22 Ocak 2013 Salı

Köylü üreticiye bir darbe daha..




Geçen hafta içinde Burdur'un Bucak ilçesi Ziraat Odası Başkanı Muzaffer Özdemir’in konuyla ilgili açıklması okudum.

 

Ne diyordu Sayın Başkan?

 

"Yasa gereği yeraltından sulama yapan sondaj sahipleri Isparta Devlet Su işlerine 1 Şubat tarihine kadar taahhütname imzalayıp göndermesi gerekiyor. Taahhütname imzalamayan sondaj kuyusuna su sayacı taktırmayan ve yeni ruhsat almayanların sondajları kapatılacaktır. Bu ekonomik koşullarda ve arazilerin daha bütünleştirme yapılmadan, bakanlığın düşündüğü arazi yapısal reformları yapmadan, yeni bir miras hukuku yasallaşmadan 6111 sayılı yasanın uygulaması zor görünmektedir. Bu kış gününde ve geçen hasat zamanında yeterli tarımsal ve hayvansal gelir elde edememiş çiftçinin tahmini 2 bin 500 TL masraf yapacak güç ve parası bulunmamaktadır. Köylünün çiftçinin çeşitli mevkilerde birden çok sayıda sondaj kuyusu bulunduğu düşünülürse imkansız hale gelmektedir"

 

Bucak/Uğurlu Köyü’nden bir arkadaşımın diyalog şeklinde aşağıdaki anlattıkları da eklenince yazı yazmak elzem oldu..

 

-Abi, bugün Isparta’ya gittim..

-Hayırdır, ne amaçla gittin?

-Abi, tebligat geldi, tarlasında sondaj olanlar gidip yeniden ruhsat alıyorlar..

-Allah! Allah! Neden ki?

-Abi, yeniden kayıt altına alınan ve ruhsat çıkarılan sondaja sayaç konacaktır.

-Yani ne olacak o zaman?

-Her yıl için dönüm başına su kotası gelecektir. Aştığın zaman ceza verilecektir. Atıyorum yaz boyunca dönüme 50 ton su haracanabilecektir. 51 ton oldu mu, ceza gelecektir.

-Peki, bu sayaçlar nerede?

-Abi, Burdur-Isparta şehirleri için bir yetkili satıcı vardır. Herkes sadece oradan satın alarak, tedarik edecektir.

-Peki, sana kaça mal olacak?

-Abi, kabaca ruhsat yenileme işi için 1.500 TL gider, 1.500 TL de sayaç için gider, toplam 3 bin TL harcanacaktır..

 

Şimdi benim yorum ve düşünceme sıra geldi..

 

Bir kere çok ayıp ediliyor.

 

Kime?

 

Üretici köylü kesime..

 

Yahu adamın ürettiği zaten yeterli para etmiyor, bir de üstüne üstlük ilave masraflar çıkartılıyor.

 

Burada kritik diğer nokta ise sayaç tedarikinin rekabette yoksun bırakılmasıdır.

 

Neden, sadece tek yetkili satıcı vardır? Herkes mecbur kalarak satıcının istediği fiyattan üretici köylüye sayaç satılması, ne demek oluyor? Bu çok yanlış bir yöntemdir.. Bir çok satıcı olmalı ve fiyat rekabeti doğmalıdır.

 

Diyelim ki bir köylünün 10 dönüm bir yerde, 5 dönüm başka bir yerde, 3 dönüm de başka bir yerde tarlası olursa; 3 ayrı sondaj için 3 ayrı ruhsat yenileme ve sayaç tedariki gerçekten üretici köylü için yıkım olur..

 

Bunun anlamı nedir?

 

Kardeşim! Üretim müretim yapma, köylerde kimse kalmasın, şehirlere gelsin, iş bulursa asgari ücretle çalışsın ve gıda ihtiyacını çarşıdan markette gidersin..

 

 


 

15 Ocak 2013 Salı

GSM hat sorgulama



https://hat-sorgulama.btk.gov.tr/

Cep telefonunuzun hattını sorgulamak için yukarıdaki linke tıklamanız yeterlidir..

İşlemler sırasıyla şöyle yapılmaktadır:

-Bu sistem, üzerinize kayıtlı GSM hatlarınızı sorgulamanıza imkan vermektedir.

-Bunun için TC Kimlik Numaranızı ve kendinize ait olan aktif bir GSM hattınızı kullanmanız gerekmektedir.

