30 Aralık 2009 Çarşamba

Fransa’dan Türkiye görünümü…


Le Monde gazetesinde çıkan Türkiye analizini önce yorumsuz paylaşıyorum…

Üçüncü Dünya Savaşı, Türkiye'den çıkabilir...

Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bu ülke korkulduğu gibi ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca suren "kültürel bölünme" artık iyice keskinleşti.

Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yaşayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten hoşlanan, futbol izleyen, belki de hic kitap okumayan, hic dans etmeyen, hiç karı koca birlikte yemeğe gitmeyen, hiç tiyatro seyretmeyen, iyi eğitim alamayan, dini inançları kuvvetli, kalabalık bir kitle var.

Diğer yanda ise kız lisesi-Koleji yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla klasik müzik arasında dolasan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş hisseden, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, batı standartlarına yakın bir grup var.


Bu iki grubun yasam tarzı birbirinden kopuktur. Onları, Batı'daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan kilise müziği, dini resimler, İncil'in sinemalara bile yansımış hikayeleri gibi birleştirici kültürel zeminleri yok. Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı hatta birbirine düşmanca bakmaktadır.

Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmıştır.
Simdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Oldukça kalabalıklar. Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artik.

İkinci grup ise azınlıktadır. Ve artık bir daha secim kazanma ihtimalleri yoktur. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.

Daha Batılı olan "ikinci grup", Batı'nın siyasi değerlerini kabul ederse bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için git gide Batı'ya ve Batı'nın demokratik değerlerine düşman oluyor. Yasam tarzı olarak Batı'ya düşman olan kesim ise iktidarı ancak Batı'nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği icin Batı'yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.

Bu kültürel parçalanmada "ordu" önemli bir role sahiptir. Eğer, birinci grubu desteklerse ve Batı'nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecektir. Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor. Bu iki grup siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.

Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu'da üretim yapıyor, "devletle" arası iyi olmadığı için malını dış dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.

İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artik. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazanımlarını kaybediyor. Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye'nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri… Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı ikinci grubun arkasında. İkinci grup, siyasetle, demokrasiyle iktidarı elinde tutmasının mümkün olmadığını kavradığından şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşindedir.

Cumhurbaşkanı seçimi kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini
açıkça ortaya koydu. Ordu destekli ikinci grup artik secim de istemiyor. Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor. Peki, darbe olursa ne olur? Yasam tarzı Batı'ya daha yakin olan grup orduyla birlikte iktidara gelir ve Batı'nın desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar. Amerika her zamanki pragmatizmiyle, Kuzey Irak ve Ortadoğu
politikalarını desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında. Ama Amerika'nın önünde de ciddi bir engel var. "Demokrasi getireceğim" diye Irak'ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye'deki darbeyi" niye desteklediğini açıklayamaz. Ve Irak faciasından sonra ikinci bir "zorlamayı" gerçekleştirecek gücü yok. İstese de istemese de darbeye karşı çıkacak.

Silahını ve parasını Batı'dan alan bir ordu ve ülke, Batı'dan koptuğunda ne yapacak?

Sanırım uzun zamandır bunu düşünüyorlar ve korkarım bunun cevabını buldular. Türkiye'de darbe olursa, tarihte bugüne kadar hiç gerçekleşmemiş yeni bir oluşumla karsılaşacak dünya. Türkiye, olası bir darbeden sonra, Rusya ve İran'la ortaklık kurmak isteyecek. Silahı, enerjiyi ve parayı bu iki ülkeden alacak. Rusya'yla İran'ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç, Türkiye'yi ayakta tutmaya yeter. Ama Rusya-Türkiye-İran bloğu dünyanın bütün dengelerini değiştirir. Ortadoğu'nun kontrolünü tümüyle ele geçirir. Avrupa'yı küçük kıtasına hapseder. Kafkasları, Afganistan'ı, Pakistan'ı kendi gücüne katar. Müslüman dünyayla yakın bir ilişki kurar. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin'le işbirliği yapabilir. Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya'dan oluşan Batı"nın dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir bicimde azaltır. Yeni blok asker, enerji ve para açısından çok güçlenir. Böylece, Türkiye'deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol acar. Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar. Asla böyle bir şey olmaz" diyebilirsiniz… Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli veriler varsa, söyleyin. Ama, ya olursa... Ki bana çok mümkün geliyor. O zaman ne yapacaksınız?

Bugün Türkiye'de kamplaşan ve bölünen insanların da...

Türkiye'yi Avrupa dışına itmeye çalışan, eski bir imparatorluk
olmanın bir yanıyla çok görkemli, bir yanıyla çok zayıf mirasına sahip
olan bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine "baş öğretmenlik"
yapmaya kalkan Avrupa'nın da...

Türkiye politikasında "ikili" oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika'nın da...

Bu senaryoyu bir düşünmesini isterim doğrusu.

Türkiye'de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın bütün dunyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil.

Hiç unutmayın ki ilk dünya savaşı tek bir tabancanın patlamasıyla başlamıştı.

Yazı budur!

Yazıyı genel hatlarıyla ve bütünüyle ele aldığım zaman bugün yaşanan sancımızın nedenlerine aslında bir güzel tekrar ediyor.

Dışarıdan içeriye bakmak her zaman farklıdır. Eğer bu bakış; ideolojik ve duygusal değilse müthiş ipuçları verebilir.

Potansiyel çatışma alanları ise Kürt-Türk, Alevi-Sünni, belki de en zayıf olanı laik-anti-laik kesimlerdir… Nedeni ayrıca bir yazı konusudur. Ama kısaca şu kadarını söyleyebilirim ki laik kesim çok küçük ve kısıtlı bir kitledir.

Neyse yazıyı okuyan kendince hayırları ve evetleri olacaktır. Ama kimse bana Türkiye’de iç çatışma tehlikesi yoktur demesin, bu tespite hiç inanmam, hiç kâhile de almam…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/30 Aralık 2009/Burdur-Türkiye

22 Aralık 2009 Salı

Deniz Feneri, LÖSEV, Mehmetçik Vakfı ve vekaletle kurban…


Önce haberi hiç dokunmadan paylaşıyorum.

Vekaletle kurban kesiminde yolsuzluk yapıldığı iddiaları nedeniyle Deniz Feneri, LÖSEV ve Mehmetçik Vakfı'ndan 65 kişi gözaltında.

Bazı yöneticiler de yolsuzlukla suçlanıyor. Ankara Emniyeti’nin vekaletle kurban kesiminde yolsuzluk yapıldığına ilişkin soruşturması genişleyerek sürüyor.

Deniz Feneri Derneği, Lösemili Çocuklar Vakfı (LÖSEV) ve Mehmetçik Vakfı’ndan 150 bin hayvanın vekaletle kesim ihalesini alan Diyarbakır merkezli MAY Ey firmasının, Kurban Bayramı’nda kurbanları kesmediği halde kesilmiş gibi makbuz kestiği, bu kanunsuz eyleme üç dernek ve vakıftan bazı yöneticilerin de karıştığı belirtiliyor.

Bu çerçevede sekiz ilde 65 kişinin sorguları da sürüyor.

Savcılar Mehmet Tamöz ve Hüseyin Kocabey’in talimatıyla MAY ET’in kayıtlarını inceleyen polis, ihale sözleşmesindeki gibi kurbanların kesilmediğini ancak üç derneğe kesilmiş gibi makbuz düzenlediğini belirledi.

Firmaya LÖSEV, Mehmetçik Vakfı ve Deniz Feneri Derneği’nden bazı yöneticilerin de yardımcı olduğu da öne sürülen iddialar arasında.

Ankara, İstanbul, Balıkesir, Diyarbakır, Adana, Antalya, Isparta ve Hakkari’de gözaltına alınanların sayısı da 65’e yükseldi.

Bu kişiler arasında Deniz Feneri Derneği, Mehmetçik Vakfı ve LÖSEV’in başkanları ile bazı çalışanlarının da olduğu öğrenildi.

