29 Kasım 2011 Salı

Gizem Bera Yüksel çocuğumuza çok üzüldüm ya…


Gizem kızımızın videosu sosyal medyada günlerce konuşuldu, hani sınıfta başkan yardımcısı olarak arkadaşlarına verdi veriştirdi ya, biz de ağzı açık ayran delisi gibi izledik ya… Büyük amcalarının, ağabeylerinin asla cesaret edemeyeceği duygu ve düşüncelerini çırılçıplak anlattı ya… Sonra Kanal D’ye Beyaz şov’a katıldı, öğretmenin canlı yayına katılmasına izin vermeyen Bursa valisine fırça attı ya…

Maalesef 11 yaşındaki Gizem kızımıza nazar değdi yahu… Çok üzüldüm çok… Ablasıyla banyoya giriyor, doğalgazlı şofben gaz kaçırıyor ve 15 dakika içinde kızımız oracıkta ölüyor… Başta ailesine ve tüm sevenlerine sabır ve metanet diliyorum…


Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’den bomba açıklama…


Sayın Milli Eğitim Bakanımız bakın ne diyor?

Kamu yönetiminin geleneksel zafiyeti yüzünden açıkta kalan 264 bin öğretmene "Bu kadar öğretmene ihtiyacımız yok, yeteneklerine uygun başka mesleklere yönelsinler" tavsiyesinde bulundu.

Offf, yandı keten helva! Bu ne ya, bu nasıl siyasi deklarasyon…

Sayın Bakanımız aslında ne demek istiyor? Şimdiye kadar yanlış yapılmış, bu kadar öğretmen birikmiş, bu saatten sonra yapılacak bir şeyimiz yoktur, herkes başının çaresine baksın…

Olmadı Sayın Bakanım olmadı… Eğer sizin de içinde bulunduğunu siyasi iktidar 10 yıldır bu devleti yönetmiyor olsaydı; ehhh bir parça hak verirdim…

‘’Kamu yönetiminin geleneksel zafiyeti’’ 

Deyip; bu işin içinden sıyrılamazsınız Sayın Baknım… 260 bin öğretmen adayının üzerine bu yıl üniversitelerin öğretmenlik bölümünü kayıt yaptıran, geçmiş 3 yıldır okuyanları eklersek 400 bin civarında öğretmen adayımız vardır. Bunların karşısına geçip; ‘’kardeşim, okumasaydınız, seçmeseydiniz, bundan sonra kendinize yeni bir meslek bulun’’ demek hem ahlaklı değil, hem de rasyonel değil…

Sayın Bakanım, işin çaresi bellidir. ‘’Bu 260 bin öğretmeni bir şekilde mutlaka alacaksınız. Bu rakam eridikten sonra üniversiteler 10-15 yıl boyunca öğretmen adayı yetiştirmesin ya da ihtiyaç oranında yetiştirsin’’ dersiniz, iş biter…

Yapmayın Sayın Bakanım! 260 bin öğretmen adayımızı üzmeye, umutsuzluğa sürüklemeye ne sizin ne de bir başkasının asla hakkı yoktur… Hani hep deriz ya, gelecek nesiller onların eseri olacaktır. Ancak böyle mutsuz ve umutsuz yaparsınız; yetişecek nesil de mutsuz ve umutsuz olur…

28 Kasım 2011 Pazartesi

AK Parti’de Şamil Tayyar bombası…


AK Parti’yi yaklaşık 9 yıldır takip ederim. Genel başkan ya da lider odaklı bir siyasi partidir. Lideri ne derse o olur, aksi söylenirse muhtemelen aforoz olur… Çünkü siyasi partinin çalışma sistemi böyledir. İster beğenirsin, ister beğenmezsin…

Malumunuz geçen hafta içinde ‘Sporda Şiddeti Önleme’ ya da halk nezdinde nam-ı diğer ‘şike yasası’ paldır küldür TBMM’den çıktı. Sayın Cumhurbaşkanı Gül’ün onayı için köşke havale edildi. İşte bu 15 günlük inceleme süresi içinde beklenmeyen bir hamle geldi.