-Bu bilgileri girdikten sonra cep telefonunuza bir şifre gönderilecektir.

-Bu şifreyi istenen yere girerek sorgulamanızı tamamlamanız gerekmektedir.

-Bu siteden sadece kendinize ait GSM hatları sorgulayabilirsiniz.

Not: Kaynak BTK sitesidir..

12 Ocak 2013 Cumartesi

Ölü dirilir mi? Dirilirmiş..


Beyin hücrelerimizin en ücra köşesine kadar yerleşen algıyı söküp atmak o kadar kolay değildir..

 

Neydi o algı?

 

90 yıldır Kürt, Kürdistan gibi sözcükler ölüydü yani yoktu..

 

2013 yılında bize diyorlar ki öğrendiğiniz yalandı yani ölü değildi, yani geri dirildi..

 

Hadi ya, olur mu öyle şey desek de bombardıman devam ediyor..

 

Türkiye Kürdistan’ı diye bir yer varmış ve Sayın Abdullah Öcalan da Kürtlerin lideriymiş..

 

Bu nesil, bu hayatta, bu algıyı asla kabul etmez..

 

30-40 yıl geçer ve yeni bir nesil gelirse; ancak o zaman bu ölüyü, diri olarak kabul edebilir..

 

Ayrıca Kürtlerin aktörleri belli de Türklerin aktörleri kimlerdir?

 

Hani diyoruz ya, İmralı, BDP, Kandil, KCK, Kürt Diasporası karşısında sadece Erdoğan, Fetullah Gülen gibi aktörler mi var? Yoksa ilaveten başka aktörler var mı? Bence daha başka çok aktör vardır.

 

30 yıldır savaşın içinde yer alan şehitler ve gaziler baş aktördür, bunların aileleri ne der, nasıl der ve kime ne der, bilemem..

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran ‘Türk Milleti’ ne der, onu hiç bilemem..

 

Türk Milleti deyince kim bunlar?

 

Hani hem Müslüman hem de Türk Milliyetçisi olanlar ne der?

Hani hem Müslüman hem de Karadeniz’de yaşayanlar ne der?

Hani hem Müslüman hem İç Anadolu’da yaşayan Sünniler ne der?

Hani Aleviler ne der?

Hani Ege’de yaşayan efeler ne der?

Hani Trakya’da yaşayan Rumeliler ne der?

 

Ölüyü diriltmek olanaksız ise bu mesele de o kadar olanaksızdır bence..

 

İşte yol haritası, işte müzakereler falan derken daha can yakıcı maddeler gündeme gelince homurdanma çok yüksek çıkar. İmralı’ya televizyon vermeden bir şey çıkmaz ama Hakkari giderse cıngar çıkar..

 

5-10 milyon Kürt’ün, 40-50 milyon Türk’ü yok sayması anlamına gelecek her adım reaksiyon doğurur..

 

Bunun Türkçesi nedir?

 

Hakkari’ye hükmedemeyen Türkler, Kürtlere de İstanbul’u mesken ettirmez..

 

Sadece kültürel haklar verilsin diye başlayan süreç önce özerklik sonra bağımsızlık yolunda akar gider..

 

Örneğin Irak’ta ne oldu? Erbil civarında yoğunlaşan Kürtler önce özerklik sonra bağımsızlık yolunda hızla ilerlemektedir. Erbil’in başkent Bağdat’la bağı kopmuştur artık.

 

Aynı şekilde örneğin yönetim, eğitim-öğretim dili Kürtçe olan Mardin, Şırnak, Hakkari gibi illerin başkent Ankara’yla bağı eninde sonunda kopar.. Aynı zamanda Ankara’daki Kürtlerin de bağı kopar..

 

Bence gelecek nesillere sorunsuz ve iyi bir ülkeyi miras bırakmak istiyorsanız; görüşme müzakeresini al-ver yani kopma yönünde yürütün derim..

 

Madem savaş bitecek, madem barış gelecek, pürüz kalmasın, iş kökünden çözülsün.. Kazan-kazan modeliyle herkes yerini bulsun.. Atalarımız Balkanları vermiş, Kuzey Afrika’yı vermiş, Arabistan’ı vermiş, ha biz de Kürtlerin yoğun yaşadığı Güneydoğu Anadolu’yu verelim ve bu iş bir daha hiç açılmamak üzere kapansın..

 

Çoklarınız bu yazıyı okuyunca şok olacaksınız ve hakaretlerle mırıldanacaksınız..  Yaşamın geleceğini ancak cesur ve çılgın insanlar kurgular, aksine sıradan insanlar dünü ve bugünü söyler, konuşur ve oyalanır..

 

İsterseniz konumuzla ilintili ve çok bilinen bir hikayeyle tamamlayalım..

 

Zamanın birinde bir köylü ile yılan arkadaş, dost olurlar. Köylü yılana her gün süt götürmekte yılan ise ona hergün bir altın vermektedir. Maxicep.com - Bende evlat acısı, sende kuyruk acısı varken biz dost olamayız Onlarınki karşılıklı menfaat dostluğu ama olsun her ikiside karşılıklı birşeyler alıp veriyorlar yani birbirleninin hayatını kolaylaştırıyorlar. Paylaşımda bulunuyorlar. Bu karşılıklı alışveriş uzunca bir süre devam ediyor.Köylü bir gün hastalanıyor her gün götürdüğü sütü görüyemeyecek yılana, çağırıyor oğlunu yanına, bak oğlum bizim bahçenin yanındaki dut ağacının dibinde her gün bir yılan gelir, benim götürdüğüm sütü alır ve yerine bir altın bırakır.Ben bugün hastayım ve bu sütü sen götür ve yılanın verdiği altını getir der.


Oğlu babasının bahsettiği yere gider, sütü bırakır, ancak babasınada kızar çünkü babası o altını almak için hergün yılanı ziyaret etmekte ve süt götürmektedir her gün gitmekle olur mu? Kim taşıyacak hergün sütü öldür şu yılanı al altının tümünü der.
Sütü babasının dediği yere bıraktıktan sonra altını vermeye gelen yılana baltayla saldırır yılan kendini kurtarmak isterken aldığı balta darbesiyle kuyruğu kopar ve yılan can acısıyla oğlana saldırır ve onu sokarak öldürür.
Köylü bekliyor ki oğlu gelsin hemde altını getirsin ancak gelen yok, giden yok, oğlunun gelmediğini gören köylü hasta haliyle hemen bahçeye koşar. Birde ne görsün oğlu ölmüş, yılan acıyla ortalıkta kıvranmakta kuyruğunun yarısı yok vaziyette..


Her ikiside üzgündür köylüde evlat acısı yılanda kuyruk acısı.. Ancak zaman geçer birbirlerine yeniden ihtiyaçları olduklarını anlarlar. Çünkü yılan aç kalır, köylüde altınsız. Tekrar bir araya gelirler ve derler ki yine eskisi gibi dost olalım.

Köylü derki sen yine hergün altını ver, ben yine sütünü getireyim hergün.. Yılan kabul eder. Ne yapsın her ikisininde rızkı kesilmiştir. Mecbur yeniden dost olmayı deneyecekler. Köylü yine herzamanki gibi sütü götürür, yılanın verdiği altını alır.Bir kaç gün bu durum devam eder ama bir tuhaflık vardır.Her ikiside kendini kötü hissetmektedir. Çünkü köylü her gittiğinde yılanı görünce evladının acısını hisseder yılan ise köylüyü gördüğünde kopan kuyruğunun acısını. Köylü bakar ki bu durumu devam ettiremeyecek. Evlat acısı zordur.. Yılana döner: Kusura bakma! Bende evlat acısı, sende kuyruk acısı varken biz asla dost olamayız.

 

7 Ocak 2013 Pazartesi

PKK ile barış mı? Hani nerede?


AK Parti hükümeti, yeni bir başlangıç daha yaptı.

 

İşte İmralı’da PKK’nun kurucusu ve başkanı Öcalan’la MİT Başkanı görüşüyor, bir yol haritası hazırlanıyor ve düğmeye basılıyor..

 

İşte önce BDP’den 2 milletvekili (Ahmet Türk ve Ayla Akat) için İstanbul/Ataköy Marina’dan hızlı tekne kalkıyor, İmralı’ya gidiyor, Öcalan’la görüşülüyor, notlar alınıyor ve dönülüyor..

 

Bu arada A’dan Z’ye tüm çevreler ılıman mesaj veriyor, MHP dahil çok sert tepki çıkmıyor..

 

Sonra ne oluyor?