Savcıların dün Adli Tıp’ta sağlık kontrolünden geçirilen zanlılar için dört günlük gözaltı süresi aldığı ve soruşturmayı ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurmak’, ‘ihaleye fesat karıştırmak’, ‘nitelikli dolandırıcılık’ ve ‘sahtecilik’ kapsamında yürüttükleri öğrenildi.

Mehmetçik: Bilgi verdik

Soruşturmaya adı karışan vakıflardan TSK Mehmetçik Vakfı’ndan yapılan açıklamada şöyle denildi:
“Mehmetçik Vakfı 2009 yılı vekaleten kurban bağışı kesim ihalesi sonucunda 17 kesim merkezi için 12 firma ihaleleri kazanmış ve kesimler noter huzurunda, veteriner gözetiminde, vakıf görevlileri nezaretinde, dini vecibelere uygun olarak yerine getirilmiştir. Ankara Başsavcılığı’nca, ihaleleri kazanan 12 firmadan ikisi hakkında başlatılan soruşturmada, Mehmetçik Vakfı Genel Müdürü ve vakıfta görevli ilgili personel, bilgilerine başvurulmak üzere emniyette bulunmaktadır.“

Deniz Feneri Derneği de yazılı açıklamasında, derneğin kurban organizasyonuyla ilgili incelemeye tabi tutulduğu kaydedilerek şöyle denildi:
“Deniz Feneri Derneği’nin 2009 yılında kurban kesimi yaptırdığı dört kesim merkezinden biri olan MAY ET firmasının hesapları savcılık tarafından incelemeye alınmıştır. Genel Başkanımız Mehmet Cengiz, Mehmetçik Vakfı ve LÖSEV gibi kurumların yetkilileriyle birlikte bilgisine başvurulmak üzere emniyette bulunmaktadır.”

LÖSEV: Ödeme yapılmadı

LÖSEV de açıklamasında, ‘noterlerin kesimlerin yapıldığına, bağışçıların vekaletlerinin iletildiğine dair tüm sayfaları ayrı ayrı ıslak imza onaylı resmi yevmiye numaralı mühürlü belgelerin alındığını’ kaydetti. Açıklamada, “Firma fatura kesmesine ve sözleşme üzerinde gözüken alacağını tahsil etmeye çalışmasına rağmen ödeme yapılmamış, mahkemeden tedbir talep edilmiş ve hukuki süreç beklenmektedir” denildi.

Türk Hava Kurumu ise bazı gazetelerde operasyona kurumun adının da karıştırılması üzerine kendilerinin kurbanları Et ve Balık Kurumu’na kestirdiklerini açıkladı

Haberlerin tamamı budur. Ben şimdi bambaşka bir açıdan olayı yorumlamak istiyorum.

Kurban Bayramı arifesinde hayvan pazarına bir tanıdıkla öğleye doğru gittik. Ne mi gördüm? Yahu küçükbaş hayvandan daha çok insan vardı.

Ahaa bu yıl küçükbaş hayvanlar hem çok pahalı olacak hem de bulunmayacak…

Dedim demesine keşke demez olaydım. 400 küsurdan kurbanlık kapabildik. Saat 15.00’a doğru Pazar kapandı.

Niye mi?

Hayvan kalmadı.

Galiba ülkemizde hayvancılık hızla gerilediği için küçükbaş hayvan sayısı da hızla azaldı.

Kurban pazarında küçükbaş keçi ve koyun cinsi hayvanların fiyatı 400-500-600 civarındadır.

Şimdi ilk saptamayı yaptık. Hayvan kıtlığı vardır.

İkinci saptamam ise kıt olan mal pahalı olur iktisadi kuralı gereği 400 TL’den aşağı küçükbaş hayvan da yoktur.

Yukarıda bahsi geçen haber skandalıyla bağlantı kurarsam; Deniz Feneri Derneği, Lösemili Çocuklar Vakfı (LÖSEV) ve Mehmetçik Vakfı’ndan 150 bin hayvanın vekaletle kesim ihalesini alan Diyarbakır merkezli MAY Ey firmasının, Kurban Bayramı’nda kurbanları kesmediği halde kesilmiş gibi makbuz kestiği, bu kanunsuz eyleme üç dernek ve vakıftan bazı yöneticilerin de karıştığı belirtiliyor.

