31 Mayıs 2010 Pazartesi

Türkiye-İsrail krizi aslında bilek güreşidir…


İsrail Devletinin yaptığı hukuksuzluğu, insanlık dışı davranışı herkes gibi kınıyorum. Bunu geçtik…

Ben esasen olayın kodlarını, krizin zaaflarını kendimce değerlendirmeye ve yorumlamaya çalışacağım.

Kimsenin dikkat etmediği bir nokta vardır. Türkiye resmen kriz yönetimi zaafı yaşamıştır.

Nasıl mı?

Karar mekanizmasının şah ve veziri ülkede bulunmuyor. Sayın Başbakan Güney Amerika gezisinde, Genelkurmay Başkanı Mısır gezisinde…

Satranç oyununda şah ve vezir yoksa zaten kafadan mağlupsundur. Çünkü hamle yapmak için karar alamazsın…

400 Türk Vatandaşı, 200 Yabancı vatandaşı taşıyan Mavi Marmara isimli gemi, Antalya limanından hareket ettiği zaman uluslararası suda güvenliğini kim sağlayacak?

Eğer krizi öngörebilecek ve yönetebilecek iktidar olsaydı bu gemileri dolayısıyla Türk Vatandaşlarının güvenliğini sağlayacak silahlı askeri gemi verebilirdi…

Bunu yapmıyorsan, o zaman gemilere izin vermeseydin… İzin verdiysen gereğini yapsaydın…

Bu nokta hakikaten tam bir öngörüsüzlük zafiyetidir.

Van minıt diyenler kafalarına kurşun sıkılmış Türk vatandaşı sivillerin hesabını nasıl verecek bilemiyorum.

Van minıt diyenler İsrail askerlerince tutsak alınmış sivil Türk vatandaşlarını nasıl kurtaracak bilemiyorum.

İskenderun denizci birliğine saldırı ise bana göre PKK işi değildir. MOSSAD’ın 5-6 kişilik özel operasyon timi botla kıyıya çıktı, bahriyelileri katletti ve geri gitti…

Türkiye’yi nasıl güvenlik zaafına soktukları apaçık ortadadır.

Bunun aynı zamanda iktidar dolayısıyla devlet zaafı anlamına geleceğini de diplomatik lisanda herkes bilir…

İsrail, 70 mil uzağında uluslararası deniz sahasında güvenliğini tehdit ettiği gerekçesiyle sivil yardım gemilerine hukuksuz, mesnetsiz, nedensiz olsa bile müdahale edebildiği gözden kaçmazken; Kuzey Irak’a karadan müdahale edilemeyeceğine dair anlaşmaya imza atan Türkiye iktidarı arasında bariz farkı görebiliyorum…

1913 ile 1923 yılları arasında takriben 4,5 milyon kilometre karelik Osmanlı topraklar basiretsiz, öngörüsüz yönetim ve iktidar tarafından kaybedilmiştir.

Bence 784 bin kilometre karelik ülke toprakları artık resmen tehdit altındadır…

Hadi bakalım, PKK ve İsrail ile savaş savaşabilirsen…

Bu tehditle, AKP iktidarının baş edemeyeceği 8 yıllık deneyimle bizzat yaşanmış ve görülmüştür.

İsrail, Türkiye bilek güreşinde durum bir anda 2-1 olmuştur. Sürekli atak oynayan İsrail her an 3-1 yapabilir…:))

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Bucak-Burdur/31 Mayıs 2010

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Burdur İli Bucak İlçesinde simit fiyatı kaç olmuş?…


Her gün sabah 09.00-11.00 saatleri arasında oturduğum mahallemin marketine (Bucak-Kahveler mevkii-Soysal Marketi) gider, Milliyet Gazetesi, ekmek ve simit alırım. Zeytin ve simitli kahvaltıyı çok severim…

Neyse her zaman 350 kuruşa aldığım simit olmuş 500 kuruş… Aslında 10-15 gündür bu fiyattan satılmaya başlanmıştı. Ancak bugün (26 Mayıs 2010) simit zammı konusunu kafaya taktım. Yahu hani biraz iktisatçı yanımız var ya… Un ve susam fiyatlarının artmadığını biliyorum ya… Ayrıca CHP Bucak İlçe Yönetim Kurulu Üyesiyim ya…

Önce market sahibine sormaya başladım:

Bu zam kimden kaynaklanıyor?

Abi, bana fırından 350 kuruşa geliyor, ben de 500 kuruşa satıyorum…

Simit kaç gram?

Abi, gel beraber hassas tartıda tartalım.

Kaçmış?

90 gram…

Güzel… Ben bu işi araştıracağım.

Sonra DP’den Belediye Meclis Üyesi arkadaşım Fuat Şan’ı telefonla aradım.

Arkadaş, belediye meclisinde simit zammı yaptınız mı?

Yok abi,zaten o görev yani fiyat belirleme işini Bucak Ticaret Ve Sanayi Odası yapıyor…

Bilgiler için teşekkürler dedim ve hemen Bucak Ticaret Sanayi Odasını aradım.

Oradaki yetkili kişi aynen şunları söyledi:

Yakın zamanda zam yapmadık. 100 gr. Simit için rayiç fiyatı 350 kuruş olarak en son 21 Ocak 2010 tarihinde belirledik. Halen o fiyatlar geçerlidir.

İyi de ben 500 kuruşa simit alıyorum.

Onun kontrolünü belediye yapacaktır. Bizi ilgilendirmiyor.

Peki, teşekkürler dedim ve kapattım.

Yahu hem gramajı 10 gram eksik hem de 150 kuruş pahalı simit satılıyor…

Aklım iyice karıştı.

Çarşıda bir büfeye simit fiyatını sordum:

350 kuruş deyince aklım iyice karıştı.

Belediye zabıtasını çarşıda buldum. Onlar da otopark ücretinin biletini kesiyorlar… Belediye zabıtası otopark ücretini kesmek için kaldırımlarda araç plakalarını yazıyor, ilk 15 dakikası ücretsiz sonrası ilk saat için 1 TL toplamak için uğraşıp duruyorlar… Bana garip geldi, bu iş ya, neyse…

Belediye zabıtasına anlattım. Aldığım yanıt:

Mümkün değil satamazlar. Tüketiciye 350 kuruştan simit satmak zorundalar…

Şansa bakın! O arada simidi 500 kuruşa satan market sahibi yanımıza geldi.

Zabıta: Kaça satıyorsun?

Market sahibi: 90 gr. Simit, 500 kuruş.

Zabıta: Simit 100 gr. Olacak ve size 350 kuruştan satılmak üzere simit getirecek. Size ister 200 kuruştan verir, ister 250 kuruştan verir..

Market sahibi: Elimde faturalar vardır. Ban geliş fiyatı 350 kuruştur.

Zabıta: Hangi fırın?

Market Sahibi: Lider Fırın…

Zabıta: Tamam, bugün gerekli kontrol ve ikazları yapmak üzere gideriz…

İnanın ne ekledim ne de çıkardım… Sevgili okuyucular yaşadıklarımı doğaçlama aynısını yansıttım…

Gelelim, benim yorum ve düşünceme…

Olayın neresinden bakacağımı bilemiyorum. Eksik gramajlı simit mi desem, yoksa 150 kuruşluk yediğim kazıktan mı söz etsem…

Duyarlı olmasak, araştırıp, soruşturmasak, Sayın Recep Beyin tabiriyle kaderimize razı olsak; yandık ki ne yandık…

Arayan yok, soran yok… Kimin eli kimin cebinde belli değil…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Bucak-Burdur/26 Mayıs 2010

18 Mayıs 2010 Salı

Burdur İli Bucak İlçesi AKP Gençlik Kolları konseri…


Burdur İli Bucak İlçesi AK Parti Gençlik Kolları tarafından düzenlenen AK Parti gençlik şöleni 18 Mayıs 2010 Salı günü yapılacaktır…

Sorun nedir?