 

BDP Milletvekilleri ya hiç konuşmuyor ya da suya sabuna dokunmayan laflar ediyor.. CHP kredi açıyor ama AKP krediyi kabul etmiyor, gel ortak olalım diyor..

 

Önümüzde 3 ay vardır, hadi bilemedin 4 ay.. Ocak, Şubat, Mart ve Nisan ayları içinde Türkiye içinde bulunan takriben 2 bin silahlı gücün Kuzey Irak’a geçerse; bilin ki barış için en önemli eşik aşılmış olacaktır.

 

Peki, bu olabilir mi?

 

Çok zor.

 

Neden mi?

 

Sırasıyla sayalım: Suriye ortada dururken PKK’nın köşesine çekilmesi mantıklı durmuyor. Tüm Kürtlerin hamisi olarak kendisini gören örgüt; Suriye kolu PYD’yi yalnız bırakmak istemez.

Diğer yandan 1999 yılında çekildi ve çok kayıp verdi, aynı hatayı tekrar etmesi zor görünüyor.

Nihai savım: Çok önemli kazanım olmadığı müddetçe Kuzey Irak’a kimse gitmez.

 

Kişişel prensibimdir, en kötü olasılıkları hesap ederim ki hayal kırıklığına uğramam asgari düzeyde kalır. Eğer bu barış girişimi başarıya ulaşırsa; Tayyip Erdoğan, tarihe geçer ve mutlaka Nobel Barış Ödülü alır.. Tersi olursa düşünmek bile istemem ama işte o zaman felaket olur. Çünkü Habur skandalından sonra toplumda oluşan duygusal kopuş, bu kez pik yapar ve geri dönülmez yola girilir.. Olası başarısızlıkta hem Türkler hem de Kürtler bu barışın gelmeyeceğine dair kesin kanaata varırlar ve madem bu iş olmayacak; başımızın çaresine bakalım derler.. İşte burası çok tehlikeli varıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca yönetilebilen bir sorun artık yönetilemez noktaya sürüklenir ve maalesef iç savaş yaşanır..

 

Bu sürecin kesintiye uğramadan ilerlemesi için AKP ne yapıp edip CHP’yi içine katmalıdır. Çünkü Cumhuriyeti kurduğunu iddia eden kadroların yer aldığı CHP’siz bu sorun asla çözülemez. Hoş CHP içinde de tek ses yoktur, patırtı kütürdü şimdiden başlamıştır. Çünkü Genel Başkan Kılıçdaroğlu, ‘kredi açtık’ demesi bile bazı milletvekillerinin itirazına neden oldu.. CHP bu yüzden bölünme bile yaşayabilir.

 

Hadi size bir fıkra anlatayım..

 

4 tane üniversite öğrencisi, uyanamadıkları için matematik
finaline geç kalırlar ve okula gidince hocaya arabalarının lastiğinin
patladığını söylerler... Hoca ilk başta inanmaz ama öğrencilerinin
yalvarmalarına dayanamayarak, onları 3 gün sonra sınav yapacağını söyler.
Sınav günü gelince hoca, 4 öğrencinin hepsini bos bir salonun ayrı ayrı
köşelerine oturtur. Sınav geçme sistemi şöyledir: 100 üzerinden 50 puan alan herkes sınavı geçebilir... Hocanın hazırladığı sınavda ise ön sayfada 10'ar puanlık 4 tane basit matematik sorusu vardır... Bunları kolayca çözerler. Arka sayfada ise 60 puanlık 1 soru vardır:  "Hangi lastik patladı?"

Velhasıl pompalanan iyimser havayı bozmak istemem ama şu soruyu da sormadan edemem: PKK ile barış mı? Hani nerede?

 

5 Ocak 2013 Cumartesi

Emeklilere deli dumrul kesinti parası..




Bu çalışan emeklilerin bir gün yanacaklarına dair çok önceden bilgim vardı. 2013 yılı başlarken kazan-çöplek patladı artık.. İlk etapta 400 bin emekli feryat ediyor ve muhtemelen bu rakamın 500 bine çıkacağı yönünde haberler geliyor..

 

Neyse yaptığım araştırmalar ışığında yasanın dünden bugüne gelişine önce bir göz atalım..

