30 Eylül 2009 Çarşamba

Aşk çeşitleri...


Aşka dair ne varsa yazdım zannediyordum meğer öyle değilmiş.

Aşkın çeşitleri de varmış.

Ben aşığım demek yetmezmiş.

Ne tür bir aşk sorusu da artık yanıt bulmuş.

Hadi bakalım, sırayla aşk türlerini inceleyelim…

Yetişkin Aşk: Karşılıklı güven ve desteğe dayanır.

Demek ki uzun süreli bir ilişki sonrası aradaki güvensizlik gitmiş, yerine ne gelmiş?

Güven gelmiş…

Bu güven ne sağlamış?

Maddi manevi her türlü desteği vermiş.

Kime?

Yetişkin aşk türüne elbette…

Sizin ki yetişkin aşk değil mi?

Durun hele gerisi var, üzülmeyin hemen…

Eros Aşkı: Romeo ve Juliet tarzı aşk.

Çiftler birbirlerini görür görmez aşık olur.

Yolda, sokakta, çarşıda, pazarda, arabada, otobüste, trende, uçakta, sahilde, yemekte gördünüz ve hemen çarpıldınız.

O zaman ne oluyor?

Eros aşkı vücut buluyor.

Gördün ve aşık oldun.

Demek ki zaman senin için çok önemlidir.

Uzun vadeli aşka gelemiyorsun, hemen şıpıdık olacak ve bitecek…

Bu da mı değil? Hemen öbür aşk türüne geçiyoruz…

Hedonistik Aşık: Birlikteyken kişisel zevklere ve eğlenceye dayanıyor.

Anaaaa bak bu iyiymiş yahu…

Bu aşk türünde sadece zevk ve eğlence var.

Devamlı gezme tozma var.

Aman ha bu tür aşklarda cinsellik de var.

Nerden mi çıktı?

Yahu zevk aşığı bunlar…

Cinsel zevk yok mu?

Eheee o zaman öyle olur işte…

Bu da mı olmadı. İyi, tamam, diğerine bakalım…

Romantik Aşk: Çiftlerin birbirlerine duygusal olarak ihtiyacı olduğunu döneme denk gelen aşk.

Bu döneme denk gelmezse ne olur?

Gene aşk olur da romantik olmaz, hepsi o kadar…

Duygusal olarak biri ihtiyaç duydu, diğeri duymadı ise senkronize olmuyor, romantik aşk formülü işlemiyor.

Duygusal anları ölçen sayaç bulmak gerekiyor ki her iki tarafta koluna takacak ve ne zaman duygusalım derse romantik aşk olacak::)))

Vay be! Mucit miyim, neyim?

Bu da mı sarmadı?

Mitolojik Aşk: Çiftlerin birbirlerine kavuşmak için büyük savaş verdiği ve sürmesi için çabanın gerekli olduğu aşk.

Yunan mitolojisindeki savaşa neden olan Truvalı Helen ve Paris'in aşkı gibi.

Nerde olacak?

2009 dünyasında böyle bir aşkı göze alacak insanlar var mı ki?

Tarihi mal olmuş bu tür aşkı tarihe bırakalım…

Geçtik mi?

Sosyal Aşk: İhtiraslı bir aşktan sonra toplumun beklentilerine göre şekil değiştiren aşk.

Bu çok güzel işte!

Bence tolumun büyük çoğunluğu bu tür aşk yaşıyor.

İhtiraslı aşk bir anda kabuk değiştiriyor ve sosyal bir aşk oluyor ya da toplumla uyumlu aşk deniyor.

Aksi halde aforoz oluyor.

Hatta mahalle baskısı, millet baskısı gani gani geliyor…

Maceracı Aşk: Gişe rekorları kıran Bridget Jones filminde olduğu gibi sürekli inişler ve çıkışlar yaşanan aşk.

Buna anlık aşk da diyebiliriz.

Yazın sıcak aşkları, sonbahar hüzünlü aşkları, kış kasvetli aşkları, ilkbahar lirik aşkları ya da mevsimsel aşklar ismini de koyabiliriz.

Bu tür aşklar, oldu da bitti maşallah oluyor hani…

Güvenli Aşk: Zamanla çiftlerin birbirlerinin en iyi arkadaşı olduğu ve kendilerini güvende hissettikleri aşk.

Tam işte Türk usulü bir aşk türüdür.

Tanımadığı birisiyle ve görücü yöntemiyle evleniyor.

Uzun süre hem evli, hem arkadaş oluyor ve sonra da güvenli liman buluyor ya da güvenli aşk oluşuyor.

Risk alıyor tabi, umduğunu bulamadıysa kalan yaşamı da yandı keten helva oluyor.

Ortak Aşk: Çiftlerin kişiliklerini yitirerek tek benlik oluşturdukları aşk…

Birbirlerinin cümlelerini tamamlarlar.

Vay be!

Böyle aşk var mı ki?

Birbirlerinin kölesi oluyorlar.

İç içe girmiş, girift oluyorlar.

Ayrılmaz yapışkan oluyorlar.

Ve beraber ölüyorlar.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/30 Eylül 2009/Burdur-Türkiye

Siz hala kitabımı almadınız mı? O zaman adresi veriyorum:

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=439776

http://www.idefix.com/kitap/normal-otesi-ask-omer-ozdamar/tanim.asp?sid=UMSURS3EM4WBRLD0UYO8

23 Eylül 2009 Çarşamba

Kendin pişir kendin ye...


Öteden beri ‘’kendin pişir kendin ye’’ sloganını hiç sevmem…

Niye mi?

Yahu bir yere gitmişsin, oturmuş bir şeyler yiyeceksin, ehhee ne edilecek?

Kendin pişireceksin!

Hadi kendin yiyeceksin lafını anlıyorum da…

Neden mi?

Herhalde kendimiz yiyeceğiz. Başkası yiyecek değil yahu…

Ama kendin niye pişireceksin?

Kendin pişireceksen, orası neyi pişirecek?

Sonra herkes nasıl pişirileceğini bilemez ki…

Sen bilir misin?

Tam kıvamında, hem yakmadan pişirirsin ha…

E kardeşim, o zaman niye mesleğini pişirici olarak seçmedin?

Sonuç olarak birisi pişirir, birisi de beğenirse ve yerse tabii ama…

Neyse ‘’kendin pişir kendi ye’’ tabelası yazan yerlerde hiç durmam…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/24 Eylül 2009/Burdur-Türkiye

Siz hala kitabımı almadınız mı? O zaman adresi veriyorum:

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=439776

http://www.idefix.com/kitap/normal-otesi-ask-omer-ozdamar/tanim.asp?sid=UMSURS3EM4WBRLD0UYO8

5 Eylül 2009 Cumartesi

Çarpıcı ve sarsıcı AIDS reklamı


Almanya merkezli bir AIDS'le mücadele örgütünün ‘’Dünya AIDS Günü’’ nedeniyle yayınladığı görsel ve yazılı basın reklamları ortalığı karıştırdı.

Oldukça erotik görüntülere sahip olan televizyon reklamında, bir kadın ve bir erkeğin seviştiği görülüyor.

Reklamın sonuna doğru ise erkeğin Adolf Hitler olduğu anlaşılıyor ve film, "AIDS katliamcıdır" sloganıyla sona eriyor.

İyi de Dünya AIDS Günü’’ 01 Aralık günü değil mi?

Evetse daha 2 ay kala bu reklam amacı nedir?

Kampanyanın ya da reklamın amacı özellikle genç nüfusu huzursuz ederek, korunmasız seksin olası olumsuz sonuçlarına dikkat çekmek ve insanları sarsmaktır.

Güzel!

AIDS eşittir Hitler, AIDS eşittir Stalin, AIDS eşittir Saddam diyerek katliamcı liderlerle, AIDS arasında bağ kurulmaya çalışılmış.

Diğer AIDS vakıf ve kuruluşları bu reklama çok sert tepki göstermişler.

Neden tepki koymuşlar?

Çünkü bu reklamın, zaten virüsle ilgili cehaletten dolayı damgalanan ve ayrımcılığa uğrayan HIV hastalarını inanılmaz derecede karaladığını düşünüyoruz… Demişler.

Bence çok mantıklı bir tepki değildir.

Reklamın amacı insanları sarsmak ise bence çok başarılıdır.

Neyse ben sizlere bir seri fıkrayla mevzumuzu tamamlayalım mı?

İdam cezalarında mahkum istediği ölüm tarzını seçebiliyormuş.

Temel, AIDS ile ölmek istediğini belirtmiş.

Şırıngayla HIV virüsü zerk edip sonra salıverilmiş.

Temel sevinç içindeymiş. Ve şöyle nida atıyormuş:

-Aldattum onları!

-İdamdan kurtuldum sayılır.