Bence 150 bin hayvan bulamadılar. Bulsalar bile 280 TL’den alamadılar. Sonra alavere-dalavere yaptılar.

Elbette doğrusu durumu izah edip; paraların iade edilmesidir.

Bakın bazı ünlüler Twitter’da neler diyor?…

Manken Gizem Özdilli:
Gitti kurban parası hırsızlara… Yeniden mi kestirmek lazım...?

Gazeteci İsmet Berkan:
Evet yaa ve ben de mehmetçik vakfına bağış yapmıştım, yuuhh diyorum, bi daha asla. VİCDANSIZLAR

...(kurban sahtekarları)nın, gençliklerinde cami cemaatinin ayakkabılarını çalarak staj yapmış olmaları muhtemel

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/22 Aralık 2009/Burdur-Türkiye

13 Aralık 2009 Pazar

Holistik insan konusuna bakışım…


Salyangoz Modeli:
Sürüngen (ilkel) beyin bölgesini kullanır. Bir eleştiriyle karşılaşınca, “savunma”ya geçer; sebep ve bahane bulur. Tipik söylemi, “Ben yapmadım” ya da “Ben suçlu değilim” şeklindedir.

Maymun Modeli:
Ara beyin bölgesini kullanır. Bir eleştiriyle karşılaşınca “saldırı”ya geçer. Öfkelenir, tepki gösterir ve diğer insanları ya da olayları suçlar. Tipik söylemi, “Sen yaptın” ya da “Suçlu sensin” şeklindedir.

İnsan Modeli:
Beyninin sağ veya sol lobunu kullanır. Bir eleştiriyle karşılaşınca, mutlaka “haklı çıkma”ya çalışır. İnsanları ve davranışları yargılar. Tipik söylemi, “Senin yüzünden oldu” ya da “sorun sende” şeklindedir.

Gelişmiş İnsan Modeli:
Beynin hem sağ, hem de sol lobunu kullanır. Bir eleştiriyle karşılaşınca, durumu “aklileştirme”ye çalışır. Vicdan öğesi devreye girer. Dünyada başkalarının da olduğunu fark eder. Tipik söylemi, “Sen öyle yapmasaydın, ben de sana böyle davranmazdım” ya da “Ben sana söylemiştim” şeklindedir.

İlk dört modeldeki insanlar, egonun ağırlığını taşırlar ve “sürüngen beynin” denetimi altındadırlar. Her türlü olayı kendi çıkarlarına göre değerlendirirler.

Holistik İnsan Modeli:

“Holistik insan” ise, egonun dar sınırlarını aşmış ve evrensel düzenle aynı frekansta titreşmeye başlamıştır.

Diğerlerine göre beynini daha fazla kullanır.

Bir eleştiriyle karşılaşınca, bunu “kendini geliştirme fırsatı” olarak değerlendirir.

Kimseye ve hiçbir olaya kızmaz.

“Bu, benim başıma neden geldi?” diye düşünür.

Tipik söylemi, “Ben yaptım, suçlu benim, sorun bende, benim yüzümden oldu” şeklindedir.

Holistik insanın özellikleri

-Beyninin en az yüzde 50’sini kullanır.

-Evrendeki sırların, tıpkı yağmurun yağması ve güneşin doğması gibi “anlaşılmaları mümkün yasalar” olduğunu bilir.

-Evrendeki bütün bilgilerin ve evrenin ana modelinin kendi bilincinde mevcut olduğunun farkındadır.

-Enerji düzeyini ve titreşimlerini yükselterek, evrenin beş duyuyla algılananların dışındaki düzeyleri ile rezonansa geçer.

-Bilincinin beynini nasıl yönetip-yönlendirdiğini bilir ve bu teknikleri uygular.

-Evrendeki “bütünsellik olgusu”nun farkına varmıştır. Kendi iyiliğinin, evrendeki diğer her şeyin iyiliğine bağlı olduğunun bilincindedir.