 

İlk defa 1986 yılında 3279 sayılı Kanun ile emekli olduktan sonra sigortalı olarak bir işte çalışanlar için uygulamaya giren Sosyal Güvenlik Destek Primi uygulaması daha sonra, 08.09.1999 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 4447 sayılı Kanun’un 56. maddesi ile 506 sayılı Kanun’un 63. maddesinde yapılan bir düzenlemeyle % 24 olan Sosyal Güvenlik Destek Primi oranı, % 30 olarak değiştirilmiştir.. Bu prim % 7,5 işçi hissesi, % 22,5 işveren hissesi olarak kesilmekte ve ödenmektedir.

Ayrıca, 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu’nda, 4447 ve 5073 sayılı Kanunlarla eklenen EK madde ile (1) Bu Kanuna göre yaşlılık aylığı bağlananlardan, çalışmalarına devam edenlerin veya daha sonra çalışmaya başlayanların, sosyal yardım zammı dahil tahakkuk eden aylıklarından, çalışmalarının sona erdiği ay dahil % 10 oranında Sosyal Güvenlik Destek Primi kesileceği hükme bağlanmıştı. Bu % 10 oranı, 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’un geçici 14. maddesi ile kademeli olarak yükseltilmiş ve 2011 yılından itibaren % 15 olarak sabitlenmiştir.

 

Tamam, buraya kada yasal mevzuatı aktardık. Peki, biz ne anlayacağız bu düzenlemeden?

 

1986 yılından itibaren hangi kurumdan (Bağ-Kur, SSK, Emekli Sandığı) emekli olursanız olun; bordolu iş yerinde çalışdıysanız mesele yoktur, sizin haberiniz bile olmadan ‘SOSYAL GÜVENLİK DESTEK PRİMİ’ kesilmiştir. Amma 1986 yılından sonra herhang bir yılda serbest meslek erbabı olduysanız yandınız hem de çıra gibi.. Hani boş durmayayım bakkal, manav, emlak vs. dükkanı açarak kendi nam ve hesabına bağımsız olarak çalışayım dediyseniz SGK yakana yapışacaktır. İşin kötü yanı bu tür kamu alacaklarında zaman aşamı 10 yıldır. Anlaşılan 2002 yılından itibaren herhangi bir gün, ay, yıl bu tür faaliyette bulunduysanız kesinlikle devlete ödeme yapacaksınız..

 

Çıkacak ödeme miktarını ya toplu ya da taksitle ödeyeceksiniz. Bakın, bu konuda müjdeyi kim ve nasıl verdi?

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Sosyal Güvenlik Kurumu'na Sosyal Güvenlik Destek Primi borcu bulunanlara kolaylıklar getirileceğini açıkladı. Faruk Çelik, görüşülecek kanun tasarısıyla bu kapsamdaki emeklilerin borçları yeniden yapılandırılarak 36 aya kadar taksitlendirme imkanı getirileceğini ve TÜFE/ÜFE dışında gecikme faizinin uygulanmayacağını söyledi.

Ey emekliler, yatın kalkın Sayın Bakanımıza dua edin.. Ne güzel 36 taksit imkanı var, hem de TÜFE/ÜFE dışında gecikme faize olmayacak.. Ohhhh, Ohhh ne güzel yahu!

 

Bu konuyu geçen hafta içinde duydum ama pek oralı olmadım ancak bugün emekli bir vatandaşımızın haklı çığlığını duyunca yazmak mecburi ve elzem oldu artık..

 

Yıllardır ipçilik üzerine dükkanı olan vatandaşa geçen ay gelen tebligatla şok oluyor.

Ne diyor tebligatta?

10 bin TL’ye yakın ‘Sosyal Güvenlik Destek Primi’ borcunuz çıkmıştır, ya hemen toplu ödeyin ya da maaşınızdan kesinti yapılacaktır. Emekli maaşlarından devlet alacaklarının tahsilinde ¼ oranında kesme hakkı vardır. Vatandaşa bir sordum, bin ah işittim:

 

-Amcacığım geçen ay kaç para maaş alıyordun?

-Takriben 825 TL idi..

-Bu ay ne aldın?

-Amcam 510 TL aldım..

-Ne yaptın dükkanı?

-Aman, aman hemen kapattım, ben o kadar para kazanmadım ki laf olsun, muhabbet olsun diye açtım zaten amcam..

-Ben bu konuyu yazayım mı?..

-Yaz amcam yaz.. Yandık biz, derdimiz büyüktür.. Nerde yazıyorsun?

-Radikal Blog ve mahalli gazetede..

