerim şudur: Sayın Başbakan, siyaset işini en kısa zamanda terk ediniz. Çünkü stresten uzak kalmanız; sizi bu illette yakalanma riskinizi yüzde 50 olasılıkla koruyacaktır. Stresli iş olan siyasete devam ederseniz, tekrar polipler oluşabilir, çok daha zor sağlık şartları gelebilir… Naçizane düşüncem budur. Siyaseti bırakır mı, bırakmaz mı önümüzde zaman diliminde göreceğiz. Son olarak şunu diyorum: Bence 1-2 yıl içinde Sayın Başbakan siyaseti terk edecektir.  

8 Aralık 2011 Perşembe

Rasim Ozan Kütahyalı, Cemaat, Bülent Arınç MAT oldu…


Şike yasası komisyona geliyor. Peki yasa aynen geçecek mi? Konuyu yakından takip eden Takvim ve Sabah yazarı Rasim Ozan Kütahyalı Sabah.com.tr’ye şike yasası ile ilgili çok özel açıklamalarda bulundu.

Peki ne diyor?

"Şike yasası bugün saat 18'de komisyona gelecek. Komisyonda 3 noktada değişiklikle bu yasa geçecek. Bu değişikliklerle birlikte ortak nokta yakalanacak ve bir çatlak olmayacak. Yeni yasa ile Cumhurbaşkanı'nın veto gerekçeleri de ortadan kalkacak. Bu yüzden aynen geçecek diye umanlar yanılıyorlar.’’

Peki Rasim Beyin çok özel açıklama yazısının mürekkebi bile kurumadan ne oldu?

Cumhurbaşkanı Gül'ün yeniden ele alınması için TBMM'ne iade ettiği Şike Yasası, Adalet Komisyonu'nda hiçbir değişiklik yapılmadan kabul edildi.

Satranç oyununu severim. Satranç oyununda rakibin hamlesini ve gücünü iyi öngöremezsen çok çabuk MAT olursun…

Bu örnekte olduğu gibi Rasim Ozan Kütahyalı, bu kez kariyer sayfasını önemli bir çizik attırdı. Neden? Çünkü karşı tarafın hamlesini ve gücünü kavrayamadı ve öngörüsüne resmen MAT yazıldı.

Ayrıca AK Parti, Cemaate büyük çalım attı ve yüzüstü bıraktı. Zaman Gazetesi’nden Hüseyin Gülerce Beyi izledim ve ‘’Yasanın bu haliyle yani aynen çıkmayacağını, çıkarsa AK Parti’nin ayağına kurşun sıkacağını, hatta altındaki sandalyenin bacağını kıracağını’’ söyledi. Kesin olan şudur: 9 yıldır devam eden güzel ilişki biraz zehirlendi…

Hele AK Parti kurucularından ve ağır toplarından Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bu siyasi hazin tablosundan nasıl çıkar, bilemiyorum. Bakın şike yasasının aynen geçmeyeceğini dair neler söyledi?

"Böyle bir değişikliğin doğru olmadığını, kanunları biz uygulamak için çıkardığımızı ve böyle bir ihtiyacın bu kulüpler tarafından da yerinde görüldüğünü ve meclisimizde büyük bir uzlaşmayla yasanın çıkarıldığını ifade etmiştim. Ve yasa üzerinde değişiklik yapılırsa bunu düşünmek bir takım insanlar tarafından dile getirilirse bunun çok yanlış olacağını söylemiştim. Ve hükümetten de böyle bir tasarının gelemeyeceğini ifade etmiştim. Cumhurbaşkanının bu düşüncelerini öğrenmek bu sabah beni mutlu etti. Ama sanıyorum bu gerekçeler doğrultusunda artık siyasi partilerden hiçbir temsilci bu kanunun tekrar çıkartılması için bir gayret göstermeyecektir.’’

Valla hiç kimse Bülent Arınç Beyin yerinde ve pozisyonda olmak istemez. Bir siyasetçi işte ancak böyle ofsayt haline düşürülür. Siyaseten çark edilmesi çok zor bir durumda yakalandı.

Bu MAT’lar bir sonraki maçta ZAFER’e hazırlık olabilir… Bakalım, görelim…

6 Aralık 2011 Salı

Türkiye’de yalan rüzgarı esiyor…


Başbakan’ın hastalığı tam olarak nedir? Bilinmiyor..

Başbakan görevine ne zaman dönecek? Bilinmiyor..

Başbakan’ın ameliyatı sonrası alınan parça, patoloji kontrolünde temiz çıktı mı? Bilinmiyor..

Başbakan Erdoğan, hastalığı nedeniyle hiçbir zaman görevine dönemeyecek mi? Bilinmiyor..

Şike yasası Cumhurbaşkanı tarafından neden veto edildi? Bilinmiyor..

Daha 7 ay önce çıkan yasayı aynen onaylayan ancak bu kez onaylamayan Cumhurbaşkanı neyi amaçlıyor?

Görev yaptığı 4 yıl süresince hiçbir yasayı veto etmeyen Cumhurbaşkanı neden ilk kez meşhur şike yasasını veto ediyor? Bilinmiyor..

AK Parti, Cumhurbaşkanı’na rağmen neden şike yasasında ısrar ediyor? Bilinmiyor..

Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Arınç, Cumhurbaşkanı Gül üçgeninde neyin siyasi hesabı yapılıyor? Bilinmiyor..

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, şike yasasında neden AK Parti grubuyla ters düştü? Bilinmiyor..

Fetullah Gülen Cemaati bu şike yasasının neden karşısında? Bilinmiyor..

Beşiktaş ve Trabzonspor Avrupa Kupalarına katılırken Fenerbahçe, neden şampiyonlar ligine alınmadı? Bilinmiyor..

TFF Başkanı ile Fenerbahçe 2. Başkanı Fenerbahçe’nin şampiyonlar ligine katılıp katılmaması konusunda ne konuştular ve nasıl anlaştılar? Bilinmiyor..

UEFA ile TFF şike soruşturmasıyla ilgili ne konuştular ve nasıl anlaştılar? Bilinmiyor..

Türkiye’de garip şeyler oluyor ve resmen yalan rüzgarı esiyor…

3 Aralık 2011 Cumartesi

CHP Genel Başkanı kim olacak?


CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu için artık geri sayım başlamıştır.

Neden?

Deniz Baykal, Önder Sav, diğer CHP ileri gelenleri toplantı üstüne toplantı yapıyorlar…

CHP’lilerin artık sabrı taştı ve Sayın Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nu istemiyorlar…

Sıradan bir vatandaş olarak Kılıçdaroğlu’nun son 6-7 aylık olumsuz performansını yazmaya kalksam inanın, sayfalar tutar…

Zaten bir çok kez yazdım, artık şimdi tekrara gerek yoktur…

Sayın Genel Başkan Kılıçdaroğlu, hem kendisine, hem de CHP’ye son bir iyilik yapmasını çok isterim.

Nedir o derseniz: ‘’Olağanüstü kurultaya gideceğim, aday olmayacağım, ancak bir adaya destek vereceğim’’ beyanıdır.

Eğer bu stratejik siyasi hamleyi yaparsa dibe vuran siyasi itibarı ve imajı biraz olsun soluk alabilir.

CHP’lilerin yeni genel başkan adayı kim olabilir?

İşin doğrusu parti içinde halen öne çıkan bir isim yoktur.

Bulunacak isim herkesi kucaklayacak, yeni bir rüzgar oluşturacak, sosyal demokrasiyi içselleştirecek ve Kemal Bey onu işaret edecek…

Lafı uzatmadan söylüyorum: Anketlerde CHP için genel başkan olacak isim bellidir.

Kim?

Sayın Şişli Belediye Başkanı Sayın Mustafa Sarıgül’dür.

Bence de CHP Genel Başkanlığı için gözüken en uygun, en iyi adaydır. 

1 Aralık 2011 Perşembe

Genel Sağlık Sigortası ve 1 Ocak 2012


Malumunuz 1 Ekim 2010 tarihinde yürürlüğe girecek olan Genel Sağlık Sigortası Kanunu, 12 Şubat 2011 günü resmi gazetede yayınlanan ünlü torba yasayla 1-1-2012 tarihine ertelenmiştir.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 1 Ocak 2012’de yürürlüğe girecek maddeleri ile sosyal güvenlik alanında yeni bir dönem başlayacaktır.

