21 Temmuz 2012 Cumartesi

Ramazan ayı anısına..


Önce şu sözü biraz araştırdım, aklım yatmadı ama yapılacak bir şey yoktur..



Nedir o?



Hani ‘11 ayın sultanı Ramazan ayı hoş geldin’ denir ya.. Neden 12 ayın sultanı denmez diye fikir yürüttüm..



Açıklama ise aynen şöyledir:



Mübarek Ramazan ayı Miladi Takvime göre geride kalan 11 aydan üstün ve ulvi olduğu için, literatürde Ramazan ayına 11 ayın sultanı denmektedir.



Tamam, bu faslı geçtik..



Sonra eskiler aklıma geldi ve kısaca bu faslı da açalım..



Benim yaşımda ve daha büyük olanlar bilirler.. Özellikle 1980 öncesi her yıl, Ramazan ayında patırdı, gütürdü kopardı.. İşte yudurmuzun muhtelif yerlerinde açık olan lokantalar taşlanırdı, işte oruç tutmayan kişiler şiddete maruz kalırdı, bir sürü tatsız tuzsuz şeyler yaşanırdı..



Şahsen çok sevinçliyim ve mutluyum. Çünkü 2012 yılında Türkiye’miz artık hem demokratik, hem seküler, hem de Müslüman ülke olduğunu ve yeterli olgunluğa eriştiğini tüm dünyaya göstermektedir.



Neyse biz mübarek Ramazan ayının anısına biraz gülmece okuyalım:



Varan-1 Bunları Ramazana Verin

Vaktiyle adamın birisi her şeyin en güzelini bir yana ayırır, “Hanım bunu Ramazan'a sakla” dermiş. Gel zaman git zaman Ramazan ayı gelmiş, güzel güzel yemekler pişmeye, iftar sofraları dolup taşmaya başlamış.

Günlerden bir gün kapıya bir dilenci gelmiş ve Allah için bir yardım istemiş.

Kadın:

“Adın ne senin?” demiş.

“Ramazan”

“Ramazan mı? Dur öyle ise...”

Evde ne kadar ayrılmış güzel yiyecek, içecekler varsa kaplara doldurmuş.

“Al git bunları, bizim bey sana saklıyordu” demiş.



Varan-2 Bizi de yedirirsin!

Eskiden toplu ramazan yemeklerinde, iftar ziyaretlerinden artan yemekleri, yemek masasına hizmet eden çocuklar yermiş.. Yani artan yemekler onların hakkı imiş.

Bir iftar yemeğinde çorba içildikten sonra hoca cemaata:

- Çorbayı arttırmayın israf haramdır. Yemeği bitirmek sünnettir, der.

Böylece çorba tamamen biter.

Sıra sebze yemeğine gelir, hoca yine :

-Arttırmayın sünnettir” der yemek biter.

Sıra pilava gelir, tatlıya gelir.

Hoca:

-Sünnettir, diyerek, her şeyi cemaata yedirir ve hizmet yapan çocuklar aç kalırlar.

Yemekten sonra hocanın ellerini yıkaması için su döken çocuklarla hoca şakalaşmak ister:

-Balam sizin adınız ne, der.

Çocuklar:

- Farz hoca efendi, derler.

Hoca:

-Balam hiç farzdan ad olur mu?” der.

Çocuklar da:

-Olur ya, sünnet diyelim de bizi de cemaata yediresin öylemi ?” derler…



Varan-3 Bizim eve de buyursun!

Bir zat Ramazan’da hiç evine gelmez, boyuna davetli davetsiz iftarlara gidermiş. Bir akşam birisi evine gelerek:

-Bu akşam sizin efendiyi filan yerde iftara davet ediyoruz, buyursunlar deyince..

Evin hanımı:

-Ramazan neredeyse bitecek, efendiyi gören yok. Siz görebilirseniz söyleyin. Bir gece de kendi evinde iftara buyursun!

Varan-4 Deniz oruç bozar mı?

Birgün Naim Hoca`ya sormuşlar;

-Denize girersek orucumuz bozulur mu?´ diye.