Kimden?

AK Parti Gaziantep Milletvekili Gazeteci, Yazar Şamil Tayyar’dan…

Ne yaptı?

Sayın Cumhurbaşkanı’na bir mektup gönderdi. Mektubu aynen aktarıyorum sonra başka yorum-düşüncem olacaktır.

Sayın Cumhurbaşkanım

Öncelikle sevgi ve saygılarımı sunarım.

Malum, 24 Kasım 2011 günü TBMM Genel Kurulu’nda tüm partilerin desteğiyle, Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’da değişiklik yapıldı ve son söz olarak makamınıza gönderildi.
Açıkça belirtmeliyim ki, Meclis olarak spordaki Ergenekon’a, İstanbul dukalığına ve spor mafyasına yenik düştük. Bir milletvekili olarak tüm Türkiye’den özür diliyorum.
Yıllarca “maç oynanırken kural değiştirilmez” dedik, ama bu değişiklikle maç bitmeden kuralı değiştirmeye kalktık ve devam etmekte olan Şike Operasyonu’na müdahale ettik.

Hala yanlıştan dönmek için vakit var. Maçta 90 dakika bitti ama uzatmalar oynanıyor. Son dakikada vereceğiniz kararla sonucu değiştirebilirsiniz.
Bir milletvekili değil cumhurun ferdi olarak zatı-ı alinizden hukukun evrensel ilkeleri ve toplumun hassasiyetlerini dikkate alacağınız umuduyla yazıyorum.

Eğer bu kanun yürürlüğe girerse;

1-Şahsa özel ve örtülü af çıkarılmış olur, devam etmekte olan Şike Operasyonu akamete uğrar.

2-Spordaki şike eylemi organize suç kapsamından çıkartıldığı için bundan sonra spor mafyasıyla mücadele artık imkansız hale gelir.
Ayrıca, üzülerek belirtiyorum, kanundaki ceza oranları yeni düzenlemeyle komik seviyeye çekilirken, bu durumu kamufle etmek maksadıyla kamuoyunu aldatıcı bir yola başvuruldu. Cezaların ertelenmesi, paraya çevrilmesi veya hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasının söz konusu olamayacağına dair madde eklendi.

Hukuktan azıcık nasibini almış herkes bilir ki, sanıklar, suçun işlendiği tarihteki ceza hükümlerine göre yargılanırlar. Sanık, eğer ileride lehte düzenleme yapılırsa bundan yararlanır, aleyhteki düzenlemeden etkilenmez. O nedenle, Şike Operasyonu’nda tutuklanan şüpheliler, ceza indiriminden yararlanır ancak erteleme hükümlerinden etkilenmezler. Bu durumda şike şüphelileri, 2 yılın altında ceza alırsa bir gün bile cezaevine girmezler. Maalesef, yeni kanunu hararetle savunan spor lobisinin meclisteki temsilcileri, erteleme hükümlerini bir marifet gibi ballandırarak anlatıp kamuoyunu aldattılar.
Yeni Anayasa gibi en hayati konuda bir araya gelemediğimiz bir dönemde, şikeciler için jet hızıyla böyle bir kanunun çıkarılması kamu vicdanında derin yaralar açmıştır.
En hassas terazi olan vicdanınızın sesine uyacağınız umuduyla sevgi ve saygılarımı sunarım.

26 Kasım 2011.

Şamil TAYYAR

Gelelim düşüncelerime… Sayın Vekille neredeyse aynı noktadayım…

Yalnız keşke bu karşı çıkışı geçen hafta TBMM’de görüşme öncesi ve sırasında yapsaydı; işte o zaman gerçek ‘cesur yürek’ unvanını hak ederdi…

Tabiri caizse ‘mal batıya kaymış’ yani yasa çıkmış, artık ah, vah demenin manası olmuyor ve de sanki kamuoyuna popülist mesaj verilmesi amaçlanıyor…