Özel olarak araştırdım ve vatandaşlarımıza ne kadar büyük yük getirildiğini gördüm.

İsterseniz vatandaşlarımıza neler giriyor, neler çıkıyor bir bakalım mı?

Varan-1
1 Ocak'dan sonra sigortalı olanlar emeklilikten sonra çalışmak istediklerinde maaşları kesilecek. SSK kapsamında 1 Ocak’dan önce sigortalı olan ya da emekliliği hak edenler için, emeklilik sonrası çalışmaya devam etmeleri durumunda yüzde 30 oranında sosyal güvenlik destek primi ödenecek. Bu oranın yüzde 7,5’ini çalışan, geri kalan kısmını işveren karşılayacak. Ayrıca yapılan işin niteliğine göre yüzde 1-6,5 iş kazası ve meslek hastalığı primi yine işveren tarafından ödenecek. Çalışan isterse, sosyal güvenlik destek primi yerine diğer sigorta kollarının primlerini ödeyip emeklilikteki aylığını artırabilecek.
1 Ocak’dan sonra sigortalı olup emekliliği hak eden birisi sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışamayacak. Emekli bir sigortalı çalışmak istediğinde emekli aylığı kesilecek.
Ne anladığımı sorarsanız:
1 Ocak 2012’den önce emekli olanların maaşı yetmediği için serbest ya da bir işyerinde çalışması mümkün değildir artık. Çünkü işveren o kadar pirimi ödemek istemez. 1 Ocak 2012’den sonra emekli olanlara zaten kesin yasak geliyor. Ya emekli maaşına razı olacaksın ya da çalıştığın maaşına… İkisi birden mümkün olmuyor artık.

Varan-2
-Bazı meslek kolları için uygulanan yıpranma hakkı kalkıyor. 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren gazeteciler, matbaa işçileri, gemi adamları, uçuş personeli, kaynakçı, şeker sanayi çalışanları, posta dağıtıcısı gibi meslek gruplarının "yıpranma hakkı" olarak bilinen fiili hizmet süresi zammı kaldırılacak.

Ne anladığımı sorarsanız:
Çalışanın, emekçinin haklarını kısmak için ne gerekiyorsa yapılmıştır. Bu uygulama da kanıttır.

Varan-3
-İşten ayrılan sigortalılar, prim borcu olup olmadığına bakılmaksızın 6 ay süreyle sağlık hizmetlerinden yararlanabilirken bu süre 90 güne düşecek.
Ne anladığımı sorarsanız:
Herkesin anladığını anladım:J)

Varan-4
-1 Ocak’dan sonra 18 yaşını dolduran kız çocukları anne-babalarının sağlık yardımından yararlanamayacak. Ancak, halen 18 yaşından büyük olup anne-babasının sigortalılığı nedeniyle sağlık hizmetlerinden yararlanmakta olanların, çalışma ve evlenme gibi hallerle durumları değişmezse bu hakları da sürecek.

Ne anladığımı sorarsanız:
Burada en büyük zararı 02 Ocak 1993 ve daha sonra doğumlu kız evlatlarımız görüyor. Çünkü çalışan ya da emekli babası veya annesi üzerinden sağlık hizmeti alabilirken; 18 yaşından itibaren kızlarımız başının çaresine bakacak.

Konuyu daha da açalım mı?

1 Ocak 2012 günü ve sonrasında ister çalışan olun ister emekli, 18 yaşını tamamlamış (okumayan) çocuklarınıza artık sizin üzerinizden sağlık yardımını vermeyecekler. Şayet çocuklarınız okuyorlarsa, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşına, yükseköğrenim görmesi halinde 25 yaşına kadar sizin üzerinizden bakılabilecek.

Buna göre çocuklarınız okumuyorsa 18 yaşını, okuyorsa 25 yaşını tamamladığı günden itibaren 10 günü takip eden bir ay içinde SGK’ya gidip GSS giriş bildirgesi vermek zorunda kalacaksınız. Eğer süresi içinde vermezseniz çocuğunuza 760.5 lira ceza uygulanacağı gibi zamanında bildirge vermediniz diye de en yüksek tutardan, yani aylık 182.52 liradan her ay GSS prim borcu da çıkacak.
Buradan iddia ediyorum; çok insanın başı yanacak, haberiniz ola!