-Tamam amcam, muhalefet partisi de duysun ve gündem getirsin, biz çok mağdur olduk..

 

Bu yasanın amacı nedir?

 

Emeklinin istihdamı işgal etmesinin önüne geçilmesi kısaca çalışmasın amacı güdülmektedir.

 

Nerden biliyorum?

 

Malumunuz 2013 yılından itibaren emekli olanlar çalışmak isterse; ya emekli maaşını ya da çalışma maaşını tercih edecektir.

 

Diğer yandan SGK ödenek açığını kapatmak istiyor ya, ne yapalım, ne edelim derken kümesteki tavuklar akla gelir.. Maliye Bakanlığı iş yeri vergi levhası alanların listesini bilgisayardan çıkardı, SGK emekli olanların listesini çıkardı, halen hem vergi levhası olan, hem de iş yeri olan emeklilere, işte bu deli dumrul prim vergisi ortaya çıktı..

  

Sayın Bakan Faruk Çelik’e çare olarak sunduğum kişişel önerim şudur:

 

İlk etapta 1.000 TL’den aşağı emekli maaşı olanlar hemen bu yasadan muaf tutulmalıdır. Yahu vatandaşa zaten yeterli maaş vermiyoruz, bir de geçmişte niye çalıştın diye deli dumrul kesinti para istiyoruz.. Ayıp, ayıp hem de çok ayıp! Bu kadar az emekli maaşı alan vatandaşları pozitif ayrımcılığa tabii tutalım.. Bu insanlar çalışssınlar bari, böylece hem geçinsin hem de çoluk çoçuğunu okutsun..

Örneğin 800 TL emekli maaşı olan bir vatandaştan yüzde 15 yani 120 TL SGDP kesersen eline 680 TL kalır.. Bu vatandaş kişişel risk almış, iş yeri açmış, para kazanmaya çalışmış, bu insanın elinden 120 TL. almayalım derim..

 

Tabii, biz ne anlatırsak anlatalım, olay olacağına varır.. Hadi biraz gülelim bari..

 

Adamı, vergi dairesine çağırmışlar.. Yanında bütün defterlerini ve hesaplarını da getirmesini istemişler..

Adam korku içinde, mali danışmanına gitmiş ve sormuş:

- Vergi dairesine giderken nasıl giyineyim?. Ne tür bir izlenim bırakırsam, bana daha az vergi cezası keserler?

Mali danışman öğüt vermiş:

- En eski elbiselerini giy.. Yoksul, muhtaç bir görüntü ver ki, sana az ceza kessinler..

Adam güvenemeyip, bir de avukatına danışmış..

Avukat, mali müşavirin tam tersi bir öğüt vermiş:

- En yeni, en pahalı elbiseni giy.. Güvenli, kendinden emin bir görüntü ver ki, az ceza kessinler vergiciler..

Adamı bu öğütler tatmin etmemiş.. Aklına güvendiği, filozof bir arkadaşına aynı soruyu sormuş..


Bu akıllı arkadaş bir hikaye anlatmış.. Şöyle demiş:

- Bir gelin, zifaf gecesi ne giymesi gerektiğini bir arkadaşına sorar..
O da, gırtlağa kadar kapalı, koyu renk bir gecelik giymesini tavsiye eder..
Bir başka arkadaşı ise, dekolte, şeffaf bir gecelik giymesini söyler..

Vergi dairesine giderken ne tür bir elbise giymesi için arkadaşından öğüt bekleyen adam, bu hikayeyi dinledikten sonra, sorar:

- Zifaf gecesi ne giyeceğini bilemeyen gelinle, vergi dairesine giderken ne giyileceğini soran benim aramda ne gibi bir ortak yan var ki?

Adamın akıllı arkadaşı gülerek, izah eder:

- Ne giyersen giy, başına gelecek şey aynıdır..

2 Ocak 2013 Çarşamba

Neden MİT Müştaşarı Hakan Fidan hedef tahtasında?..


Nedenine girmeden kimler, MİT Müşteşarı Sayın Hakan Fidan’ı hedef tahsına koyuyor?

 

İlk sırada cemaat iddiası geliyor, ikinci sırada bürokratik oligarşi, üçüncü sırada Başbakan’ın dış muhalifleri (MOSSAD)..