-Şırınga yapılırken prezervatif kullandum!

Bu bir daha… Şimdi ikincisi geliyor…

Temel akciğer kanseri olmuş.

Doktorlar iki aylık ömrünün kaldığını söylemişler ve tedaviye son vermişler.

Öleceğini anlayan Temel, bütün eşiyle dostuyla helalleşmeye karar vermiş.

Fakat bizim Temel gördüğü herkese kendisinin AIDS hastalığına yakalandığını ve iki ay içinde öleceğini anlatıyormuş ve haklarını helal etmelerini istiyormuş.

Tabii bunu duyanlar, Temel'e helallik veriyorlarmış ama bir yandan da elini bile son bir defa sıkıp, kucaklaşmaktan kaçınıyorlarmış.

Temel'in en iyi arkadaşı Dursun, bu yapılanı duyunca sormuş:

-Yav Temel, anladık! Sen Kanser oldun ve öleceksin! Neden herkese AIDS oldum diyorsun? Bak, herkesi bir korku sardı...

Temel aynen şunları söylüyor:

- Yav Tursun, öyle de öleceeezzz, böyle de ölecez, bari karım Fadime’yi sağlama alalım dedim.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/05 Eylül 2009/Burdur-Türkiye

‘’Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız. (Carl Sagan)’’

Siz hala kitabımı almadınız mı? O zaman adresi veriyorum:

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=439776

http://www.idefix.com/kitap/normal-otesi-ask-omer-ozdamar/tanim.asp?sid=UMSURS3EM4WBRLD0UYO8



Mıhlıçay aşıkları önce sevişiyor sonra kızıyor...



Yahu benim bu işlere aklım ermiyor.

Bir film çevriliyor, rol ve senaryo gereği sevişiliyor…

Sonra bunlar internete düşüyor…

Ve kıyamet kopuyor!

Vay efendim! Niye bunlar gösteriliyor?

Vay efendim! Niye bunlar yayınlanıyor?

Olmadı ama…

Filmin adı “Mıhlıçay Aşıkları”

Erkek Başrol Oyuncusu Devrim Saltoğlu ve Kadın Başrol Oyuncusu Selen Görgüzel…

İşte bu iki oyuncu avukatları vasıtasıyla şikâyette bulunarak, görüntülerin yayından kaldırılmasını istiyor.

İyi de arkadaş, o zaman niye seviştiniz?

Canım, onu boş ver! Rol ve senaryo gereği yaptık bir şey…

Denmez!

Neyse artık fazla uzatmaya gerek yoktur.

Pazar günü olduğu için bir fıkrayla biraz gülelim…

Bir çocuk kimya konusunda çok meraklıymış. Babasına bir kimya seti alması için yalvarıp duruyormuş. Babasının bir gün canına tak etmiş ve oğluna içinde yok-yok olan bir kimya seti almış.

Çocuk bugünden itibaren setin başından ayrılmaz olmuş. Bir gece babası uyurken kulağına çivi çakma sesleri gelmeye başlamış. Kalkmış ve bir bakmış ki oğlunun elinde bir çekiç ve çivi var.

Baba:

-Oğlum ne çivisi gecenin bu saatinde?

Çocuk:

-Babacım bu çivi değil ki.

Babası yaklaşmış ve hakikaten bunun bir çivi olmadığını anlamış.

Baba sormuş:

-Peki, ne bu?

Çocuk şöyle karşılık vermiş:

-Ben bir icat yaptım baba. Bir sıvı buldum. Bu sıvının içine bir solucanı attım ve bu solucan çivi gibi sert oldu.

Babası bu buluşu çok sevmiş ve oğlundan bu sıvıdan biraz daha yapmasını istemiş. Hatta sıvı işine yararsa ona bir Toyota alacağını söylemiş.

Ertesi gün eve geldiğinde çocuk ne görsün:
Kapının önünde son model bir Mercedes var.

Çocuk içeri girip babasını bulmuş ve sormuş:

-Niye Toyota değil de Mercedes aldığını?

Babası cevaplamış:

-Oğlum bu benim hediyem değil, annenin hediyesi. Toyotan da garajda duruyor.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/04 Eylül 2009/Burdur-Türkiye

Siz hala kitabımı almadınız mı? O zaman adresi veriyorum:

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=439776

http://www.idefix.com/kitap/normal-otesi-ask-omer-ozdamar/tanim.asp?sid=UMSURS3EM4WBRLD0UYO8