31 Ekim 2009 Cumartesi

Erkek-eşek-maymun…


İnsanoğlu (ERKEK cinsiyetli), eşek ve maymun sıraya giriyor, yaşam süresi belirleniyor…

İnsanoğlu için 40 yıl deniyor ve hemen azlığına itiraz ediyor:

-Aman 40 yıl yeter mi hiç!

Tamam, bekle deniyor…

Sıra eşeğe geliyor ve ona da 40 yıl deniyor ve hemen çokluğuna itiraz ediyor:

-Aman 40 yıl yük taşı, 40 yıl eşeklik yapmak çekilir mi hiç?...

O zaman senin 20 yılı insanoğlunu verelim…

Sıra maymuna geliyor ve ona da 40 yıl ömür biçiliyor ancak o da çokluğuna dair şiddetle itiraz ediyor:

-Aman 40 yıl ağaçtan ağaca, daldan dala atlamakla ömür biter mi hiç?

O zaman senin 20 yılı da insanoğluna verelim deniyor ve herkes bu alış-verişten memnun ayrılıyor.

Erkek cinsiyetli 40 yıl gayet güzel yaşıyor, hatta ne olduğunu anlayamadan bu güzelim yıllar geçiyor.

40 ile 60 yaş arası eşekten aldığı 20 yılı yaşamaya başlıyor.

Ne yükler taşıyor ne yükler… (Kendiniz hayal edin!)

60 ile 80 arasında ise maymundan aldığı yılları yaşıyor.

Ne maymunluklar yapıyor ne maymunluklar… (Kendiniz hayal edin!)

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/31 Ekim 2009/Burdur-Türkiye

26 Ekim 2009 Pazartesi

Kuzey Irak Kürt devleti aslında ne zaman kuruldu?...


İnternetten bir haber okudum.

Sonra şu yargımı kafamda yeniden tazeledim.

Neydi o yargım?

Türk Halkı, genelde geçmişte olup bitenlerle, bugün olup-bitenler arasında bağlantı hem aramaz, hem de kuramaz.

Oysaki tersinde; her şey çok daha kolay anlaşılır, yorumlanması çok daha özgün olabilir...

Anımsayın, yıl 1992, Birinci Körfez Savaşı’ndan hemen sonra Irak’ta uçuş yasağı koydu.

Kim koydu?

ABD…

Bu yasağa göre, 36. paralelin kuzeyinde ve 30. paralelin güneyinde Irak uçakları uçamayacaktı.

Bu yasak bölgede sadece ABD’nin ve onun izin verdiği ülkelerin uçakları uçabilecekti.

Bu duruma göre, Kerkük ve Musul 36. paralelin kuzeyindeki yasak bölgede kalıyordu.

Böylece Irak topraklarının önemli bir bölümü Saddam’ın denetiminden çıkıyor, Irak fiilen parçalanmış oluyordu.

ABD’nin tek yönlü koyduğu ve İngiltere’nin de desteklediği bu yasağı onaylayan bir Birleşmiş Milleteler (BM) Genel Kurul kararı ya da BM Güvenlik Konseyi kararı yoktu.

İşin ilginç yanı o zamanki hükümet ve asker kanadı bu karara tam destek verdi.

O dönemde bu karara destek veren Türkiye’ye ödül olarak; ABD’nin tanker uçak satışı gündeme getirildi. Tanker uçakla, Türk Savaş Uçakları müşterek eğitim yaptı.

Buraya dikkat! Bu eğitim nereye yapıldı?

ABD Devriye uçakları, Türk Savaş Uçakları beraberce İncirlik hava üssünden kalkıyor, hem havada yakıt ikmal eğitimi yapıyor ve Kuzey Irak üzerinde devriye görevi icra ediyor.

Tankeri batsın!

Asker kanadının uzağı görememe kusuru nedeniyle neredeyse kendi elimizle Kuzey Irak Kürt Devleti oluşumuna katkı yaptık.

Aslında 1992 yılında Kuzey Irak Kürt Devleti kuruldu, Türkiye’de figuran rolünü oynadı.

1992 yılında bu karara desek veren hükümet ve askerin tam bir öngörüsüzlük yaptığı, 2009 yılında daha net anlaşılmıştır.

2009 yılına gelinceye kadar papağan gibi aynı şeyleri tekrar eden hükümet ve asker kanadı ne diyordu?

Bizim kırmızı çizgilerimiz vardır.

Neymiş o kırmızı çizgilerimiz?

Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduklarını, Irak’ın bölünüp parçalanmasını kabul etmeyeceklerini ve Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulmasına asla göz yummayacaklarını…

Ne oldu şimdi?

Ne sarı kaldı ne kırmızı…

Kuzey Irak’ta Kürt Devleti kuruldu. Yakında diğer ülkeler gibi Türkiye’de Erbil’de konsolosluk açılacak, olay ya da puzzle yüzde 50 tamamlanacak.

2009 yılına gelinceye kadar olanları dikkate aldığım zaman 2019 yılında neler olabileceği konusunda öngörülerim vardır.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin böyle bir öngörü yapabilecek bağımsız ve özerk kurumu var mı?

Bence yoktur. Olsaydı 2009 yılından yaşananları 1992 yılında öngörebilirlerdi.

Neden yok?

Türkiye, bağımsız ve özgün siyaset izleyebiliyor mu? Yoksa izlettiriliyor mu?

Soruya soruyla yanıt verdiğimi biliyorum. Canım onu da siz düşünün…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/26 Ekim 2009/Burdur-Türkiye


YAZARIN ÖZEL NOTUDUR
İşte benim de ‘Normal Ötesi Aşk’ isimli kitabımın okuyucu yorumlarını paylaşıyorum:
http://kitap-yorumu.blogspot.com/2012/10/normal-otesi-ask-kitabna-yaplan-yorumlar.html
Yok ben sizden ve imzalı almak istiyorum derseniz; homeros80@hotmail.com adresini isim-soyadı, adres ve cep telefon bilgisiyle başvurabilirsiniz..

16 Ekim 2009 Cuma

Burdur İli Bucak İlçesi CHP Yönetim Kurulu Üyelerinden İlköğretim Okullarına ziyaret…





Bu ziyarete CHP üyesi olarak ben de katıldım, hem de fotoğrafladım, işte bu blog yazısını kaleme aldım.

Ziyaret amacı ise hem yeni eğitim-öğretim yılını kutlamak, hem de sorunlarını yerinde görmektir.

Nerden başlandı?

En ücrada bulunan, Yunus Emre İlköğretim Okulumuzdan elbette…

Daha sonra sırasıyla Cumhuriyet İlköğretim Okulumuza, Atatürk İlköğretim Okulumuza ve Bucak Anadolu Lisemize gidildi.

Ne gördük, ne duyduk faslına gelirsem…

Bir kere ilköğretim okullarına hiçbir ödeneğin olmadığını en yetkili ağızdan müdür beylerden işittik.

Okulların ihtiyaçlarını nasıl giderdikleri konusu ise işte kantin geliri, yasak olmasına rağmen velilerden toplanan paralarla ifade ediliyor…

Gelelim en mağdur ve en kötü durumda olan ilköğretim okulumuz hangisi sorusuna:

Yanıt ise Yunus Emre İlköğretim Okulu oluyor…

En ücrada olunca en zor durumda olan okul olması beni hiç şaşırtmıyor.

Öğrencinin gitmek istemediği, öğretmenin gelmek istemediği bir okul olunca başka nasıl bir tablo çıkacak ki?

Toplam Öğrenci sayısı 50’yi bulmuyor. Nedeni ise okulla aynı isimli anılan mahalleden gelen çocukların bile nakille başka okullara kayması gösteriliyor.

Adrese dayalı sistem zorunluluğu olmasına rağmen böyle bir yöntemle engellemenin delindiği görülmüştür. Çünkü nakillerde adrese dayalı sisteme dair herhangi bir belge istenmiyormuş.

Yunus Emre İlköğretim Okulumuzun fotokopi makinesi yoktur. Müdür Beyin oturacağı doğru düzgün bir odası bile olmadığı okulumuz hakkında başka ne diyebilirim?

Okulumuzun hemen dibinde bulunan Camimiz ve Kur’an Kursumuzun binası daha heybetli, daha sükseli, daha işlevsel duruyor.

Not: Fotoğraflarımın içinde mevcuttur.

Bu durumda Yunus Emre İlköğretim okulumuzda görev yapan müdürümüze ve öğretmenlerimize Allah yardımcıları olsun demekten başka lafım kalmıyor.

İkinci ziyaret Cumhuriyet İlköğretim Okulumuza yapılıyor. Bu okulumuz 1.200 öğrencisiyle en kalabalık okul unvanını elinde bulunduruyor.

Bu kadar kalabalık olmasına rağmen tek bir hizmetlinin bulunması abesle iştigal oluyor benim nazarımda...

En büyük eksikliğin ise rehber öğretmenin okulda bulunmamasıdır. 1.200 öğrenci var ama onları yönlendirecek kısaca rehberlik edecek bir öğretmenin olmaması şahsen beni şaşkına çeviriyor.

Üçüncü ziyaretimizi Atatürk İlköğretim Okulumuza gittik. Burası benim de okuduğum ve ilkokulumu bitirdiğim okuldur. Elbette 40 sen önceki okul binasının yerinde yeller esmektedir. Yeni bina yapılmış, tadil edilmiş kısaca benim okuduğum okulun ismi kalmış.

1.000’ne yakın öğrencisi olan okulumuzun durumu; sınıfları ortalama 40 öğrenci olmasına rağmen genel hatlarıyla iyidir.

Dördüncü kısa ziyaretimizi Anadolu Lisemize yaptık. Müdürümüz şaşırdı ve aynen şunları ifade etti:

CHP olarak sizi tebrik ediyorum. Çünkü daha hiçbir siyasi figür seçim harici ziyaret etmedi. Daha Belediye Başkanımız seçilmesinden dolayı nezaketen teşekkür ziyaretine bile gelmedi…

Öğretmen, öğrenci kısaca eğitim üzerine güzel sohbet ettik ve ayrıldık.

CHP Bucak İlçe Teşkilatı olarak, ben de MB Yazarı ve CHP üyesi olarak, bu tür okul gezi ve ziyaretlerimizi sürdürmeye karar verdik.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/16 Ekim 2009/Burdur-Türkiye

‘’Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız. (Carl Sagan)’’

Siz hala kitabımı almadınız mı? O zaman adresi veriyorum:

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=439776

http://www.idefix.com/kitap/normal-otesi-ask-omer-ozdamar/tanim.asp?sid=UMSURS3EM4WBRLD0UYO8

Adalet, adaleti arıyor ama bulamıyor…


Adalet yaralı mı?

Adalet var mı?

Adalet nerede?

Adalet terazisi kusursuz mu?

Bu sorulara yanıt vermeden önce CHP Grup Başkan Vekili Kemal Kılıçdaroğlu, mizansen kalıpta adaletin halini bakın nasıl anlatıyor?

Başbakan Tayyip Erdoğan, İsviçre’ye gidiyor.

İsviçre Başbakanı kendisine bakanlarını tanıtıyor.

Başbakanım diyor işte bu bizim Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız, bu Sağlık Bakanı, bu Denizcilik Bakanı…

Tayyip Bey diyor ki:

-Nasıl olur burada deniz yok ki, nasıl Denizcilik Bakanı olur?

Bunun üzerine İsviçre Başbakanı şu karşılığı veriyor:

-Sayın Başbakanım sizde de Adalet yok ama Adalet Bakanı var…

2004 yılında başlayan bir tazminat davası, tam 5 yıl sonra 2009 yılında bitiyor.

50 milyarlık tazminat davası oluyor 100 milyar…

Neden?

Geçen 5 yılın faizleri ekleniyor da ondan…

Gecikmeye neden olan kim?

İlgili mahkeme…

İlgili mahkeme kime rücu ediyor?

Tazminat ya da alacak davasının davalılarına…

5 yıllık gecikmeden davalıların ne kusuru var?

Yok.

İlgili mahkeme 5 yıl süren gecikme için nasıl bir neden gösteriyor?

Dosya fazlalığını…

İyi de bu durum kimden kaynaklanıyor?

Adalet sisteminden değil mi?

Evet.

Evetse bu mağduriyet ne olacak?

2 avukatın sohbetine kulak misafiri oldum. Bakın ne duydum?

Bir kadastro davası tam 20 yıldır sürüyormuş…

Dev-Genç davası daha geçen gün bitmedi mi? Tam 29 yıl sonra…

AİHM, sürekli Türkiye’yi adaletin gecikmesi dolayısıyla mahkûm etmiyor mu?

Ediyor.

Adalet sistemimizi ne zaman sorgulayacağız?

Adalet sistemi deyince ne anlıyoruz?

Mahkemeler, yargıçlar, savcılar, Yargıtay, temyiz, adalet bakanlığı…

Temyiz edilen dosyalar 2 yıl, 3 yıl, 4 yıl, 5 yıl Yargıtay’da bekleyebiliyorsa bu adalet sistemi nasıl düzelecek ve nasıl hızlı çalışacak?…

Geciken adalet aslında adaletsizlik değil mi?

Çözüm nedir?

Konunun uzmanı değilim ama bir yerde adaletin mağduruyum. Pratikte yaşadığım güçlükler ışığında önerilerim şunlardır:

Bir dava başlamalı ve en geç 6 ay içinde sonuçlandırılmalıdır.

Dosya için hazırlık dönemi (bilirkişi raporu, deliller, iddialar, savunmalar…) 3 ay geçer. Hemen sonuçlanmak üzere dava kısa aralıklarla devam eder ve biter…

Biten dosyaların hepsi ANKARA’ya Yargıatay’a gitmemesi gerekiyor. Mutlaka bölge Yargıtayları kurulmalıdır. Davaların büyüklüğü göz önünde alınmalıdır. Örneğin 2 yıla kadar ceza davaları, 100 bin TL’ye kadar alacak ya da tazminat davaları kurulacak bölge Yargıtay’ına gitmelidir.

Bana göre Türk toplumun adalete olan inancı hızla kaybolmaktadır. Bu durum ülke, devlet, vatandaş ilişkisine ağır darbe vurmaktadır. Bu ülkede olası kargaşaların kaynağı asla terör, yalanlar, yolsuzluklar olmaz. Ama adaletsizlik duygusu topluma yerleşirse; işte o zaman en büyük kaos yaşanır.

Bir vatandaş olarak adalet üzerine benden bu kadar…

Aman dikkat! Adaletin kestiği parmak acımaz! Vecizesini adaletsizlik parmak kesiyor ve çok acıtıyor şekline dönmesin…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/15 Ekim 2009/Burdur-Türkiye

‘’Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız. (Carl Sagan)’’

Siz hala kitabımı almadınız mı? O zaman adresi veriyorum:

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=439776

http://www.idefix.com/kitap/normal-otesi-ask-omer-ozdamar/tanim.asp?sid=UMSURS3EM4WBRLD0UYO8

12 Ekim 2009 Pazartesi

Burdur-Bucak Kahveler Kavşağı...




Yer Burdur ili Bucak ilçesi Kahveler kavşağı (Mevkii)

Burdur-Antalya karayolunun Bucak istikametine dönüş verilen yerdeki Aziz Nesin’lik bir durumu aktarıyorum.

Şimdi fotoğraflarla kanıtladığım yerin ana yolunda yaya geçidi var. Bucak yoluna geçişte yok ya da unutulmuş.

Ana yolu ışıkların yardımıyla yaya geçidini kullanarak geçiyorsun ama Bucak istikametindeki yola geçmek için uçmak gerekiyor.::)))

Yahu yaya geçidi yoksa ne yapacaksın?

Şimdi bu yol hikayesi çok derindir. Burdur-Antalya ana yolundan Karayolları sorumlu oluyor. Diğer tali yoldan Bucak Belediyesi sorumlu oluyor.

Karayolları ana yola geçişler için yaya yolu yaptım. Ama tali yola yapmadım. Çünkü beni ilgilendirmez diyebilir…

İyi de arkadaş, kim yapacak bu yaya yolunu?

Bu yoldan her gün onlarca sayıda çoluk çocuk geçiyor.

Bakalım, bu Aziz Nesin’lik yaya geçidi nasıl çözülecek?