Varan-5
Çalışmaması nedeniyle sigortalı olmayan veya ailesinde sigortalı bulunmayanlardan, aile içindeki kişi başına geliri; asgari ücretin 1/3’ü ile asgari ücret arasında olanlar 24 YTL, asgari ücret ile asgari ücretin iki katına kadar olanlar 73 YTL, asgari ücretin iki katından fazla olanlar 146 YTL ödeyerek sağlık hizmetlerinden istisnasız yararlanabilecek.

Ne anladığımı sorarsanız:
İşin özü ister çalış, ister çalışma ama pirim ödemeden sağlık hizmeti almak artık kocaman bir hayal oluyor…

Varan-6
-Kurum, devlet hastaneleri ve üniversite hastanelerinde yapılan muayenelerde ise sevkli olarak başvurulup başvurulmadığı dikkate alınarak katılım payı tutarını yarıya indirebilecek veya 5 kat artırabilecek.

Ne anladığımı sorarsanız:
İşte bir kazık daha geliyor… Katılım payı ödemeden muayene olmak artık tarihe karışıyor.

Varan-7
-İşsiz ve çalışmayan, emekli de olmayan ve 18 yaşından büyük bütün vatandaşlarımız 1 Ocak 2012 gününden itibaren zorunlu GSS’li sayılacaklar ve her ay SGK’ya, GSS primi ödemekle mükellef olacaklar. Bunu beyan etmezsen ağır idari para cezası var.
Nasıl mı?
İşsizler, 1 Ocak 2012 tarihinden itibaren 10 günü takip eden bir ay içinde GSS bildirgesi doldurulup SGK merkez müdürlüklerine verilmezse, önce vermeyen herkese bir asgari ücret yani 760.50 lira idari para cezası uygulanacak, ayrıca bu kişiler ayda 1521 liradan fazla kazanıyor kabul edilip 183 lira aylık GSS primiyle cezalandırılacaklar.

Anlamadınız mı?

Tekrar edelim: 1 Ocak 2012 tarihinde işten ayrılan sigortalı (işçi-memur- Bağ-Kur’lu) bir vatandaş, en fazla 9 Ocak 2012 tarihine kadar sağlıktan yararlanacak, 10 Ocak-10 Şubat 2012 tarihleri arasında GSS giriş bildirgesi vermezse 760.50 TL para cezasına çarptırılacak.

29 Kasım 2011 Salı

Gizem Bera Yüksel çocuğumuza çok üzüldüm ya…


Gizem kızımızın videosu sosyal medyada günlerce konuşuldu, hani sınıfta başkan yardımcısı olarak arkadaşlarına verdi veriştirdi ya, biz de ağzı açık ayran delisi gibi izledik ya… Büyük amcalarının, ağabeylerinin asla cesaret edemeyeceği duygu ve düşüncelerini çırılçıplak anlattı ya… Sonra Kanal D’ye Beyaz şov’a katıldı, öğretmenin canlı yayına katılmasına izin vermeyen Bursa valisine fırça attı ya…

Maalesef 11 yaşındaki Gizem kızımıza nazar değdi yahu… Çok üzüldüm çok… Ablasıyla banyoya giriyor, doğalgazlı şofben gaz kaçırıyor ve 15 dakika içinde kızımız oracıkta ölüyor… Başta ailesine ve tüm sevenlerine sabır ve metanet diliyorum…


Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’den bomba açıklama…


Sayın Milli Eğitim Bakanımız bakın ne diyor?

Kamu yönetiminin geleneksel zafiyeti yüzünden açıkta kalan 264 bin öğretmene "Bu kadar öğretmene ihtiyacımız yok, yeteneklerine uygun başka mesleklere yönelsinler" tavsiyesinde bulundu.

Offf, yandı keten helva! Bu ne ya, bu nasıl siyasi deklarasyon…

Sayın Bakanımız aslında ne demek istiyor? Şimdiye kadar yanlış yapılmış, bu kadar öğretmen birikmiş, bu saatten sonra yapılacak bir şeyimiz yoktur, herkes başının çaresine baksın…

Olmadı Sayın Bakanım olmadı… Eğer sizin de içinde bulunduğunu siyasi iktidar 10 yıldır bu devleti yönetmiyor olsaydı; ehhh bir parça hak verirdim…

‘’Kamu yönetiminin geleneksel zafiyeti’’ 

Deyip; bu işin içinden sıyrılamazsınız Sayın Baknım… 260 bin öğretmen adayının üzerine bu yıl üniversitelerin öğretmenlik bölümünü kayıt yaptıran, geçmiş 3 yıldır okuyanları eklersek 400 bin civarında öğretmen adayımız vardır. Bunların karşısına geçip; ‘’kardeşim, okumasaydınız, seçmeseydiniz, bundan sonra kendinize yeni bir meslek bulun’’ demek hem ahlaklı değil, hem de rasyonel değil…

Sayın Bakanım, işin çaresi bellidir. ‘’Bu 260 bin öğretmeni bir şekilde mutlaka alacaksınız. Bu rakam eridikten sonra üniversiteler 10-15 yıl boyunca öğretmen adayı yetiştirmesin ya da ihtiyaç oranında yetiştirsin’’ dersiniz, iş biter…

Yapmayın Sayın Bakanım! 260 bin öğretmen adayımızı üzmeye, umutsuzluğa sürüklemeye ne sizin ne de bir başkasının asla hakkı yoktur… Hani hep deriz ya, gelecek nesiller onların eseri olacaktır. Ancak böyle mutsuz ve umutsuz yaparsınız; yetişecek nesil de mutsuz ve umutsuz olur…

28 Kasım 2011 Pazartesi

AK Parti’de Şamil Tayyar bombası…


AK Parti’yi yaklaşık 9 yıldır takip ederim. Genel başkan ya da lider odaklı bir siyasi partidir. Lideri ne derse o olur, aksi söylenirse muhtemelen aforoz olur… Çünkü siyasi partinin çalışma sistemi böyledir. İster beğenirsin, ister beğenmezsin…

Malumunuz geçen hafta içinde ‘Sporda Şiddeti Önleme’ ya da halk nezdinde nam-ı diğer ‘şike yasası’ paldır küldür TBMM’den çıktı. Sayın Cumhurbaşkanı Gül’ün onayı için köşke havale edildi. İşte bu 15 günlük inceleme süresi içinde beklenmeyen bir hamle geldi.

Kimden?

AK Parti Gaziantep Milletvekili Gazeteci, Yazar Şamil Tayyar’dan…

Ne yaptı?

Sayın Cumhurbaşkanı’na bir mektup gönderdi. Mektubu aynen aktarıyorum sonra başka yorum-düşüncem olacaktır.

Sayın Cumhurbaşkanım

Öncelikle sevgi ve saygılarımı sunarım.

Malum, 24 Kasım 2011 günü TBMM Genel Kurulu’nda tüm partilerin desteğiyle, Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da değişiklik yapıldı ve son söz olarak makamınıza gönderildi.
Açıkça belirtmeliyim ki, Meclis olarak spordaki Ergenekon’a, İstanbul dukalığına ve spor mafyasına yenik düştük. Bir milletvekili olarak tüm Türkiye’den özür diliyorum.
Yıllarca “maç oynanırken kural değiştirilmez” dedik, ama bu değişiklikle maç bitmeden kuralı değiştirmeye kalktık ve devam etmekte olan Şike Operasyonu’na müdahale ettik.

Hala yanlıştan dönmek için vakit var. Maçta 90 dakika bitti ama uzatmalar oynanıyor. Son dakikada vereceğiniz kararla sonucu değiştirebilirsiniz.
Bir milletvekili değil cumhurun ferdi olarak zatı-ı alinizden hukukun evrensel ilkeleri ve toplumun hassasiyetlerini dikkate alacağınız umuduyla yazıyorum.

Eğer bu kanun yürürlüğe girerse;

1-Şahsa özel ve örtülü af çıkarılmış olur, devam etmekte olan Şike Operasyonu akamete uğrar.

2-Spordaki şike eylemi organize suç kapsamından çıkartıldığı için bundan sonra spor mafyasıyla mücadele artık imkansız hale gelir.
Ayrıca, üzülerek belirtiyorum, kanundaki ceza oranları yeni düzenlemeyle komik seviyeye çekilirken, bu durumu kamufle etmek maksadıyla kamuoyunu aldatıcı bir yola başvuruldu. Cezaların ertelenmesi, paraya çevrilmesi veya hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasının söz konusu olamayacağına dair madde eklendi.

Hukuktan azıcık nasibini almış herkes bilir ki, sanıklar, suçun işlendiği tarihteki ceza hükümlerine göre yargılanırlar. Sanık, eğer ileride lehte düzenleme yapılırsa bundan yararlanır, aleyhteki düzenlemeden etkilenmez. O nedenle, Şike Operasyonu’nda tutuklanan şüpheliler, ceza indiriminden yararlanır ancak erteleme hükümlerinden etkilenmezler. Bu durumda şike şüphelileri, 2 yılın altında ceza alırsa bir gün bile cezaevine girmezler. Maalesef, yeni kanunu hararetle savunan spor lobisinin meclisteki temsilcileri, erteleme hükümlerini bir marifet gibi ballandırarak anlatıp kamuoyunu aldattılar.
Yeni Anayasa gibi en hayati konuda bir araya gelemediğimiz bir dönemde, şikeciler için jet hızıyla böyle bir kanunun çıkarılması kamu vicdanında derin yaralar açmıştır.
En hassas terazi olan vicdanınızın sesine uyacağınız umuduyla sevgi ve saygılarımı sunarım.

26 Kasım 2011.

Şamil TAYYAR

Gelelim düşüncelerime… Sayın Vekille neredeyse aynı noktadayım…

Yalnız keşke bu karşı çıkışı geçen hafta TBMM’de görüşme öncesi ve sırasında yapsaydı; işte o zaman gerçek ‘cesur yürek’ unvanını hak ederdi…

Tabiri caizse ‘mal batıya kaymış’ yani yasa çıkmış, artık ah, vah demenin manası olmuyor ve de sanki kamuoyuna popülist mesaj verilmesi amaçlanıyor…

Bu çıkışı AK Parti lideri nasıl karşılar? Bence kapalı kapılar ardında bir hesaplaşma görülür, artısı-eksizi kantara çıkarılır, dışa yansıması ise uzun zaman alır…

Ben daha Sayın Cumhurbaşkanımızın bir yasayı uygun görmeyip geri çevirdiğine tanık olmadım. Olduysa bile günahını almayalım, benim bilgim yoktur… Gündemi bu kadar sıkı takip ederken gözümden kaçtıysa ne ala…

Hal böyleyken meşhur ‘şike kanununu’ geri çevirmesi yüzde 1 bile olasılık değildir. 4 partinin altına imza attıkları bir kanun tasarısının Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri çevrilmez ve onaylanır kanaatindeyim… Ama Sayın Cumhurbaşkanı 15 günlük inceleme süresini sonuna kadar kullanabilir…

Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçimi


Cumhurbaşkanlığı seçimi nasıl ve ne zaman olacak, bilen var mı?

Herkesin bihaber olduğu konuyu şöyle biraz deşeleyelim ve son 4 yıla bir gidelim…

Anımsarsanız takvim yaprakları 28 Ağustos 2007 gününü gösterirken yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin üçüncü turunda 339 oy alarak Türkiye Cumhuriyetinin 11. cumhurbaşkanı Abdullah Gül seçildi.

Nisan-2007’de başlayan Cumhurbaşkanlığı seçim tartışmasında; 367 milletvekili şartı, anayasa mahkemesi, CHP, AKP, Sabih Kanadoğlu, Erkan Mumcu, Mehmet Ağar ve 22 Temmuz genel seçimleri, temel öğeler olarak tarihe not düşülmüştür.

21 Ekim 2007 günü ‘Cumhurbaşkanının halkoyu ile seçilmesini’ öngören, anayasa değişikliği referandumla kabul edilmiştir.

Buraya kadar kısaca özet yaptık. Esas muamma bundan sonra başlıyor. Çünkü 2007, 2008, 2009, 2010, 2011 yılları bitiyor ama nedense ‘’Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’’ bir türlü TBMM’de görüşülemiyor, bir türlü resmi gazetede çıkamıyor, bir türlü kesinlik kazanamıyor…

Milletvekilleri, vatandaşlar soruyor şimdi: "Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin ne olduğunu, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ne zaman yapılacağını nereden ve kimden öğrenebiliriz"

Yanıt ise hele bir bekleyin…

İyi de ‘Cumhurbaşkanlığı süresi’ referandumla değişen anayasa maddesi gereği 5 yıl olacaksa seçimlere az bir süre kaldı. Yok, 7 yılsa daha 2 yıl daha vardır…

Kesin olan şudur: Ya 2012 yılında ya da 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçimi yapılacaktır. Düzenleme yapılırsa tarih kesinlşeiecektir.

Peki, niye bu kadar kritik oluyor bu cumhurbaşkanlığı seçim düzenlemesi?

Çünkü 5 yıl kararı verilirse Sayın Cumhurbaşkanı Gül, tekrar aday olabilecek, yok 7 yıl olursa; bu kez aday olamayacak…

Anlayacağınız hesaplar, kitaplar çok karışık… Bir türlü karar verilemiyor.

Neye karar verilemiyor?

Sayın Cumhurbaşkanı Gül’ün 5 yıl daha yapması mı yoksa Sayın Erdoğan’ın 5 yıl süreyle adaylığı mı? Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa AK Parti ne olacak? Başına kim geçecek?

Neyse sıradan bir vatandaş olarak soruyorum: Sandıkta oy kullanacağım Cumhurbaşkanlığı seçimi ne zaman olacak? 

25 Kasım 2011 Cuma

Tümgeneral Mustafa Bakıcı firar etmiş, iyi de etmiş…



Malumunuz internet andıcı davasında hakkında yakalama kararı bulunan Tümgeneral Bakıcı, izne ayrılarak ortadan kayboldu. Anlaşıldı ki emekli olup yanına aldığı 300 bin TL nakitle Kuzey Irak üzerinden Rusya'ya gittiği belirlendi.

Çok da iyi etti bence…

Niye mi?

Arkadaş, tutuklanırsa; suçunu öğrenemeden yani savunma bile yapamadan, yani iddianameyi görmeden en az 1-2 yıl yatacak, sonra en az 5-6 yıl dava sürecek, etti mi 7-8 yıl…

8 yıl sonra çıkar gelir; ‘’neydi benim suçum’’ der, yargılanır ve hukuki karşılığı neyse neticesine katlanır. Amma beraat eder, amma ceza yer…

Neden peşin cezaya razı olsun? Tutukluğun cezaya dönüştüğünü artık beşikteki (beşikte kalmadı ya:)) çocuktan tutun, havadaki uçan kuş bile söylüyor…

‘’Bazı dönemler hukuk, iktidarların fahişesidir.’’ 

Kim demiş?

Ünlü Rus devrimci ve kolektif anarşizmin teorisyeni M. A. Bakunin (1814-1876) was a well-known Russian revolutionary and theorist of collectivist anarchism.)

Sözü bu arkadaş kullanmış, ama pek de yalan olmamış…

Sözün anlamı nedir?

Hukuk, yaz-boz tahtasına döndürülür, duruma göre yorum yapılır, şahıslara göre kanaat oluşturulur, yani kılıfına uydurulur…

Sonra işte hukuk, işte adalet diye önümüzü koyarlar, yersen yersin, yemezsen işte böyle General Bakıcı gibi firar edersin…

Odatv falan çok ağır eleştiri getirmiş Bakıcı’nın firar etmesine… Ama ben kesinlikle katılmıyorum… Benim bildiğim halen firari olan Ergenekon sanığı eski AK Parti Balıkesir Milletvekili Turan Çömez var, başka? Bir de Eski İstanbul Belediye Başkanı, yine Ergenekon davası sanığı Bedrettin Dalan var….

Her gün oturum olmasına rağmen 6 ayda biter denen Ergenekon davasında neredeyse 6 yıl oldu, daha bir arpa boyu yol alınmadı…

Önce tutuklayıp sonra delil toplanan hukuk sisteminde işte böyle davalar yıllarca sürebilir… Oysa adil olan davanın tek oturumda, hadi bilemedin 2 (iki) oturumda bitmesi gerekir. İktidar cephesinde kimse de adaletin hızlı tecelli etmesi için en ufak gayret ve çaba göstermiyor…

Ha bu arada kızmaca yoktur, çünkü bende hasıl olan duygu ve düşünceler böyledir. İster katılın, ister katılmayın, yazıya yansıması da budur.