Naim Hoca şöyle cevap vermiş;

- Ula uşahlar, Remazanda siz denize girersez orucuz bozulmaz. Amma deniz size girerse orucuz bozilir. Ona göre...

Varan-5 Borcun var mı?

Bir ramazan günü III. Mustafa'nın veziri Koca Ragıp Paşa'nın konağında yapılan sohbet esnasında Ragıp Paşa Şair Haşmet'e hitaben:

- 'Senin de borcun var mı Haşmet?' diye sorar ve ondan sonra şu cevabı alır:

- Evet efendim, mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş...

Ragıp Paşa sorusunun anlaşılmadığını düşünerek şu açıklamayla birlikte tekrarladı sorusunu:

- 'Ben onu sormuyorum, oruç borcun var mı?'

Şair Haşmet bu soruyu şöyle cevaplamış:

- Paşam, oruç borcunu Allah sorar; sizin soracağınız kul borcudur.



Varan-6 Bu mahalleden değiliz de...

Evvel zaman içinde iki şair ve edip ahbap Mehmet Celâl ile Faik Esad, Beylerbeyi’nde bir dostun iftar davetine icabet için yola koyulup karşıya geçiyorlar; fakat vakti iyi hesap edememişlerdir ve iftara daha saatler vardır. Bunun üzerine iki ahbap,

- Camiye gidelim, vaaz dinleriz, vakit geçer, fikriyle Beylerbeyi Camii’ne girip bir tarafa ilişiyorlar.

Vaiz kürsüye çıkmış cehennemden bahsetmekte, diliyle etrafa yıldırımlar savurup şimşekler çaktırmakta, "zebânileer, alevleer, katran kuyularıı” dedikçe cemaat dehşetle tir tir titremektedir.

Bizimkiler vaizin tehditlerine pek kulak asmamaktadır ama ahalinin çoğu kapıldığı haşyetle hüngür hüngür ağlıyor.


Ağlayanlardan biri, gözyaşlarını silerek Faik Esad’ın sırtına dokunuyor, kısık sesle,

- Siz vaizi dinlemiyor musunuz? diye soruyor.

"Dinlenmez olur mu, dinliyoruz elbet” diye cevap veriyor bizimki,

"Peki ne dediğini anlıyor musunuz?” "Anlıyoruz elbette, niçin soruyorsun peki?”

Adam hayretle devam ediyor,



- Yahu bizim ağlamaktan ciğerimiz sökülüyor, gözümüz dışarıya uğruyor sizde ise hiçbir elem işareti yoktur, nasıl oluyor bu?


Şair cevap veriyor:

- Efendim biz bu mahalleden değiliz, yabancıyız, misafirliğe geldik de!.



Varan-7 Çömlek hesabı

Ramazan günlerini hesaplamak için bir çömleğin içine her gün bir taş atar, Hoca. Bir avuç taş doldurur çömleğin içine Hoca'nın yaramaz oğlu,muziplik olsun diye. Bir zaman sonra arkadaşları:

-Bugün Ramazan'ın kaçı acaba? diye sorarlar Hoca'ya. Hoca'da:

-Şimdi eve gider öğrenirim, der ve evinin yolunu tutar.

Çömleği boşaltır; bir sayar, iki, üç sayar... Taşların yüz yirmi beş tane olduğunu görür. Şaşkın bir halde döner arkadaşlarının yanına Hoca.

- Arkadaşlar, bugün, Ramazan'ın kırkbeşi" der.

Hoca'nın bu cevabına gülüşür ve aralarından biri:

-Aman Hocam, bir ay otuz gündür. Hiç Ramazan'ın kırkbeşi olur mu? diye itiraz eder.

Hoca, biraz şaşkınlık biraz da kızgın bir ifadeyle:

-Ben yine insaflı davrandım. Benim çömlek hesabına bakacak olursak; bugün Ramazan'ın yüz yirmi beşi!"der.
Bu yazı daha önce counter kisi tarafından okundu.

Hiç yorum yok: