28 Mayıs 2013 Salı

Siyasetçi mi akıllı, vatandaş mı akılsız?


Bu konuyu ele almaya ne zamandan beri düşünüyordum ve kafamda kurguluyordum. Hadi bakalım, yazı yolculuğumuza çıkalım, nereye götürecek bizi?

2002 Genel Seçimleri, 2004 Yerel Seçimleri, 2007 Genel Seçimleri, 2009 Yerel Seçimleri, 2010 Anayasa Referandumu, 2011 Genel Seçimleri gördüm, geçirdim, hatta 2009 yerel seçimlerinde CHP 1. Sıra Belediye Meclis adayı oldum..

Malumunuz 2004 Yerel Seçimleri’ne CHP’nin aktif engeliyle beldelerin kapatılmasıyla ilgili yasanın uygulaması yetişmedi. 2009 Yerel Seçimleri’ne yine CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne gitmesi falan derken yine uygulama olmadı. En son artık 2014 Yerel Seçimleri’nde söz konusu yasa uygulanacaktır. Böylece nüfusu 2.000 (iki bin) altında kalan tüm beldeler kapanacaktır ve muhtarlık olacaktır.

Bucak İlçesi’nin Kızılkaya, Ürkütlü, Gündoğdu, Kocaaliler ve Çamlık olmak üzere 5 beldesi vardır.

Ürkütlü kapanıyor, Gündoğdu kapanıyor, Çamlık kapanıyor ve köy muhtarlığına dönüşüyor. Ne zaman? Mart-2014 Yerel Seçimleri’nde..

Özellikle Çamlık ve Gündoğdu Beldeleri 2002’den beri yaşanan tüm seçimlerde hep tercihlerini sağ partilere özellikle AK Parti’ye kullanmıştır.

Şimdide kalkmışlar, ağlıyorlar, şikayet ediyorlar..

Neyi?

‘’Ehee biz ne olacağız, biz niye köy oluyoruz, biz niye belde olarak kalmıyoruz?’’ gibi soruları sıralıyorlar..

Geçmiş olsun artık! Senin önüne tepkini koyman için en az 5 kez sandık konmuş, ancak sen her defasında beldeni kapatmaya uğraşan siyasi partiye oy vermişsin, hem de artan oranda.. Kısaca celladına aşık olan kadın misali bizi yaksa da biz yine de oyumuzu vereceğiz diyorsanız; bari susun ve başınızı öne eğip bekleyin, değil mi?..

Gelelim vatandaşın diğer bir garip isyanına..
2011 Genel Seçimleri öncesi AK Parti Burdur Milletvekili adayları için temayül yoklaması yaptı. 19 aday adayının katıldığı temayül yoklamasına, bin 212 delegeden 909'u katıldı. 894 oy geçerli sayıldı. ilk sırayı, 336 oy ile eski Burdur İl Özel İdaresi Genel Sekreteri İbrahim Şimşek aldı. 274'er oy alan Adem Şengül ile Beytullah Okay ise ikinci ve üçüncü sırayı paylaştı.
Ehee ne oldu sonra?
Sıkı durun şimdi! Temayül yoklamasında ilk 3’e giren adaylardan hiçbiri milletvekili listesine alınmadı.
Bu ne demektir?
‘’Ey örgüt, ey delege, siz kime oy verirseniz, verin; son sözü Ankara’dan ben söylerim.. Siz adayınızı belirlemişsiniz ama AK Parti Genel Merkezi kriterleriyle uyuşmuyor. O zaman bizim belirlediğimiz adaylarla çalışmaya devam edin’’ tavsiyesini alan örgüt ne yapar?
Daha çok çalışır, AK Parti tüm zamanların en çok oyunu toplar..
Soru nedir?
AK Parti’ye oy vermiş bir kısım vatandaşların ifadesi aynen şöyledir: Ehee milletvekili seçilen adayımız Bucak’la ilgisi yoktur, siyasi çalışma yapamamaktadır, Bucak için verimli olamamaktadır..
Geçmiş olsun artık! Oysa akıllı vatandaş, zeki bir seçmen, Bucak sevdalası bir partili ne yapardı? Ankara’ya mesaj verirdi. Nasıl? Benim temayülde seçtiğim adayların hiçbirini listeye koymazsan ben de sana oy vermem, oy toplamam, kendi oyumu da ya boş veririm ya da başka bir siyasi partiye atarım.. Bir daha ki seçimde Ankara yani Genel Merkez senin tercihini dikkate alırdı ama ne 2015’de ne de diğer seçimlerde artık örgütü, delegeyi dikkate almaz.. Akıllı siyasetçi yıllardır hep böyle yapıyor. Hem halka seçtiyor, hem de halkın tercihini dikkate almıyor..

Sanki CHP hırlı mı? Burdur 2011 Genel Seçimleri adaylarını belirlerken ne öncseçim yaptı ne de temayül yoklaması.. Bağrış çağrışlar sonrası sonucu bile açıklanmayan uyduruk bir temayül yoklaması oldu.. Milletin gazı alında, haydi bakalım, sen sağa, ben sola dendi..
Umarım derdimi anlatabildim. Söz milletin deyiminin içi boş slogan haline gelmesini istemiyorum. Bilinçli seçmen ve partili arıyorum.. Halkı dikkate alamayan partiyi halkın da dikkate almaması gerekiyor ama maalesef öyle olmuyor..

2014 yerel seçimlerini, 2015 genel seçimlerini dört gözle bekliyorum.. Bakalım ne olacak? Acaba vatandaş hatasını anlamış mı yoksa hatasında ısrar mı edecek? Vatandaş çok büyük bir sınav verecektir..

26 Mayıs 2013 Pazar

Beyaz TV'de Ümit Zileli depremi yaşandı


Beyaz TV’de ‘Dinamit’ isimli programda telefonla bağlanan Ahmet Bey (Kod adı), ‘’2008 yılı sonunda ya da 2009 yılı başında elinde bir dosya ile CHP’li Gürsel Tekin’e ve Algan Hacaloğlu’na gittiğini’’ söyledi.

MİT elemanı (muhtemelen) Ahmet Bey; ‘’MİT içinde Ergenekoncu grup tarafından AK Parti aleyhine hazırlanan yalan bir dosyayla, Gürsel Tekin’in Selami Çeşme, 4. Katta olan bürosuna gittiğini ve bilgi verdiğini’’ iddia etti..


Moderatör Latif Şimşek ile çok sert tartışmaya giren Program Yorumcusu Gazeteci Ümit Zileli; ‘’Bana, kim olduğu söylemeyen birisinin iddialarına yanıt vermem isteniyor, bunu asla kabul edemem, AK Parti lehine oluşturulmuş bir kumpasa alet olmak istemiyorum’’ dedi ve programı terk etti.

25 Mayıs 2013 Cumartesi

AKÇA Gazetesi İNTERNET köşe yazarlığına veda..


Yaklaşık 4 yıldır AKÇA Gazete’nin tahsis ettiği köşeden Bucak, Bucaklılar, Türkiye, Türkiyeyiler, kısaca hayatın içinde ne varsa bildiklerim, gördüklerim, anladıklarım ışığında yazdım ve paylaştım..

Bana bu fırsatı tanıyan başta Akça Gazetesi sahibi Sayın Halim Akça’ya olmak üzere tüm okuyanlara, takip edenlere, Bucaklı hemşerilerime teşekkürü bir borç bilirim..

Her şeyin bir sonu olduğu gibi buradaki misyonumun da sonu görülmüştür. Artık başka mekanlara, başka yazı maceralarına atılma vakti geldi, hatta geçmiştir bile.

Köşe yazılarımda bilmeyerek (asla bilerek olmaz) hakkını yediğim kişi ve kurumlardan özür diliyorum ve lütfen haklarını helal etsinler..

24 Mayıs 2013 Cuma

Borçlu olmak köle olmaktır..



A’dan Z’ye hepimiz borç yapıyoruz.

İşte eşya alıyoruz, borçlanıyoruz…

İşte nakit darlığında tüketici kredisiyle borç altına giriyoruz…

İşte AVM mi? her ne haltsa büyük ve komple alış-veriş merkezlerinde
kredi kartıyla deli gibi borç yükümlülüğünün altına, pin kodumuzla giriyoruz…

40 milyon aile bireyi varsa en az 150 milyon kredi kartı insanların elinde dolaşıyor. Demek oluyor ki 1 kart kesmiyor, 2 hatta 3 kartı olan bile vardır…

Aylık atıyorum 1.000 (bin) TL geliri olan birey, ortalama en az 700 TL borç ödüyor.

Kısaca, hali hazır manzara-i umumiye, Türk Halkının borçlu olduğunu net olarak gösteriyor.

Borçlu insan aslında köle insandır.

Nasıl mı?

İşte açıklıyorum:

Borçlu insan asla akıl ve mantık doğrultusunda hareket edemez. Argo tabirle trene ya da minibüse çabuk biner ve dolduruşa gelir… Telkinlere kolayca kanar…

Yaşama dair tüm tercih haklarını kullanırken baskı altındadır.

Borçlu insanların temel ve vazgeçilmez psikolojisi, daima mevcut düzenin devam etmesi yönündedir. Değişim, başkalaşım gibi terimler onlar için ürkütücüdür.

Daha somut örnekleme yapacak olursak; genel seçimlerde oy kullanma eyleminde ve siyasi parti tercihlerinde egemen olan kanı iktidarın devam etmesi yönündedir. Bu bağlamda 500 Milyar Dolar borcu olan Türkiye’de iktidarın el değiştirmesini kimse istemez.

Neyse biz yine birey tabanında konumuzu irdelemeye devam edelim.

Borçlu insan hakikaten köledir.

Kararları sağlıklı olmaz. En kötüsü özgür iradesinden yoksundur.

Verdiği doğru kararı bilinçaltına iter, buna karşın yanlış kararı bilinçüstüne çıkarır ve uygular.

Rahat ve özgün olamaz.

Borçlu bir birey uğradığı haksızlıklara boyun eğer ve sesini çıkartamaz. Çünkü tepesinde Demeklesin kılıcı gibi borçları beklemektedir.

Borçlu insanların tipik yansımaları sürü psikolojisine kolayca kapılmalarıdır.

Çalıştığı iş yerinde uğrayacağı her türlü haksız eyleme karşı göz yumma, sağıra yatma, aptal rolünü oynama mecburiyeti vardır.

1980 yılı öncesi Türk Halkı borçlu değildi. 1980 sonrası özellikle Özal dönemimden itibaren hızla borç sarmalına girdi.

Türk halkının hassasiyetleri, tepkileri her 2 dönemde ne kadar değişime uğradığı apaçık ortadadır.

Örneğin 1980 öncesi bağımsızlık, özgürlük, örgütlenme ön planda ve çok etkin iken 1980 sonrası bağımsızlığın yerini işbirliği, özgürlüğün yerini AB’ne, ABD’ye, NATO’ya, Arap Birliğine yamanma, örgütlenme yerine hiçbir etkinliği olmayan uyduruk ve kumandalı STÖ (Svil Toplum Örgütü) dönüşümü yaşanmıştır.

Daha da vahim olan ise borçlu toplumlar hızla birbirini boğazlamaya koşarlar… Umarım meramımı anlatabilmişimdir..

Not: Bu yazım 4 yıl önce kaleme alınmıştı ancak hala taze kalmaya devam ediyor maalesef..

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Türkiye’nin sahipsizlik imajı yayılıyor..


İnsanoğlu hafızası dar olduğu için 6 ay, 1 yıl öncesini bilmez, sadece bugünü düşünür ve yorumlar ya, bu yüzden kısa anımsatma yapmam şarttır..

Arap baharı başladı, işte önce Kuzey Afrika ülkeleri karıştı, iktidarlar ya uzaklaştı ya da kaçtı.. Derken Mısır, Bahreyn gibi Orta Doğu ülkelerine sıçradı.. Babadan oğla iktidarı elinde tutan Esad’a ‘hadi sende çok partili seçim yap’ dendi ama olmadı.. ABD’nin telkinleriyle bu iş Türkiye üzerine kaldı. Yani Suriye’nin çok partili demokrasiye geçisini; ne yapıp, ne edip Türkiye çözecektir.. Üzerine aldığı bu ödevi; AK Parti dış politika belirleyicileri, danışmanları, akıl hocaları en iyi şekilde yapmak üzere kafa yordu, senaryo çizdi ve uygulamaya soktu..

Yazılan ya da beklenen kurgu şuydu; halk ayaklanacak, Esad direnecek ancak 3 ile 6 ay içinde Suriye muhalifleri bir şekilde yönetimi ele geçirecek..

Olmadı, tutmadı.. Aradan aylar hatta yıllar geçti, direnenlerin direnci kırıldı, bu iş yattı..

İşte Libya’da olduğu gibi BM ya da ABD desteğinde uluslararası güçlerin askeri müdahalesi dışında hiç seçenek kalmadı..

Bu senaryoyu yazanların hiç düşünemediği, hiç kurgulayamadığı, hiç öngöremediği diğer olay mülteci meselesidir..

Neden?

Şundan dolayıdır ki ilk başta gelen Suriyeli mülteciler çoçuk ve kadınlardı, iyiniyet göstergesi olarak sınırlarda kabul görmesi hem doğaldır, hem insanidir, hem de senaryo dahilindedir.. Ancak senaryo tutmayınca elimizde kaldı 300 bin, bir rivayete göre 400 bin erkek, kadın Suriyeliler..  Şimdi bir de bu insanların yaşam idamesi için asgari gereklilikler nasıl yerine getirilecektir? En önemlisi kaotik ortamı kendi elimizle ülkemizin içine sirayet ettirdik maalesef..

Yanlış nerede yapıldı? Yeni yönetime yakın olmak için kim geldiyse mülteci olarak kabul edildi. Bu çok yanlış bir stratejidir. Öngördüğün planı bozmaktan başka işe yaramazdı ve yaramadı..

Nasıl?

Kadın, çoçuk ve hasta dışında kimseyi kabul etmeyecekti. Erkekler Suriye’de kalacaktı ve Esad güçleriyle savaşacaktı..

Soru basittir: Herkes Türkiye’ye gelirse ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) nasıl oluşacak? Uzaydan birisi gelip Esad’ı devirmeyecek herhalde, yine Suriyeli insanlar yapacak eğer yapmak istiyorlarsa..

Türkiye’nin savaş uçağı düşürüldü, Türkiye sahipsiz olduğu imajı verildi. Çünkü öbür türlü o uçağı düşüren füze bataryası her nerede ise 48 saat içinde imha edilirdi. Zaten bu mutekabiliyet ya da karşılık verme hakkını BM sana veriyor..

Derken sınır ilçeleri topa tutuldu, Allah’tan buna zayıfta olsa bir reaksiyon verildi. Top atışı yapılan Suriye bataryalarının konuşlandığı mevziler Türkiye tarafından top atışıyla karşılık verildi.

Derken Cilve Gözü sınır kapısında Suriye’den giriş yapan bombalı araç patlatıldı. Yine Türkiye sahipsiz olduğu imajı verildi. İşte asarız, yakarız tarzı hamasi laflar, hepsi o kadar..

Derken en acısı yaşanıyor, Reyhanlı İlçemizde 150-200 kiloluk patlayacılar yerleştirilmiş minübüsler, 15 dakika arayla infilak ediyor.. Onca kan ve gözyaşı.. Türkiye yine sahipsiz olduğu imajı verildi.

Nasıl?

Patlamadan 24 saat sonra uçakların kalkar, Şam’da Esad’ın kafasına iner..

Ama bunu yapacak ne silahlı gücümüz var, ne de diplomatik gücümüz var diyenler çıkabilir..

O zaman ben de onları şunu sorarım: ‘’Kardeşim kendine güvenmiyorsan niye bu meselede ortaya çıktın? Durduk yere Hatay ve diğer sınır illerimizi kaosun göbeğine niye soktun?..

ABD yardım edecek, NATO destek verecek, AB onaylayacak, Rusya ve Çin ‘peki’ diyecek ve Suriye’ye müdahale gerçekleşecekse; Türkiye bu denkleme niye girdi o zaman? Neden bu kaosu yaşadı? Binlerce mülteciyi neden kabul etti?

Türkiye kandırıldı, ABD’nin oyununa geldi ve maalesef çıkmaz yola girdi.

Gelelim Reyhanlı ilçesindeki zafiyete.. 50 kişinin ölümüne, 100’e yakın yaralanmaya neden olan patlamanın sorumluluğunu niye kimse üstlenmiyor? Önce İçişleri Bakanı, sonra Hatay Valisi, sonra Reyhanlı Kaymakamı güvenlik zaaflarını kabul edecekler ve istifa edecekler.. Kim yönetiyor bu ülkeyi arkadaş? Ben mi sorumluyum güvenlik açığından? Ha işte 900 Km. sınır hattı varmış, nasıl korunacakmış? Arkadaş bu işleri başından düşünecektiniz ve girmeyecektiniz bu siyasi poker oyununa..

Bir de şu kimyasal silah komedisi vardır.. Yahu insanlar kimyasal silahla öldürülürse kötü, normal silahla öldürülürse iyi mi? Böyle akıl ve mantık kurgusu hiç olur mu? Anlayın artık! Suriye’de değerli maden yok, öyleyse ölüm serbest..