12 Mart 2014 Çarşamba

PARASIZ YAŞAM HAYALİ (ÜTOPİK ÖTESİ) 2.BÖLÜM



Öncelikle 1.bölüme bakarsanız; daha bütünleyici blog olur.. Linki aşağıdadır..

http://omerozdamar.blogspot.com.tr/2014/03/parasiz-yasam-hayali-utopik-otesi.html



Paraya dair düşünce fırtınamıza devam edelim..
 
Var olmanın ve gücün koşulu paradır. Bu nedenle, birinin yaşamak ve güçlü olmak için çalması da çok doğal OLMAZ MI?
 
Samsun'da rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan 2.5 aylık Kübra bebek yapılan tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirdi. İlk incelemeye göre bebeğin ölüm nedeni açlık! Acılı anne tam takır buzdolabını gösterip isyan etti.
 
Şimdi bu annenin hem kendisinin, hem de bebeğinin yaşaması için çalmasından daha mantıklı nasıl davranabilir?

Bazılarımız başka önerilerde bulunabilir. Mesela; insanların vicdanına seslenip istenecek yani dilencilik yapacak… Hani burada insanlık onurumuz…

Mesela; kadın vücudunu satacak, para kazanacak, kendisine ve bebeğine bakacak… Hem toplum, hem de düzen yasaklıyor zaten.

Mesela iş bulsun… İyi de 2,5 aylık bebekle nasıl iş bulsun?

Kocası bulsun denebilir… Yahu kocası iş bulsa zaten mesele kalmaz.

Neredeyse her 4 çalışandan 1’nin işsiz olduğu bir piyasada nasıl bir iş bulacak?
 
 
Dürüstlük, güven ve piyasa..

Böyle sistemde yani parasal düzende insanlara güvenmek de zordur.
Çünkü etik, doğru, düzgün davranırsan iş hayatında barınamazsın. Ya batarsın ya da intihar edersin…

Para piyasasında yürütülen ticaretin temel dayanağı kar etme üzerine inşa edildiği için dürüstlük değerinin dibe vurması kaçınılmazdır…

Para piyasasında var olmak, yaşamak ve güçlü olmak için yaptığın ticarette; kar etmenin temel felsefesi kandırmadan başka ne olabilir?

Para piyasasında ürettiğin bir malı yüzde 10-20-30-40-50 karla satmak temel amaç olur. Kimse kalkıp şunu demez: ‘’Yahu ben dürüstüm, kar etmeden maliyetine mal satacağım’’’ Zaten derse üzerinden çok süre geçmeden iflas eder…
 
Adam Smith’in mimarı olduğu para piyasası mantığı şunu emreder: Toplumu refaha götüren bencillik ve rekabettir. İnsanları azimle çalıştıran rekabetin getirdiği ya da yarattığı dürtüdür. 
 

Demokratik seçim hilesi..

Liberalizm en kutsal öğesi demokratik seçimdir. Oysa burada da piyasanın can damarı para devreye girer.
 
Nasıl mı?
 
Yürütülen seçim kampanyalarına bakın bir hele… Şatafat, görkem, reklam, PR (Halkla ilişkiler) önce gözlere, sonra duygulara, sonra akla hitap eder.
 
Bilinçli olarak insanların kime oy vereceklerini bilememe durumu yaratılır.
 
Hangi partiden olursa olsun bir adayın seçim kampanyası için daha fazla parası varsa seçilir.
 
Bu ne anlama geliyor?
 
İstediğinizi değil, istenileni seçiyorsunuz.
 
Aklıma Türkiye demokratik serbest seçimleri geldi. Ülkeyi yönetmeye talip olan 30 küsur parti vardır. Bunların içinde iktidar ve muhalefet partileri hazine eliyle zaten para yardımı alıyorlar. Gelecekte iş yapma ve kar etme beklentisiyle iktidar ve ana muhalefet partisine yapılan gönüllü yardımları da ilave edersek diğer partilerin şansı kalır mı?

Kimse kimseye masal anlatmasın! Para piyasası kimi işaret ediyorsa o parti kazanır ya da kazandırılır. Yok başka bunun yolu..
 
Para piyasasında olanaksız olan her şey demokrasi kuralları çerçevesinde düşünülür ve çözülür gibi illüzyon yaratılır.
 
İşin özü demokrasi, para piyasasının bir oyunudur. Bu oyun sayesinde elitlerin, zenginlerin hakimiyeti hep daim olur, hep sürer...
 
 
Dürtü mü, davranış mı dominanttır?

Para piyasasının sürekliliği için kurgulanmış ve öğretilmiş dünya görüşümüz; maalesef doğru ve dürüst davranma yeteneğimizi de köreltir.
 
İnsanlar için içgüdü kelimesini kullanırlar, davranışı önemsemezler. Çünkü insanların nasıl davranacağına para piyasası karar verir…
 
İnsan doğası ya da içgüdüsü yoktur, insan davranışı vardır ve tarih boyunca değişim göstermiştir. İnsanlar bağnaz olarak, açgözlü olarak, kin dolu olarak dünyaya gelmediler, bunları yaşadığı toplumdan aldılar ya da kazandılar.
 
Açgözlülüğü, bağnazlığı, önyargıları ve birilerin sırtından geçinmeyi kaldırmak aslında elit grupları ve hapishaneleri ortadan kaldırmakla eş anlamlıdır.
 
Tam da bu yazıya uygun bir dipnot hikayesi anlatmak isterim. O zaman buyurun okuyun!
 
Asya’da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. 
 
Bir hindistancevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. 
 
Hindistancevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. 
 
Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir. 
 
Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. 
 
Maymun, tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar ve yiyeceği kavrar ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. 
 
Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. 
 
Avcılar geldiğinde, maymun çılgına döner ama kaçamaz. 
 
Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. 
 
Onu sadece kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. 
 
Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. 
 
Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür. 
 
Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. 
 
Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak, özgürleşmektir.


3 bölüm halinde yayınlayacağım yazı dizisidir.. Üçüncü ve son bölüm 1 hafta sonra gelecektir..





Bu yazı daha önce counter kisi tarafından okundu.

Hiç yorum yok: