19 Aralık 2010 Pazar

AKP Hükümetinin Kıbrıs, Ermenistan, İran dış politikası…

Futbolda doldur-boşalt atakları vardır. Artık süre kalmamıştır. Mutlaka gol atması gerekmektedir. Şuursuzca doldur-boşalt yöntemiyle ceza alanı içine top ortalarlar. Nedense bu yöntem asla başarılı olamaz ve gol de olmaz. Toplar duvardan döner gibi geri döner.

Kıbrıs konusunda da aynı usulü izledi. Hani şu ünlü Annan Planı vardı ya... Referandum yapıldı. Rumlar kabul etmedi, Türklerin kabul etmesi bir mana teşkil etmedi.

Referandum öncesi neler söylendi neler…

Yok AB’ye KKTC’yi alacaklar, yok ABD’den direk uçuşlar yapılacak, yok ambargo kalkacak…

Ne oldu? Hepsi fasa fisoyla sonuçlandı.

Ha keza Ermenistan ile ilişki kuralım diye çırpınan bir Türkiye dış politikası geçen yıl yarı gizli, yarı açık uygulandı.

Ne oldu?

ABD Başkanı ilk kez soykırım lafını bu kadar vurgulu, bu kadar yakın söyledi.

Bakın başka kim ne söyledi?

Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesinin ‘soykırımın’ uluslararası alanda tanınmasına engel oluşturmadığını. Türk-Ermeni görüşmelerinde Azerbaycan ya da Karabağ konusunun kesinlikle ele alınmadığını söyledi.

Bu nasıl iştir şimdi? Anlayan varsa beri gelsin…

AKP Hükümetinin izlediği dış politikada dikkate almadığı en önemli nokta bana göre şudur:

Diplomasi, iyi niyet üzerine yürütülmez. Diplomasi çıkar, denge, kar, güç üzerine yürütülür.

Hala doldur-boşalt yöntemiyle acele, paldır küldür dış politika oluşturmaya ve yürütmeye çalıştığını düşünüyorum ama başka düşünen, duyan, anlayan, belirleyen var mı? İşte ondan pek emin değilim.

Sayın Başbakan İran konusunda ne demiş?

-‘’İran eğer kitle imha silahı olarak yapıyorsa, ona bunu yapma diyenlerin de nükleer silahlarının olmaması gerekir’’

-Sonra bu cümlesine tepki olarak bir dönem Türk dış politikasına yön veren isimler yanlış bulduklarını açıklamışlar.
-İyi de sen ne diyorsun diye soruyorsunuz, değil mi?

-Doğru. Yukarıdaki ifadeler konuyu ısıtma ya da mevzunun kıvama gelmesi açısındandır…

-Şimdi yukarıda Sayın Başbakan’ın ağzından çıkan cümlenin Allah Aşkına nesi yanlış?

-Eşitlik ilkesine mi aykırı?

-Her ülkenin kaderini çizme hakkına mı ters?

-ABD, İsrail, Çin, Rusya, Fransa, Hindistan, Pakistan nükleer enerjiye sahipler mi?

-Evet.

-Evet ise İran’ın sahip olmaması kararını kim alıyor?

-Yine bu ülkeler…

-Ama olmuyor ki! Mantık, akıl hatası yok mu?

-Hatta ABD Başkanı Bush diyor ki İran’ın petrol ve doğal gaz zengini bir ülkeymiş, ondan dolayı nükleer enerjiye ne gerek varmış…

-Bak sen! Herkes nasıl aptal yerine konuyor?

İyi de Sayın Başkan Bush sizin de petrolünüz var, Rusya’nın da petrolü ve doğal gazı var… Nükleer enerjiye ihtiyacı olmayan bir ülkenin sahip olmaması bir kriterse bunlar ne olacak?

Olmuyor! Olmuyor!

Türk Dış Politikasına yön vermiş insanların sözlerine de bir çift lafım vardır.

Doğruyu konuşmamak, hakkaniyetli olmamak, dimdik durmamak diplomatik bir zaaf mıdır yoksa diplomatik bir etkinlik midir?

Bana kalırsa diplomatik zaaftır.

Doğruyu, gerçeği, dümdüz ve dürüstçe söylemekten kaçınan diplomasi en hafif tabiriyle pısırık bir dış politikadır.

Burada şahinliği falan savunmuyorum. Çelişkiyi görüp de karşısında ABD olduğu için yok saymak hakikaten çok ayıp ve küçültücüdür.

Son olarak Sayın Başbakan bal gibi gerçekleri evirip çevirmeden, dobraca birkaç cümlesinde yansıtmıştır. Bence herkesin ama özellikle dış politika statükocuların ezberini bozmuştur.

Tam Sayın Başbakanı bu kadar överken dünyaya yön verenler (ABD, Almanya,Rusya,Çin,Fransa) lafı ağzımda bıraktı. Çünkü Sayın Başbakan Erdoğan’ı İran konusunda resmen çark ettirdi.

Nasıl becerdiler bunu? 

NATO Füze Kalkanı Projesini Türkiye’yi dahil etti…

Türkiye’nin izlemeye çalıştığı yeni dış politikada bir çuval inciri berbat etti.

Nasıl?

Çevre ülkelerle sıfır problemli olmaya çalışıyorsun, çok da mesafe alıyorsun ama İran’a karşı füze kalkanı kurduruyorsun…

Olmadı işte bu! Ne kadar İran değil desen de inandırıcı olamazsın. NATO’nun yani ABD’nin baskısına boyun eğdin. En önemlisi ise Sayın Başbakan’ın yukarıda sarf ettiği haklı sözleri güme gitti…

Nihayetinde şu yargılara varabiliriz. Dünya dış politika belirleyicileri; Türkiye’nin bağımsız, özgün davranış ve tutum izlemesine izin veriyor mu,  vermiyor mu?

Ben bu soruyu şöyle formüle edebiliyorum. İzin verilen dış politka oyun sahası dışına çıkılamıyor. Çıkarsan bile öyle veya böyle yöntemlerle istenilen sahaya çekiliyor.

Hele böyle IMF çıpası, AB çıpası, uluslararası finans çıpası ile eklemleşen ekonomisi olan Türkiye’nin bağımsız, özgün dış politika uygulaması zaten baştan olanaksız kılıyor.

Bence Türk Dış Politikası için en iyi, en akılcı yöntem ‘’Alabildiğini alma’’ olmalıdır. Alamayacağıyla hiç uğraşmamalı, böylece Türkiye enerjisini boşa harcamamalı… İç politikaya yönelik absürt dış politik söylemlere hiç inanmam…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/19 Aralık 2010




Bu yazı daha önce counter kisi tarafından okundu.

Hiç yorum yok: