Bu yazıyı okumaya başlamadan önce ilkini okumanızı şiddetle öneririm. Linki hemen veriyorum:
Mecidiyeköy-Taksim arasındaki yolda, şafak vaktinde, mecburi yürüyüş yapıyoruz bir yerde.. Hani insanlar olmayacağına aklı kestiği zaman ani kararlar veriri ya.. Ben de öyle yaptım. Kayınbiradere döndüm ve:
-Arkadaş! Biz hemen geri tornistan yapalım. Çünkü yayan Taksim alanını mümkün değil bulamayacağız.
Aynı yoldan ama karşı kaldırımdan geri dönüş yaptık. İşte vitrinlere baktık ve dudak uçuklatan fiyatlara şaştık, kaldık… Mecidiyeköy meydanına yakın küçük bir parka geldik ve bir banka oturduk. Bazen insan sesine benzettiğim gökyüzünde martıların garip ötmeleri duyuyorum, güvercinlerin yenice uyandıklarını ve yiyecek kırıntısı aradıklarını görüyorum, onların enstantanelerini beraber yaşıyorum…
Bizim oturduğumu bankın tam karşısında adını unuttuğum bir bar vardı. Önünde son model cipler park etmiş ve sahiplerinin çıkışını bekliyordu… Bir vatandaş çıktı ve taksiye bindi, gitti. Aklımın ermediği ise sabah 07.00’a kadar barda ne yapılır?
Daha 1 saat öncesine kadar yaşam hortumundan hiçbir şey akmazken şu sıralar tazyikli olarak insan akmaya başladı… Yaşlılar, gençler, kızlar, kadınlar, çocuklar kısaca herkes pür telaş içinde bir yerlere yetişmeye çalışıyorlar artık… Servise koşanlara mı bakarsın, metroya hücum edenleri mi ararsın, otobüslere sıkışanları mı sorarsın velhasıl hiç kimsenin acelesinden dolayı gözünün önünü görecek hali yoktur.
Kayınbiraderime döndüm: ‘Hadi arkadaş, biz de kahvaltımızı yapalım, ondan sonra tekrar karar alalım…’ dedim.
Yakındaki büfeden Milliyet gazetesi aldım ve çok moda olan simit saraylarının birinin içine daldık. Sabah kahvaltımın vazgeçilmez öğeleri zeytin ve haşlanmış yumurta olmasına rağmen simit, krape peynir ve çay aldım. Sonradan fark ettim ki, simit sarayı içinde ama karşı vitrinde hepsi vardır. Tuh, muh dedimse de artık mevcutla yetindim. En sevdiğim anlardan olan ‘hem gazeteye göz atma, hem de kahvaltımı yapma’ eylemi başarıyla ifa edildi.
Neyse bir müddet sonra kalktık ve dışarı çıktık. Ne yapalım derken metro yazısının olduğu bölüme yöneldik ve merdivenlerden indik. Taksim’e gideceğiz ve doğru yerdeyiz ancak ne bilet, ne jeton, ne de kart var… Karşımızda makineler var. Kağıt para ya da demir para atıyorsun sana jeton veriyor. Birisini izledim. Ben de aynısını yapmak üzere makine karşısına geçtim. 5 TL kağıt parayı attım. 2 jeton istedim. Ulan hem 2 jeton verdi hem de 1 TL para üstü iade etti… İçimden valla bu makine bir çok insandan daha zeki diye mırıldandım… Jetonu attık, turnikeyi geçtik. Taksim’e gidecek metroya bindik. Bizim yayan gitmeye çalıştığımız Taksim meğer ne kadar uzakmış. Önce Osmanbey durağı sonra Taksim durağı derken neredeyse 10-15 dakika geçti. Taksim’e vardık.
Neler mi oldu? Devamı gelecektir… Beni izleyin derim…
Bu yazı daha önce kisi tarafından okundu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder