27 Temmuz 2009 Pazartesi

Yeni buluş! Elektrik artık kablosuz...


Bugün elime haber-not ulaştı.

Kimden mi?

Sağ olsun! Bir dostumdan…

Haberin özü ise elektriği kablosuz olarak havadan ileten yeni teknoloji…

Pil dönemi kapanıyor, binlerce kilometre uzunluğunda elektrik kablosu çekme işi de bitiyor…

Esas vurgulamak istediğim başka bir husustur.

Ne mi?

Teknolojiyi geliştiren insanın davranışı…

Nasıl mı?

Olayı anlatayım sonra ilave sözlerim olacaktır.

Yeni teknolojinin yaratıcısı kim?

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Marin Soljacic olduğu belirtiyor.

Peki, nasıl ve neden gereksinim duyuyor?

Marin Bey, gece tam uykuya dalıyor ve şarjı biten cep telefonu uyarı sesi gönderiyor.

Haliyle rahatsız oluyor ve benzer durum 3 defa tekrar edince buluşa imza atıyor.

Belirli bir frekansta, uygun resonansın gönderilmesiyle devrime imza atmayı başarıyor.

Bu durumda ben olsaydım; ne yapardım?

Lanet olsun der ve telefonu köklü kapatırdım. Çünkü gecenin bir yarısında şarj kablosu ara falan filan…

Diğer insanımız ise Allah, Allah! Niye bu meretin şarjı bitti der ve şarjın dolması için hemen prize takar.

Bir diğer insanımız ise zaten bu gavurlar böyle dandik şeyler yapıyorlar ve gece yarısı şarjını bitiriyorlar der… Karısına şarj kablosunu buldurur ve prize taktırır herhalde…

Başka bir insanımız ise uykudan uyandırdığı için o sinirle cep telefonunu yere atar ve kırar… Telefonu icat edene bir de küfür sallar…

Ben dâhil bir kimse yahu bunun başka yolu bulunabilir mi?

Şarjı bitince uyarı sesi gelmeden otomatik şarj olabilir mi?

Gibi benzer soruları sormazlar.

İşte ondan sonra teknolojide yeni icatlar bulamayız arkadaşlar…

2009 Türkiye’sinde böyle birileri çıkar mı?

Bence çıkmaz. Hele bir de cinlerin, perilerin cinsiyetini tartışırsak; daha çok yol almamız gerekir gibi geliyor bana…

Neyde?

Mucit nesil yetişmesi anlamında…

Bir dakika! Kim dedin?

Ha o mu?

Astronot Fehmi…

Teknolojik icat var mı?

Yok mu?

Var arkadaş!

Nasıl mı?

Yahu cinsellik ve teknoloji denebilir… Ya da seks ve astronomi sayılabilir…

Nasıl abi?

Hala anlamadın değil mi?

Yahu kablosuz elektriklenme yok mu?

Ha o iş yani…

Hani barda, cafede şuh bir kadınla konuşursan sonra sorarlar…

Yahu elektrik aldın mı?

Yok abi, hiç elektrik almadım ya da müthiş elektrik aldım diyebilirsin…

Ne oldu?

Kablosuz elektrik sağlandın mı, sağlanmadı mı?

Bence sağlandı.

İşte budur! Astronot Fehmi de bunu yapıyor….

Abi, çok komik oldu bu kurgu…

Canım ne yapayım; bari yeni buluşu böyle okutayım…

Nasıl fikir ama?

Süper fikir abi:::))

Sevgi ve saygılarımla…

Ömer Özdamar/27 Temmuz 2009/Burdur-Türkiye

Ihlara Vadisi ve Saratlı Yeraltı Şehri





Yurt gezimin 2 inci gününde Ihlara Vadisi ve Yeraltı Şehirlerine ait notlarımla tekrar anlatmaya başlıyorum:

Konya’ya öğle olmadan artık veda ediyorum. Konya-Ankara yoluna giriyorum ve yaklaşık 30 Km. falan gidiyorum.

Aman Dikkat!

Aksaray sapağını kaçırmayın diyorum.

Daha sonra ıssız bozkır yollarda arabanın sesinden başka bir şey duyulmuyor.

Arabamda yakıyorum sigaramı, açıyorum camımı, çalıyorum TRT-FM radyomu… Offf offf! Gel keyfim gel…

Aksaray’a merhaba diyorum ve hemen Nevşehir istikametine yol alıyorum.

Daha 10 km. bile gitmeden Güzelyurt ilçemize uğramadan gitmeyin tabelasını görüyorum.

Ihlara Vadisine sapmadan 4-5 km sonra Güzelyurt ilçesi bulunuyor.