Belediye hoparlöründen neredeyse her 15 dakikada bir ilan edilmesinden bıktık, usandık arkadaş…

Bucak’ta yaşayan bir vatandaş olarak rahatsız oldum…

Tamam, bilboardlardan ilan ettin…

Tamam, tüm yerel gazetelerden ilan ettin…

Tamam, Belediye hoparlöründen bir sabah, bir akşam ilan ettin…

Ama yeter arkadaş!

Bu kadar kafa ütüleme olmaz yahu::))

AKP İktidar olabilir, Bucak Belediye Başkanı AKP’li olabilir, eyvallah!

Ama her 15 dakikada belediye hoparlöründen ilan etmek neyin nesi oluyor?

Orası kamuya ait bir müessesedir bu birrr

Bucak Belediye İlan Bürosu, AKP’nin ilan bürosu değildir bu ikiii…

Dünyada ve Türkiye’de gençlik konseri düzenleyen ilk Bucak AKP Gençlik Kolları değildir. Acaba Bucak Gençliğinden böyle bir etkinliğe katılımın az olmasından mı korkuyorsunuz? Bu da üçççç…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/18 Mayıs 2010

Kömür madeni işçilerinin kaderi!...



Yine maalesef Zonguldak kömür maden ocağından grizu patlaması ve yine maalesef 30 madencimiz göçük altında…

Üzülmemek, kahrolmamak elde değildir…

Kömür madenciliği, en riskli işlerin başında geliyor…

Kömür madenciliği, iş kazası en yüksek sektörlerin önünde yer alıyor…

Anladığım kadarıyla riski sıfıra indirmek neredeyse olanaksız görünüyor...

Hele bir de denetleme ve kontrol mekanizması iyi çalışmıyorsa; Türkiye gibi ülkelerde bu risk dünya standartları üstünde kalması doğal sayılıyor…

Son zamanlarda özel sektör kömür madeni çıkarma işine girince; en az masrafla en çok üretim politikası gereği insan kayıplarının daha fazla arttığı kanaati bende hasıl oluyor…

Peki, ben olsam ne yaparım?

Valla ilk işim tüm kömür ocaklarını kapatırım…

Benim insanım çok değerlidir. Madem riski sıfıra ya da en aza indiremiyorum; o zaman kömürün kullanımını en aza indiririm, elzem kullanım için de ithal ederim…

Tabii ki bu aşama, aşama gerçekleşecektir…

Öncelikle kömürle çalışan termik santralleri kapısına kilit vururum…

En güvenli kömür ocaklarını üretimine belirli bir süre izin veririm…

Ama bu söylediklerimi mevcut hükümet ne karar alabilir ne de uygulayabilir…

Bu ne demek oluyor?

Bundan sonra da kömür madeni ocaklarında kazalar olacaktır, biçok insanımız ölecektir… Başka da bir sonuç çıkmaz…


Not: Tam 4 yıl önce (10 Mayıs 2010) yazdıklarım uygulansaydı bugün ‘’ Milli Yas’’ ilan etmezdik..)

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/18 Mayıs 2010


4 Mayıs 2010 Salı

Burdur İli Bucak İlçesi Devlet Hastanesi, Sağlık sistemi, hastaneler, hastalar ve vatandaşlar…


Malumunuz babam 16 gün önce beyinin sağ lobunda kılcal damar tıkanması nedeniyle felç geçirdi. Sol el ve sol ayak devre dışı kaldı. 16 gün sonra artık ayak oynuyor, ileri-geri çekiyor, asayla da olsa yürüyebilme olasılığı yüksektir… Galiba önceden yüksek tansiyona bağlı beyin kanaması geçirmeseydi, bu felç vakasını çok daha kolay atlatacaktı…

Bakın Beyin MR’ında ne diyor?

Bilateral talamusta bazal ganglionlarda sağda eksternal kapsülde ve periventrikiler beyaz cevher alanlarında laküner infarktlar izlenmştir…

Bu tıbbi ifadelerin Türkçesi ise sağ lob derinliklerinde yer alan kılcal damarlarda tıkanmalar yaşanmıştır.

Bir de şunu öğrendim ki dünyanın ve Türkiye’nin neresine giderseniz gidin bu tür vakalarda uygulanacak ilaç tedavisi neredeyse standart olmuştur. Nöroloji uzmanı olan her sağlık tesisine rahatlıkla başvurabilir ve tedavi olabilirsiniz.

Gelelim benim izlenimlerime ve önerilerime…

Önce Bucak Mehmet Cadıl Acil Polikliniği ve devlet hastanesi hakkında bilgileri paylaşayım…

Bucak-Devlet-Hastanesi günde binin üzerinde poliklinik hizmeti vermektedir. Tüm tıbbı teçhizata sahiptir. Tüm dallarda uzman doktor vardır. Bir çok uzmanlık alanında 2 veya 3 doktor mevcuttur. Tüm çevre il ve ilçelerden hastalar tedavi olmak maksadıyla Bucak’a gelmektedir..

Benim nazarımda neler eksik, işte onları sayıyorum… Elbette daha mükemmel olması içindir…

Hastanede anjiyo yapılmaması bana garip geldi… Herhalde Antalya’da bulunan özel hastaneleri koruma refleksiyle hareket ediliyor… Anjiyo için hemen Antalya’ya hasta sevk ediliyor…

Köyden, uzak yerden gelen hasta refakatçilerin çamaşırları hastane çamaşırhanesinde yıkanması gerekiyor… Yoksa herkes kendisi yıkıyor ve hastane içinde çirkin görüntü oluşturuyor…

Doktorların bilgilendirme konusunda daha sabırlı olmasını, daha anlaşılır dil kullanmasını, hastaya ve yakınına 3-5 cümleyle mevcut durumu ve gelecek beklentisini mutlaka izah etmelidir…

Sağlık hizmetlerinde genel olarak hastanenin sorumlulukları…
Bence tüm Türkiye’de hastane-doktor-hemşire üçgeninde eksik olan sağlık bakım elemanlarıdır… Daha açıkçası hastaneye yatan bir hasta artık hastanenin sorumluluğuna geçmiştir. O hastanın tüm ihtiyaçlarını gidermek, en iyi şekilde tedavi etmek, iyileşmiş ve sağlam olarak taburcu etmek temel görevleri olmalıdır.
Daha net bir dille izah edersem; başında refakatçisi olmayan hastaların durumu ne olacak?
Yandı ki ne yandı! Örneğin geçici ya da sürekli vücudunun bir kısmını ya da tamamını kullanamayan hastalar yanında kimsesi olmadan devlet hastanesine yattı mı, ne olacak? Kim bakacak? Kim ilgilenecek? Kim temizleyecek? Kim besleyecek?
Maalesef bu sorulara mevcut devlet hastanesi sağlık sisteminde yanıt verilemiyor…
Çözüm ise 3-4 hastası olan her odaya gönüllü ve ücretli bir sağlık bakım elemanı tahsis edilmelidir. O eleman o hastaların ilaç ve tedavisi dışında tüm ihtiyaçlarına yardımcı olmalıdır. Sanıyorum bu sistem Almanya, ABD gibi ülkelerde vardır.

Bu sistemin elbette paradoksu da vardır. Nasıl mı? İş, güç, para derdinde olan evlatları bakamıyor ama devletin görevlendirdiği bakım elemanı bakıyor… Burada eksik olan nedir? Bir hastanın hızla iyileşmesine yardımcı olacak duygu yoktur, sevgi yoktur…

Mesela Ağrı Valisi kızının tedavisi süresince yanında olmak için istifa etti ve Eskişehir’e gitti…

Liberalizm mantığı aman hastanın yakını işten, güçten, üretimden, ücretten geri kalmasın hasta olan çalışan ebeveynlerine bakarım, ilgilenirim tezini ileri sürüyor.

Oysa ideal olan şudur: hasta ebeveynleriyle ilgilenmek ve bakmak isteyen çalışana süreli ya da süresiz ücretli izin verilebilmelidir…

Neyse aman kendiniz felç denen illetten koruyun!

Herkese saygı ve sevgilerimi yolluyorum…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/04 Mayıs 2010

Not: Halen fotoğraf galerimde bulunan 15 günlük pis sakalımı bugün kestirdim. Bazıları çok korkmuş::))