-Başına gelen her türlü olayı “kendisini geliştirebilmesi için sunulan fırsatlar” olarak değerlendirir ve “İyi ki her şey böyle” diye düşünür.

-Karşısına çıkan her olumlu ya da olumsuz olay ile o konudaki bilgiyi deneyimleyebilmesi için karşılaştığını bilir ve hayatının sorumluluğunun tamamen kendi elinde olduğunun farkındadır.

-Ne varlığa sevinir, ne yokluğa yerinir; sadece görevini yapar.

-İletişim ve eğitim tekniği olarak bilimi ve bilim dilini kullanır. Açıklar, anlatır, ikna etmeye çalışır. Zorlamaz, ceza vermez, tehdit etmez. “İtaat”i değil, “idrak edilme”yi hedefler.

Not: Kaynak Hürriyet Cumartesi ekidir.

Gelelim buradan ne çıkaracağım mevzuna…

Bir kere ‘’Holistik İnsan Modeli’ bence yoktur.

Neden mi?

Doğumundan ölümüne kadar yaşam bütünü hep ego üzerinden hareket ediyorsa…

Bütünün eksiksiz olma haliyse yaşamın bütünü zaten eksik olunca; nasıl eksikler tamamlanacak?

İlla da ‘’Holistik İnsan’’ olmaya çalışanlara UFO ya da uzaylı kimliği kondurulur… Ne derdini anlatabilir, ne de dinlenebilir…

Örneğin holistik insan diyor ki ‘’Kendi iyiliğinin, evrendeki diğer her şeyin iyiliğine bağlı olduğunun bilincindedir.’’
Peki, dünyadaki diğer her şeyin kötülüğün üzerine inşa ediliyorsa; bu modelin varlığı evrende ne kadar anlam ifade eder.

Örneğin Holistik insan ‘’beyninin en az yüzde 50’sini kullanır’’ deniyor ya… Yaşadığımız dünyamızda insanlar beyninin yüzde 10-15’lik bölümünü kullanıyorsa; yüzde 50’sini kullanan insanın yeri ya Manisa ya da Bakırköy olur ve deli damgasını çoktan yerler…

Evet. Mesela kendimi ele alıyorum ve hangi model oturuyorum diye 5 model bakıyorum.

Sanıyorum 5 temel insan modelinden aşağıdaki modele uyuyorum.

Beyninin sağ veya sol lobunu kullanır. Bir eleştiriyle karşılaşınca, mutlaka “haklı çıkma”ya çalışır. İnsanları ve davranışları yargılar. Tipik söylemi, “Senin yüzünden oldu” ya da “sorun sende” şeklindedir.

Sizin modeliniz nedir?

Yoksa Holistik insan modeli misiniz?

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/13 Aralık 2009/Burdur-Türkiye

5 Aralık 2009 Cumartesi

Agent Provocateur/Provokatör ajan


Türkçe karşılığı ‘’Provokatör ajan’’ olan dünyaca ünlü iç giyim firması Agent Provocateur yaptığı defileyle yine tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış.

Demek oluyor ki hem ajan hem provokatör moda dünyasına da el atmış…

Ajan olabilmek zor zanaattır herhalde…

Hem ajan hem de provokatör olmak ultra zor olsa gerek herhalde…

Bu işi başarabilen kadın da erkek de olabilir…

Kadınların ilave bir silahı daha vardır; dişilik…

Hep duyarız ve olaylarda provokatör parmağı ararız değil mi?

Provokatörün yaptıklarına da provokasyon deriz…

Demek ki provokatörlerin liderlik yanı ağır basıyor ve su gibi akan kitleyi yönlendirebiliyor…

Bulanık sularda yüzmeyi çok severler çünkü görünmek, belirmek istemezler…

Harekete geçirmek istediği kitlenin ta içinden gelmesi ve yumuşak karnı şak diye bulabilmesi için adetlerine-geleneklerine, diline, dinine tam hâkim olması şarttır.

Kışkırtıcılık en övünülecek yanlarıdır.

Siyasiler, liderlerin protesto edilmesinde rol alırlar… İşte toplantıyı, işte açılışı provoke ettiler gibi laflar duyarız…

Yahu modadan nereye geldik değil mi?

Ne dedin?

Kadıköy iskelesine mi geldik?

Doğru. Ajan-provokatörlerin bir işi de konuyu saptırmaktır.

Çok kimlikli, çok yönlü olmaları vazgeçilmez özellikleridir.

Bir bakarsınız komünist, bir bakarsınız Fetullahçı, bir bakarsınız PKK’lı, bir bakarsınız Faşisttir…

Tam anlamıyla düzenbazdır. Tespiti ve ortaya çıkarılması neredeyse olanaksızdır.

Ama bir köşede yaptıklarının sonuçlarını, sigarasını keyifle üfleyerek izleyebilir…

İnsan ilişkileri mükemmel, hipnoz etmeye varan yeteneklerini saymaya gerek bile yoktur.

Peki, Türkiye’de ajan-provokatör yok mudur?

Hem sürüyle…

Bir haber okudum. Dünyada yetiştirilen neredeyse tüm ajan-provokatörlerin eğitim alanı Türkiye imiş. O kadar çok ki etrafımızda cirit atıyorlar…

Toplumun tüm kesimlerine, tüm sektörlerine sızabilirler…

Neyse artık Milliyet yaşamda bir galeriye baktık, bu kadar yazı yazdık…

Yetti arttı bile…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/04 Aralık 2009

3 Aralık 2009 Perşembe

Fıkra işte:::))))


New York’tan Los Angeles’a giden uçakta cingöz bir avukat ile sarışın görünüşlü bir hanımın yan yana oturuyor.

Avukat, hem hanımla yakınlaşmak, hem de hoşça vakit geçirmek için bir oyun teklif ediyor. Kabul görünce oyunu anlatıyor:

-Size bir soru soracağım. Cevabı bilemezseniz bana 5 dolar vereceksiniz, sonra siz soracaksınız; bilemezsem ben size 50 dolar vereceğim.

Ve ilk soruyu soruyor:

-Ay ile dünya arasındaki uzaklık ne kadardır?

Kadın tek söz söylemeden çantasından 5 dolar çıkarıp adama uzatmış.

Soru sorma sırası sarışına gelmiş:

-Tepeye 3 ayakla tırmanıp 4 ayakla aşağı inen şey nedir?

Adam dakikalarca düşünmüş... Yanıtı bulamamış... Cüzdanından 50 dolar çıkarıp kadına uzatmış. Kadın parayı kibarca alıp çantasına koyarken avukat merakla sormuş:

-Cevap ne?

Kadın tek kelime etmeden çantasını açmış ve 5 dolar çıkarıp adama uzatmış...

1 Aralık 2009 Salı

Esra Ceyhan neden türbanlı…


Ünlü televizyon sunucusu Esra Ceyhan TRT 1'de yayınlanan programında türban takmış.

Bayat bir konu ama figüran ve konu hep tazedir…

Esra Hanım, türban takması şahsen beni hiç şaşırtmadı.

Neden mi?

Aylık 40 bin TL maaş (iddia edildi) verilsin; türban değil çarşaf bile giyersin…

Para bu dostlar!

Paranın giydiremeyeceği kılık kıyafet yoktur…

Paranın söyletemeyeceği söz var mıdır?

Kim, nerden maaş alıyorsa oranın borusunu öttürür…

AB’den maaş alan köşe yazarları var mı?

İddia edilen o ki varmış. O zaman bu kamuoyu oluşturucu anlı-şanlı yazarlarımız AB aleyhine yazabilir mi?

Yazamaz.

Esra Hanım da almış parayı, takmış türbanı…

Daha çok şeyi öğreneceğiz galiba…

Temel bir gün okuldan gelir ve babası sorar:

-Oğlum bugün ne örendün?

Temel gayet sakin yanıt verir:

-Babacuğum bugün hiç bir şey öğrenmedim, yarın yine gideceğüm.

Bakalım, yarın neler öğreneceğiz?

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar-01 Aralık 2009