Bu çıkışı AK Parti lideri nasıl karşılar? Bence kapalı kapılar ardında bir hesaplaşma görülür, artısı-eksizi kantara çıkarılır, dışa yansıması ise uzun zaman alır…

Ben daha Sayın Cumhurbaşkanımızın bir yasayı uygun görmeyip geri çevirdiğine tanık olmadım. Olduysa bile günahını almayalım, benim bilgim yoktur… Gündemi bu kadar sıkı takip ederken gözümden kaçtıysa ne ala…

Hal böyleyken meşhur ‘şike kanununu’ geri çevirmesi yüzde 1 bile olasılık değildir. 4 partinin altına imza attıkları bir kanun tasarısının Sayın Cumhurbaşkanı tarafından geri çevrilmez ve onaylanır kanaatindeyim… Ama Sayın Cumhurbaşkanı 15 günlük inceleme süresini sonuna kadar kullanabilir…

Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçimi


Cumhurbaşkanlığı seçimi nasıl ve ne zaman olacak, bilen var mı?

Herkesin bihaber olduğu konuyu şöyle biraz deşeleyelim ve son 4 yıla bir gidelim…

Anımsarsanız takvim yaprakları 28 Ağustos 2007 gününü gösterirken yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminin üçüncü turunda 339 oy alarak Türkiye Cumhuriyetinin 11. cumhurbaşkanı Abdullah Gül seçildi.

Nisan-2007’de başlayan Cumhurbaşkanlığı seçim tartışmasında; 367 milletvekili şartı, anayasa mahkemesi, CHP, AKP, Sabih Kanadoğlu, Erkan Mumcu, Mehmet Ağar ve 22 Temmuz genel seçimleri, temel öğeler olarak tarihe not düşülmüştür.

21 Ekim 2007 günü ‘Cumhurbaşkanının halkoyu ile seçilmesini’ öngören, anayasa değişikliği referandumla kabul edilmiştir.

Buraya kadar kısaca özet yaptık. Esas muamma bundan sonra başlıyor. Çünkü 2007, 2008, 2009, 2010, 2011 yılları bitiyor ama nedense ‘’Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu’’ bir türlü TBMM’de görüşülemiyor, bir türlü resmi gazetede çıkamıyor, bir türlü kesinlik kazanamıyor…

Milletvekilleri, vatandaşlar soruyor şimdi: "Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin ne olduğunu, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ne zaman yapılacağını nereden ve kimden öğrenebiliriz"

Yanıt ise hele bir bekleyin…

İyi de ‘Cumhurbaşkanlığı süresi’ referandumla değişen anayasa maddesi gereği 5 yıl olacaksa seçimlere az bir süre kaldı. Yok, 7 yılsa daha 2 yıl daha vardır…

Kesin olan şudur: Ya 2012 yılında ya da 2014 yılında Cumhurbaşkanı seçimi yapılacaktır. Düzenleme yapılırsa tarih kesinlşeiecektir.

Peki, niye bu kadar kritik oluyor bu cumhurbaşkanlığı seçim düzenlemesi?

Çünkü 5 yıl kararı verilirse Sayın Cumhurbaşkanı Gül, tekrar aday olabilecek, yok 7 yıl olursa; bu kez aday olamayacak…

Anlayacağınız hesaplar, kitaplar çok karışık… Bir türlü karar verilemiyor.

Neye karar verilemiyor?

Sayın Cumhurbaşkanı Gül’ün 5 yıl daha yapması mı yoksa Sayın Erdoğan’ın 5 yıl süreyle adaylığı mı? Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı olursa AK Parti ne olacak? Başına kim geçecek?

Neyse sıradan bir vatandaş olarak soruyorum: Sandıkta oy kullanacağım Cumhurbaşkanlığı seçimi ne zaman olacak? 

25 Kasım 2011 Cuma

Tümgeneral Mustafa Bakıcı firar etmiş, iyi de etmiş…



Malumunuz internet andıcı davasında hakkında yakalama kararı bulunan Tümgeneral Bakıcı, izne ayrılarak ortadan kayboldu. Anlaşıldı ki emekli olup yanına aldığı 300 bin TL nakitle Kuzey Irak üzerinden Rusya'ya gittiği belirlendi.

