25 Mayıs 2014 Pazar

Dağ evine taşındım


Valla benim işler böyledir.. ‘’Eller gider Mersin’e, ben giderim tersine’’ misali herkes şehre akın ederken ben dağa giderim..

İşte 2 keçi, 10-15 tavuk, 4 hindi, 5 kedi, 1 köpek ver elini dağ evine.. Hafif soğuktan dolayı biraz erken olması dışında memnuniyetsizlik yaratacak hiçbir şey olmadı..

Yaklaşık 4 ay süreyle dağ evinde yaşam süreceğiz.. Ehh bir hafta geçti bile.. İlk günler kaotik ortam vardı ama şimdi herkes uyum sağladı..
Hani bir söz vardır, ‘’tebdil-i mekanda ferahlık vardır’’ yani mekan değişikliği iyidir her zaman..

Bu arada ‘Deneme’ türünde bir şeyler karalamaya başladım bile.. İçime sinerse Sonbahar’da kitap haline getirebilirim..

Peki, ilk bir hafta izlenimi nedir?

Harala gürele yok, para harcama yok, ona-buna yetişme, koşuşturma derdi yok, kalabalık yok, trafik yok, velhasıl yok oğlu yok..

Ne var peki?

Bol oksijen, derin sessizlik, dinç ve zinde bir kafa..

Tavuk yumurtluyor; sabah kahvaltıda yeniyor,

Akşam-sabah keçi sağılıyor ve sütü içiliyor..

Aslında tüm uğraşılar ve çabalar doğayla bütünleşme içindir..

Haydi şimdilik bu kadar, ilginç bulduğum deneyimler ve olaylar gözlemlersem yazarım..



15 Mayıs 2014 Perşembe

‘’Ulusal Yas’’ ilan ettik..


Soma Maden Ocağında yaşanan facia sonrası (resmi açıklamaya göre) 283 vatandaşımızı kaybettik. Korkarım ki kurtarma çalışmaları devam ettikçe başka acılarla baş başa kalacağız… Maden şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabırlar diliyorum..

Son 40 yılda (bilinçli anımsadığım yıllardır) hiç ama hiç ‘’Ulusal Yas’’ ilan edildiğini duymadım, görmedim…

Yaşananlar karşısında gözleri yaşarmayan birisi varsa o gitsin; ya tıbbi yardım alsın ya da intihar etsin.. Çünkü vicdanını kaybeden birisi artık insani tüm değerleri zayi olmuştur. Şeklen insani olarak görülebilir ama asla insan değildir..

77 milyon hep beraber, SOMA acısına ortak olunmuyorsa, bunun normal olduğunu söyleniyorsa; ulus olmanın en temel kriteri yitirilmiştir..

Büyük trajediyi sadece manevi değerlerle geçiştirmeye çalışma; ‘işte fıtratta vardır’, ‘işte risk çok yüksektir’, ‘işte bu işi yapanlar sonucunu bilirler’ tarzı ifadeler hem çok talihsiz hem de acıyı içselleştirmeden çok uzaktır..

Hele dünyamızda 1907 yılında, 1876 yılında yaşanan büyük maden facialarını örnekleme yaparak 2014 yılının, Mayıs ayının, 13’nü uydurmak; çok yanlış olmuştur. Kaldı ki 2013 yılında dünyada böyle facia yaşansa bile ülkemiz için asla örneklenemez.. Çünkü Türkiye’miz bunu layık değildir..

Hele bu kadar çok kayıp yaşanmasının nedenleri, eksikleri araştırılmadan, ‘her şey takdiri ilahidir’ cümlesiyle sorgulamanın önüne set çekmek; en azından kaybettiğimiz vatandaşlarımızın anısına saygısızlıktır. Elbette her şey Allah’ın takdiridir ancak bu kullanılacak son cümledir.

Oysa öncelikle:
‘bu maden ocağının işletmesi dünya standartları yakalanmış mı?’,
‘iş güvenliği harfiyen uygulanmış mı?’,
‘denetleme ve kontrol tam yapılmış mı?’

Maalesef hepsi sıfırdır.

Çünkü maden ocağı işletmesi, siyaset, sendika ve çalışanlar arasında çarpık bir ilişki ağı oluşmuştur.

Nasıl mı?

-İşletme CEO’nun eşi SOMA AK Parti Belediye Meclis Üyesi,

-Sendika temsilcisi işçilerin haklarını savunma yerine sanki daha çok işletme lehine davranan konuma gelmiş..

-İşçiler tam bir ucuz köle haline sokulmuş, gerekirse baretleriyle meydanları doldurmuş ve siyasetin figüranı olmuşlar, gerekirse başka amaçlar için kullanılmışlar..

Allah yaşatmasın ama tekrar ‘Ulusal Yas’ ilan etmemiz için ne yapmalıyız?

Bir ekip oluşturulup hemen Belçika, Almanya, ABD maden ocaklarına gönderilecektir. İş güvenliği konusunda tüm yapılanlar aynen not edilecek ve ülkemizde temel kriter haline getirilecektir.

Peki, sermayedar bu şartlarda kömür işletmesini çalıştırmam derse ne yapacağız?

Yapan gelecektir.