 

Daha 1 yıl önce MİT Müşteşarı Hakan Fidan hakkında özel yetkili savcılıkca soruşturma kararı alınmıştı. Şu oldu, bu oldu, TBMM’den yasa çıktı ve Başbakan’ın iznine bağlandı..  Derken Suriye tarafından düşürülen RF-4 keşif uçağımızın soruşturmasını yürüten Malatya Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği, MİT Müşteşarı Hakan Fidan için tekrar soruşturma izni istiyor.

Kimden? Başbakan Erdoğan’dan..

 

Hadi 1 yıl önceki neyse (gerçi o da bir garabet ya) ama bugünkü olayla ilgili soruşturma izni istenmesine mantıklı bir açıklama bulamıyorum.

 

Neden mi?

 

TV-8 ‘Haber Aktif’ programında izlediğim ve internetten edindiğim bilgilere göre Genelkurmay Başkanlığı, yazılı olarak Malatya Cumhuriyet Savcılığı’na güya demiş ki ‘’Malatya Erhaç Hava Üssü’nden kalkacak olan RF-4 uçağına milli güvenlikle ilgili çok gizli bir görev vermiş MİT, tehlikeli olduğu söylenmesine rağmen MİT bu görevin icrasında ısrar etmiş, bundan dolayı da acı olay yaşanmış..’’

 

Bu ifadeler mantıklı mı? Hiç değil ama Şehit Pilot Teğmen’in ailesi adına konuşan avukatın sözleriymiş.. Hem televizyonda duydum, hem de internette okudum.. Şu ana kadar Genelkurmay yalanlamadı.. Neyse işte, bu yazılı belge üzerine savcılık MİT Müşteşarı hakkında soruşturma izni istemiş..

 

‘Uçak MİT’e bağlı değil’ bu bir, ‘gerekli güvenlik tedbirlerini almadan silahsız ve tek başına RF-4 keşif uçağı tehlikeli bölgeye niye gönderilir?’ bu iki, ‘gönderilirse bunun kararını MİT mi alır, Hava Kuvvetleri mi?’ bu da üç.. Soru çok ve mevzuu çok derin..

 

Biz geçelim bunları şimdi, dönelim asıl konumuza, başka kimler neden tahtasına MİT Müştaşarını koyuyor?

 

Bürokratik oligarşi..

 

Nedense baştan beri MİT Müşteşarlığı görevine Hakan Fidan’ın getirilmesini kabul edemeyen askeri ve sivil bürokrat kesim vardır.. Alışılmış ya, oraya ya emekli general gelir ya da emekli büyükelçi.. Pat diye 15 yıl Astsubaylık yapmış, sonra master, güvenlikle ilgili doktora tezi hazırlamış birisinin gelmesi bir türlü içe sindirilemedi.. Bir emekli generalin televizyon ekranından ‘bu iş yapamaz, bu iş için uygun olmaz’ mealinde laflar dediğini kulaklarımla duydum..

 

Üçüncü ve son cephe ise Başbakan’ın İsrail karşıtlığı MİT görevlendirilmesine de yansıdı.. MOSSAD için hiç hesapta olmayan ve hiç işbirliği yapmayan birisinin MİT Müşteşarlığı’na atanması tüm dengeleri bozdu.. Gizliden gizliye Hakan Fidan için cephe oluşturmaya, kafa bulandırmaya kısaca MOSSAD uzantıları vasıtasıyla manipülasyona devam edildi ve hala da ediliyor..

 

Hala aklımın ermediği ya da bir türlü mantıklı sonuca ulaşamadığım husus ise cemaat iddialarıdır.. Cemaat neden MİT Müşteşarı’nı hedef tahtasına koyuyor acaba?

Bu sorunun yanıtını bir türlü bulamuyorum..

 

Hadi biraz gülelim..

Yaşlı kadın bir gün doktora gider ve gaz sorunum var ancak çokta şikayetçi değilim çünkü ne sesi var, ne de kokusu.. Mesela şu ana kadar burada 20 kez gaz yaptım, siz de duymadınız..

Anladım hanım efendi, siz hele şu hapları alın, 1 hafta sonra tekrar görüşelim..

1 hafta sonra hızla ve öfkeyle doktorun kapısından içeri giren yaşlı teyze, ‘’neydi o haplar, artık gaz yapıyorum ama çok kötü kokmaya başladılar’’ der..

Doktor, tamam hanım efendi, burnunuz açıldı, bir de şu hapları alın kulaklarınız açılsınJ