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/11 Ekim 2009/Burdur-Türkiye

‘’Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız. (Carl Sagan)’’

Siz hala kitabımı almadınız mı? O zaman adresi veriyorum:

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=439776

http://www.idefix.com/kitap/normal-otesi-ask-omer-ozdamar/tanim.asp?sid=UMSURS3EM4WBRLD0UYO8

10 Ekim 2009 Cumartesi

Türkçe ezan tartışması


TV Kanal adı Habertürk

Program adı Basın Kulübü

Sunan Yiğit Bulut

Konuk adı Hak ve Eşitlikler Partisi (HEPAR) Genel Başkanı Osman Pamukoğlu

Gazeteci konuklar ise Can Ataklı, Altan Tan, Ayşe Böhürler

Her şey konuşulurken konu ezanın Türkçe okunmasıdır.

Yazar Altan Tan Bey, Dünyada hiçbir devletin Arapça okunan ezanı başka bir dile çevirmediğini, Sadece bu kararı alan devletin, Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk olduğunu söylemiştir.

Bunun üzerine Osman Bey, Atatürk’e uzanan dil yakılır dedi…

Sonra devreye Can Ataklı Bey girdi. Hep milli değerlere saldırı stratejisi izliyorsunuz dedi…

Bu ifade karşısında Altan Tan Bey, benim dilimi yakmaya hiçbirinizin gücü yetmez dedi ve Can Ataklı Bey ile sert bir tartışmanın içine girilir. Tartışmayı sonlandıramayan Yiğit Bulut yayına ara vermek zorunda kalır.

Türkçe ezan konusu hep duyulur ama işin esası ya da tarihi geçmişi pek bilinmez.

Önce Nasıl olmuş, nasıl karar verilmiş, nasıl uygulanmış? Sorularına yanıt bulmaya çalışalım.

Atatürk 1932'de, önce Türkçe ezan okunmasının dinen caiz olup olmadığını tartıştırır ve caiz olduğu belirlenir.

Bunun üzerine içlerinde Hafız Burhan, Sadettin Kaynak,Hafız Nuri gibi dönemin önemli hafızlarının bulunduğu bir komisyon kurularak ezanın Türkçe çevirileri yapılır, hangisinin ahenginin daha uygun olduğu tartışılır.

Kabul edilen metin şöyledir:

"Tanrı uludur;
Şüphesiz bilirim, bildiririm;
Tanrı'dan başka yoktur tapacak.
Şüphesiz bilirim, bildiririm;
Tanrı'nın elçisidir Muhammed.
Haydin namaza, haydin felaha,
Namaz uykudan hayırlıdır."

Diyanet İşleri Başkanlığı 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelge ile bu metni bütün camilere bildirir ve ezan Türkçe okunmaya başlanır.

Bu uygulama 18 yıl sürer. 14 Mayıs 1950'de genel seçimler olur, Demokrat Parti iktidara gelir. Adnan Menderes'in kurduğu hükümetin güvenoyu aldığı tarih, 2 Haziran 1950'dir. Yalnızca 14 gün sonra, 16 Haziran 1950'de, ezanın Arapça okunmasını serbest bırakır.

Oylamaya katılan muhalefet de (CHP) kararı onaylar.

Dikkatinizi çekeriz, Türkçe ezan yasaklanmamış, yalnızca Arapça ezan serbest bırakılmıştır. Ama bugün, değil Türkçe ezan okumak, okunmasını talep edene deli derler herhalde…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/10 Ekim 2009/Burdur-Türkiye

‘’Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız. (Carl Sagan)’’

Siz hala kitabımı almadınız mı? O zaman adresi veriyorum:

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=439776

http://www.idefix.com/kitap/normal-otesi-ask-omer-ozdamar/tanim.asp?sid=UMSURS3EM4WBRLD0UYO8

2 Ekim 2009 Cuma

Erzurum Valisi ile İl Genel Meclisi Başkanı bir komploya kurban mı?


Haberi galiba herkes okumuştur. Ama yine de kısaca değineyim.

Gazete Habertürk'te AHT'den Orkun Çizmeli imzasıyla yayımlanan habere göre, Erzurum Valisi Sami Bulut, AK Partili İl Genel Meclisi Başkanı Avukat Selcan Karagöl'ün, "önemli bir konuyu aktarmak" üzere görüşme talebine, gece saat 23.00'da spor yaptığı ormanlık alanda randevu verince karakola düştü.

155'e yapılan ihbarda "Ormanlık alanda fuhuş yapılıyor" şikâyeti alan polis, olay yerine gittiğinde Vali Bulut ve Karagöl'den kimlik istedi.

Evden spor yapmak amacıyla eşofmanla çıktığını belirten Bulut, yanında kimliği olmadığını ve polise vali olduğunu söyledi. Polisin de Sami Bulut'a,

"Ben de Cumhurbaşkanıyım. Buyurun, karakola, Vali olduğunuzu orada kanıtlarsınız" diyerek, merkeze davet ettiği öğrenildi.

Vali Bulut ve Karagöl'ün kimlikleri, Emniyet'te belirlenince, tutanak tutularak evlerine gönderildi.

Selcan Karagöl ise "Ben genç bir kızım. Bu olayı başka yönlere çekmek isteyenlere söyleyecek tek sözüm var, Allah'larından bulsunlar" demekle yetindi.

Olay budur!

Peki, bu olayın arka planının ne var?

Bana göre siyasi tezgah var.

Burada Sayın Vali galiba kurban oluyor. Esas hedefin, AKP’li Erzurum İl Genel Meclisi Başkanı Bayan Selcan Karagöl olduğunu düşünüyorum.

Niye mi?

Yahu Erzurum gibi muhafazakarlıkta 1 numara olan bir şehirde, kadın il genel meclisi başkanı olmazda ondan işte…

Bakın başka bir çarpıcı noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.

Sayın İl Genel Meclisi Başkanı Selcan Karagöl Hanım, üstüne üstlük 30 yaşlarında ve bekar…

Aboooooo… mümkünatı yok kabul görmez.

Peki, nasıl seçilmiş?

Orasını bilemem. Bir sürü faktör rol oynamış olabilir. Ankara AKP merkezinden istenebilir, başka hesaplar yüzünden olabilir, falan filan…

Artık Selcan Hanım, Erzurum İl Genel Meclisi Başkanı olarak kalamaz. Mutlaka istifası istenir.

Zaten amaç da bu değil miydi?

Peki, bu tezgahı kim ve nasıl kurdu?

Bana göre (elbette kurgudur) Selcan Hanım, takip altındaydı. Mutlaka bir falsosunun yakalanması gerekiyordu.

Takip eden şahıs ya da şahıslar ormanlık alanda Vali Beyle, Selcan Hanımı araba içinde görüyor.

Hemen 155 aranıyor ve fuhuş ihbarı yapılıyor.

Polis ekibi geliyor. Sen Valiysen ben de Cumhurbaşkanıyım diyecek kadar işi tiye alan polis memuru çıkıyor.

Karakola gidiliyor. Eh yani karakol da tanımazaydı; herhalde içişleri bakanı çağırırlardı. Yahu bu şahıs Erzurum valisi midir? diye sorarlardı::))))

Tutanak önce tutulmuyor, sonra tutuluyor ve bir şekilde basına sızdırılıyor.

Böylece siyasi tezgah tamamlanıyor.

Şimdide olayın siyasi tezgah olmadığına dair kurgularıma sıra geldi…

-Sayın Valinin ölümcül hatası kimliksiz dolaşmasıdır.

-Spor amacıyla çıktıysan bile asla korumasız bir yere gidilmez.

-Kimlik soran polisin karakol davetini kabul etmeyerek; ya valiliğe gitmesi ya da Erzurum Emniyet Müdürünü araması daha makul olmaz mıydı? Ama tek şartla uygunsuz durumda değilse… Şimdi vali olacağım, araba içinde, kuytu ve sessiz bir yerde bir bayanla konuşacağım. Sonra polis ekibi gelecek ve beni karakola götürecek ha… Mümkün değildir. Türkiye’de valilik yapan hiç kimse bu muameleyi kabul edemez. Eğer durumun ve görünümün namüsait ise her söylenen işte o zaman yapılır.

Valla yaşanan ve bize aktarılan bir skandalı çift taraflı görmeye çalıştım. Sizce hangisi uygunsa ona itibar edebilirsiniz. Hatta siz de bir hayali bir kurgu yapabilirsiniz.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/02 Ekim 2009/Burdur-Türkiye

‘’Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız. (Carl Sagan)’’

Siz hala kitabımı almadınız mı? O zaman adresi veriyorum:

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=439776

http://www.idefix.com/kitap/normal-otesi-ask-omer-ozdamar/tanim.asp?sid=UMSURS3EM4WBRLD0UYO8