Eğer siyasetle göbek bağı yoksa hakkıyla bu işi yapacak girişimci ve sermayedar mutlaka bulunur.. Bulununcaya kadar da ocağa vur kilidi..

Çünkü bizim bir insanımız bile çok değerlidir, bu yüzden asla ortaçağ anlayışla ocak işletmesini izin verilemez..



10 Mayıs 2014 Cumartesi

Cumartesi devlet krizi..


Kriz tatil, matil dinlemiyor arkadaş.. 10 Mayıs 2014 Cumartesi günü, Danıştay’ın 146.Kuruluş Yıldönümü için düzenlenen törende önce Danıştay Başkanı, sonra TBB (Türkiye Barolar Birliği) Başkanı konuşuyor ve işte kıyamet o zaman kopuyor..

Konuşmanın son paragrafına gelindi ki Başbakan Erdoğan’ın tutmak mümkün olamıyor.. Cumhurbaşkanı Gül, çok çaba sarf ediyor ama Başbakan Erdoğan’ı bir türlü sakinleştiremiyor..

Ve Başbakan Erdoğan önde, Cumhurbaşkanı Gül, Genelkurmay Başkanı tören yerini terk ediyor..

‘’Kim ve ne dedi?, Nasıl dedi?’’ gibi sorulara girmiyorum. Çünkü Hepimiz televizyon ekranlarından, internetten defalarca izledik..

Başbakan Erdoğan cephesinin yanlışları:

-Madem yasada yok, tüzükte yok ancak TBB Başkanı’nın konuşması programda var ise ve oraya da gittiyseniz; tahammül göstermek zorundasınız..

-Hani teamüller gereği TBB Başkanı Feyzioğlu konuşacağı belliyse; her şeye hazırlıklı olmanız gerekirdi.. Kaldı ki, aynı başkanla daha 2 ay önce Dolma Bahçe’de de görüştünüz zaten..

-TBB Başkanı’nın konuşması gerçeklerden uzak yalan, dolan olabilir, toplantı sonrası hepsini ispatlar böylece konuşmacıyı müfteri duruma düşürürsünüz.. Ancak bu şekilde öfkenizi kontrol edemeyip saldırgan bir dil kullanırsanız; en başta sizi ve sizi savunanları zor durumda bırakırsınız..

-TBB’nin genelde siyasi içerikli söylemi olduğunu biliyorsunuz ki, böyle olması da demokratik ülke gelenekleri doğrultusunda çok normaldir. Sivil Toplum Kuruluşu olan TBB Başkanı seçimle geliyor ve tüm ülke sathında avukatlar oy kullanıyor.. Aslında büyük çoğunluğun dikkatini bile çekmeyen bir konuşmayı, böyle yapmakla hem söylemi değerli yaptınız, hem de herkesin bilmesini-öğrenmesini sağladınız..

-AK Parti karşıtları için yeni bir kahraman yarattınız.. Sizinle yaşanan karşılıklı polemiklerde hep kazanan iken bu kez kendi kendinize kaybettiniz..

-Cumhurbaşkanı Gül’ü o kadar zor durumda bıraktınız ki 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı geçmişiyle yarattığı saygınlığı ve empatisi bir anda sorgulanır hale geldi.. Çünkü siz önde, Cumhurbaşkanı Gül arkada, tören salonunu terk etme oldu-bittisi nedeniyle sanki siz Cumhurbaşkanı’na bağlı değil, Cumhurbaşkanı size bağlı algısı yarattınız..

Gelelim TBB Başkanı Feyzioğlu cephesinin yanlışlarına:

-Danıştay Başkanı’nın 25 dakikayla sınırlı tuttuğu konuşmayı TBB Başkanı’nın 55 dakikaya çıkarması; kurum başkanını zor durumda bırakır ve nezaketsizlik olarak yorumlanır. Çünkü sizi davet eden ve konuşmanıza izin veren Danıştay Başkanı için söylenecekleri söylememiş imajı doğar.

-Van deprem konteyner evlerde kalan 40 ailenin sorunlarını dile getirmek; düzenlenen toplantının konseptine, ruhuna uymamıştır. Başbakan Erdoğan’ın en çok ilgilendiği ve en çok bildiği bir alanda eleştiri getirmesi;  konuşmanın bütündeki devasa konularını gölgelemiş ve örtmüştür.

Peki, kim neler kazandı?

Başbakan Erdoğan, gücünü ve liderliğini tabana bir kez daha göstermiştir.

TBB Başkanı Feyzioğlu ise AK Parti karşıtlarının liderliği yolunda çok önemli bir dönemeci geçmiştir.

Başbakan Erdoğan’ın halktan büyük beğeni aldığını düşündüğü ‘’öfkeli hitabet’’ tarzını bir kez daha kullanmış, tüm AK Parti’lerin kendi etrafında kenetlenmesini sağlamıştır.

Başbakan Erdoğan, bu krizle aslında cumhurbaşkanlığı seçimin startını vermiş ve ne kadar sert ve keskin bir seçim olacağının işaret fişeğini atmıştır.

Herkesin çok şeyler kazandığı bu krizin tek kaybedeni Cumhurbaşkanı Gül olmuştur.