Valla eşim ısrar etti ama Akşam olmadan Nevşehir’de olma isteğimden dolayı gitmedim. Ama işte burada en azından ifade ettim.

Neyse Aksaray’dan Nevşehir’e giderken 10 veya 15 inci km’lerde sağa sapıyorsunuz.

Nereye?

Ihlara Vadisine…

Yaklaşık 20 km. sonra ya da Ihlara Vadisine gelmeden sizi ne bekliyor?

Hasan Dağından fışkıran lavlarıyla, Melendiz Çayı dansından müthiş figürler ortaya çıkıyor.

Nerede?

Daha Ihlara Vadisine girmediniz ha...

Yaprak Hisar Beldesinin hemen ilerisinde, Ihlara Vadisinin yaklaşık 10 km berisinde…

Ne mi var?

Bir tepe var. Siz deyin bir yükselti… Tepenin içi labirent gibi oyulmuş ve şekillendirilmiş…

Burayı gezmek için bilet aldım. Bu arada aynı biletin Ihlara Vadisi için geçerli olduğunu anımsatmak isterim.

İlk olarak neyi vurguluyorum?

Doğa ve insan ilişkisinin burada net olarak gözlemliyorum.

Nasıl mı?

Hep birbirini tamamlayan ayrılmaz bir ikili oluyorlar…

Uzunca yıllar, bu topraklarda Hıristiyanlığın resmen altın çağını yaşadığını görüyorum.

Nasıl mı?

Yahu burası en az bin yıllık yerleşim yeridir. Daha ne olsun değil mi?

Neyse buradan çok güzel ve çok çarpıcı fotoğraflar çektim, elbette bence…

Yazının hemen altında göreceksiniz.

Buradan yaklaşık 7 km sonra Belisırma tabelasını göreceksiniz. İşte bu sizi Ihlara Vadisine götürecektir.

Dikkat edin ha! Ihlara Vadisi yazmıyor sadece Belisırma yazıyor… Aman yanılmayın ve boşuna uzaklaşmayın…

Ihlara Vadisine indik. 7 km uzunluğunda ve vadi boyunca yürüyüş halinde gezilebiliyor. Yağmurlu olduğu için ben ancak 500 metre yürüdüm ve fotoğrafladım. Vadinin her iki yanına insan barınması için ne gerekiyorsa yapılmış… Odaysa oda, kapıysa kapı, Beslediği hayvanlar için yerse yer, Güvercinler için yuvaysa yuva… İbadet için kiliseyse kilise… İnsanların yaşadığı yüzyılda ne gereksinimi varsa onu karşılayacak mimari yapının her türlüsü... Tam anlamıyla gezebilmek için bence 1 gün ayırmak gerekiyor…

Oradan ayrıldım ve Nevşehir anayoluna çıktım. Daha 15-20 km gitmeden Saratlı Yeraltı Şehrinin tabelasını gördüm ve yine sağa döndüm. Takriben 20 km gittim ve yeraltı şehrini buldum.

Gezdim ve şunu anladım:

Hani dedim ya binlerce yıl Hıristiyanlık altın çağını yaşamış buralarda…

Nasıl mı?

İşte bu yeraltı şehirleri sayesinde…

Atlarla veya yayan gelen istila ordularının bu yeraltı şehirlerini bulması neredeyse olanaksızdır.

Öyle inşa edilmiş ve öyle planlanmış ki insanlar aylarca yeraltında kalabiliyorlar…

Saratlı Yeraltı Şehrinde tekrar şaşkınlık içinde kaldım ve ayrıldım.

Nereye?

Nevşehir’e…

Nereye?

Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın memleketine…

Nevşehir’e 10-15 km kala Acı Göl Yeraltı Şehrine de uğradım. Ancak sizlere tavsiye etmem. Çünkü çalışma daha devam ediyor. Hem de giriş çok pahalı tutuluyor. Elbette tercih sizindir…

Ne oldu?

Nevşehir’e geldim. Otele yerleştim ve telefon çaldı.

Kimden mi?

MB Yazarlarından…

Kim mi?

Artık 3 üncü bölümü bekliyorsunuz…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/26 Temmuz 2009/Burdur-Türkiye

26 Temmuz 2009 Pazar

Eğirdir ilçesi ve Konya ili gezi notlarım...
















Yurt gezimin 1 inci gününü Eğirdir ve Konya notlarımla anlatmaya başlıyorum:

Burdur ili Bucak İlçesinden özel arabamla hareket ettim.

Burdur ili Ağlasun İlçesinde geçtim ve Isparta iline vardım. Oradan Eğirdir ilçesine vardım ve 15 dakika mola verdim. Eğirdir Gölünü fotoğrafladım. Meydanda bulunan caminin mimarisini inceledim. Şöyle bir aşağı-yukarı turladım ve bakın ne gördüm?

Eğirdir ilçesine 28 yıl önce gitmiştim. O dönem Türkiye’nin neredeyse tek kemik hastanesi buradaydı. Kardeşimin kolu kırılmıştı ve yanlış kaynamıştı. Bir seri ameliyat için Bucak’tan bu güzel ve sade ilçeye gelmiştim ve nar gibi kızarmış gölden çıkan sazan balığı yemiştim.

Gelin, görün ki 28 yıl sonra Eğirdir gölü kirlenmiş, çevre talan edilmiş, kısaca eski güzellik bana göre kaybolmuş. Hani derler ya, eski çamlar bardak olmuş, benim bildiğim eski Eğirdir tam da böyle olmuş…

Arabama tekrar bindim ve eğirdir gölünün etrafından dolanarak, birazda kendi kendime tuh, muh çekerek; Gelendost’a doğru yola çıktım. Bu arada Eğirdir Gölü etrafı boyunca bolca elma ağırlıklı meyve bahçeleri dikkatimden kaçmadı. Müteakiben Şarkîkaraağaç, Beyşehir güzergâhından Konya’ya Ulaştım. Konya’da 1 gece kaldım.

Ne mi gördüm?

Konya girişinde daha doğrusu Meram’ın yukarısından kuş bakışı manzara çok hoş oldu.

Şehrin göbeğine doğru ilerdim. Ana yolların geniş olduğunu müşahade ettim.

Anadolu Selçuklu Devletinin Başkenti Konya olduğunu tüm cami mimarilerinden belli oluyordu. Şehir içinde özellikle Mevlana Müzesi bölgesinde görülen neredeyse tüm camilerin yapım yılı 1.100-1.300 olarak duruyordu. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti Konya’ya damgasını vuruyordu. Hele Alâeddin Tepesine yerleşmiş Alâeddin Camisi ihtişamı müthiş ve heybetle şehre bakıyordu.

Mevlana Müzesini gezdim. Eserin mistik yönüne hiç girmiyorum. Başka bir pencereden bakın ne söylüyorum?

Benim görüşüme göre Osmanlı Devletinin dini referans kaynağı burası olmuştur. Sorulara yanıtlar, işlemlere icazetler hep buradan öğrenilmiştir. Bir yerde Osmanlının din akademisi olmuştur.

Müze ziyaretçileri arasında başta Japonlar olmak üzere çok fazla yabancı olması mühimdir. Benim gördüğüm ise çok sayıda Iraklı Araplar da vardı. Türkiye’de Topkapı müzesinden sonra en fazla ziyaretçi alan yerin Mevlana Müzesi olduğunu anımsatmam sanırım her şeyi açıklamakta yeterli olur.

Konya şehri Türkiye’mizin muhafazakârlıkta en önde gitmesi de benim nazarımda çok şaşırtıcı olmuyor.

Neden mi?

Konya’nın tarihini bilirsen; eh böyle bir geçmişin, böyle bir bugünü olmasından daha doğal ne olabilir ki…

Konya’da normal ekonomik standartlarda bir Türk ailesi, 50-80 TL arasında fiyatla çift kişilik bir odada, 1 gece konaklayabilir.

Konya’dan ne mi aldım?

İşte Konya şekeri, ufak tefek bakır türü hediyelik süs eşyaları diye sayabilirim.

Eh tabidir ki Konya’da etli ekmek ve bıçakarası yenmeden gidilmez herhalde… Özellikleri ise pidenin hamur kısmı çok ince açılmış olmasıdır, elbette bana göre…

Size baştan beri söyledim:

Benim gezi notlarım farklı olacaktır. Sizlere şurada şu bina, şu tarihte, şu kişi tarafından yapılmış gibi alışılmış tarzla asla anlatmayacağım. Okul yıllarında nefret ettirilen tarih dersleri gibi hiç olmayacak.

Neyse ilk günü böylece tamamladım ve Konya’dan Ihlara Vadisine doğru yola koyuldum. İç Anadolu bozkırlarında ve dümdüz yollarında; saatte ortalama 80-100 Km. hızla ilerliyorum.

Sonra mı?

Bitti. Artık 2 nci bölümü bekliyorsunuz…

Not: Sayın Keskin Kalem rumuzlu MB arkadaşımızla Konya’da buluşacaktık ve tanışacaktık ancak elzem nedenlerle kısmet olmadı.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/26 Temmuz 2009/Burdur-Türkiye

9 Temmuz 2009 Perşembe

Gizemli Ada Eastern







Tek bir yazıda iki (2) konuyu işleyeceğim. Çünkü birbiriyle bağlantılıdır.

Bir ilaç yapılıyor.

İnsan ömrü en az 10 yıl uzatılıyor.

İlacın hammaddesi bilin bakalım nerden geliyor?

Zaten ikinci konumuzda budur.

Eastern Island, Paskalya Adası olarak bilinen gizemli yerden 1970 yılında getiriliyor ancak faydası 40 yıl sonra görülebiliyor.

Neyse benim esas konum Paskalya adasıdır.

Neden Paskalya ismini almış?

Çünkü Hollandalı Denizci Jacob Roggeven tarafından Paskalya günü keşfedilmiş… Hani İngilizcesi Christmas olan Paskalya günü…
Adanın gizemi ise

Sarımtırak volkanik taşlarda ve tek parça olarak yontulmuş dev boyutlu heykelleridir.

Dev boyut deyince ölçülerini vermek gerekiyor.

25-30 metre yüksekliğinde, 25-30 ton ağırlığında tek parça devası heykeller…

Soru ise şudur:

Orada yaşayan insanlar o taşları adaya nasıl taşıdı?

Aklıma, hani şu ünlü Keops Piramidi geldi.

2 ile 5 ton ağırlığında taşların 138 metre yukarıya piramidin tepesine nasıl çıkarıldı?

2009 yılında hala yanıt yoktur. Kanıtlanmayan bir sürü teori vardır.

Bu adanın, Şili’ye yani en yakın kara parçasına mesafesi 2 bin 75 km. uzaklıktadır.

Öyle ise bu taşları hangi denizcilik tekniğiyle taşıdılar?


Easter Adası, Christmas Adası, Paskalya Adası, Rapa Nui Adası olarak yabancı ve yerli isimleriyle anılan Pasifik Okyanusta ve Şili açıklarında bulunmaktadır.

1888 yılında Şili’ye bağlanmıştır. Yüzölçümü 163 km.karedir.

Gelelim benim teorime…

Bizden önceki nesil galiba daha akıllıymış, daha zekiymiş…

Nasıl mı?

Dünyamız sirkülâsyona uğramış.

Onlar gitmiş, bizim gibi zekâsı ve aklı düşük nesil gelmiş…

Soruyorum şimdi?

5 ton taş 138 metreye nasıl çıkar?

30 tonluk taş 2075 km’den nasıl taşınır?

Yanıt yok.

Yanıt yoksa bizim nesil, geçmiş nesilden zekâ ve akılca geridir demem yanlış mı olur?

Bence bal gibi doğru olur.

Kafaya Eastern adasında heykellere ve Keops piramitine taktım.

Siz neye taktınız?

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/09 Temmuz 2009/Burdur-Türkiye

‘’Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız. (Carl Sagan)’’

7 Temmuz 2009 Salı

Türban Bumerang


Türban Bumerang

Bugün Ahmet Hakan Bey yazmış.

Ne yazmış?

İşte siyasetin ileri uçlarında yer alan, türbanı son 30 yıldır savunan, eşleri türbanlı olan kişilerin; erkek çocukları evleniyor ama başı açık kızla…

Ahmet Hakan Bey, son cümlesinde ise şu soruyu soruyor ve bitiriyor:

Peki, türbanlı kızlarla kim evlenecek?

Aha ben de bu sitemden yanıt veriyorum.

Laiklerle evlenirler, önce Türbanı çıkarır normal örterler, sonra da gerekirse açarlar…

Yani dert ettiğiniz husus buysa çoktan halloldu işte…

İşimiz şaka ama olayın neresinden bakarsanız bakın, buram buram skandal yatıyor.

Sorsanız şimdi niye böyle diye?

Hemen ‘’efendim özgürlük’’ diyecekler…

Sonra bir ekleme daha olacak:

‘’Efendim dini inancı gereği türban takılabilir.’’

Eh şimdi ben de sormaz mıyım?

Sevgili gelininizin dini inancı zayıf mı?

Hadi bu biraz ağır kaçtı diyelim. Başka bir soru soralım:

Sevgili gelininiz, dini inancı nedeniyle neden takmıyor?

Aynen bumerang gibi oldu valla!

Hem de ‘’türban Bumerang’’ lafı da cuk diye oturdu.
Kendi silahlarıyla kendilerini vurdular diyorum ben…

Vay be! 2009 yılında neler görülecek, neler yaşanacak…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/07 Temmuz 2009/Burdur-Türkiye


‘’Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız. (Carl Sagan)’’