Çok da iyi etti bence…

Niye mi?

Arkadaş, tutuklanırsa; suçunu öğrenemeden yani savunma bile yapamadan, yani iddianameyi görmeden en az 1-2 yıl yatacak, sonra en az 5-6 yıl dava sürecek, etti mi 7-8 yıl…

8 yıl sonra çıkar gelir; ‘’neydi benim suçum’’ der, yargılanır ve hukuki karşılığı neyse neticesine katlanır. Amma beraat eder, amma ceza yer…

Neden peşin cezaya razı olsun? Tutukluğun cezaya dönüştüğünü artık beşikteki (beşikte kalmadı ya:)) çocuktan tutun, havadaki uçan kuş bile söylüyor…

‘’Bazı dönemler hukuk, iktidarların fahişesidir.’’ 

Kim demiş?

Ünlü Rus devrimci ve kolektif anarşizmin teorisyeni M. A. Bakunin (1814-1876) was a well-known Russian revolutionary and theorist of collectivist anarchism.)

Sözü bu arkadaş kullanmış, ama pek de yalan olmamış…

Sözün anlamı nedir?

Hukuk, yaz-boz tahtasına döndürülür, duruma göre yorum yapılır, şahıslara göre kanaat oluşturulur, yani kılıfına uydurulur…

Sonra işte hukuk, işte adalet diye önümüzü koyarlar, yersen yersin, yemezsen işte böyle General Bakıcı gibi firar edersin…

Odatv falan çok ağır eleştiri getirmiş Bakıcı’nın firar etmesine… Ama ben kesinlikle katılmıyorum… Benim bildiğim halen firari olan Ergenekon sanığı eski AK Parti Balıkesir Milletvekili Turan Çömez var, başka? Bir de Eski İstanbul Belediye Başkanı, yine Ergenekon davası sanığı Bedrettin Dalan var….

Her gün oturum olmasına rağmen 6 ayda biter denen Ergenekon davasında neredeyse 6 yıl oldu, daha bir arpa boyu yol alınmadı…

Önce tutuklayıp sonra delil toplanan hukuk sisteminde işte böyle davalar yıllarca sürebilir… Oysa adil olan davanın tek oturumda, hadi bilemedin 2 (iki) oturumda bitmesi gerekir. İktidar cephesinde kimse de adaletin hızlı tecelli etmesi için en ufak gayret ve çaba göstermiyor…

Ha bu arada kızmaca yoktur, çünkü bende hasıl olan duygu ve düşünceler böyledir. İster katılın, ister katılmayın, yazıya yansıması da budur.  

22 Kasım 2011 Salı

Bedelli askerlik AK Parti’ye bedeli olur mu?


Önce konuyu bir kısaca özetleyelim… 30 yaşından 1 gün bile alan erkek TC vatandaşı, 30.000 (otuz bin) TL yatıracak ve askerliğini yapmış olacak… Hele dövizli askerlikte yaş sınırı da kalktı, 10.000 (on bin) Euro yatırır ise Türkiye’ye bile gelmesine gerek kalmadan teskeresi adresine gönderilecek…

Şimdi gelelim, özel analizime… Gelecek yıllarda bir kere Yurtdışı ayağıyla dövizli askerlik olayı tabiri caizse kurumsal hale gelir. Yani varlıklı ailelerin çocukları 20 yaşını doldurduğu zaman otomatik olarak yurtdışına gider, 3 yıl çalışıyor ve yaşıyor gösterilir, 10 bin Euro ödenir ve 23 yaşında askerliğini yapmış olarak Türkiye’ye döner… Bundan iyisi Şam’da kayısıdır arkadaş::))

1982 doğumlu ve daha yaşlılar 30 bin TL’yi cebe katacak, askerlik şubesine gidecek, para cepten çıkacak, aynı cebe teskere konacak… Bundan iyisi can sağlığıdır arkadaş::)))

Çıkacak yeni yasa öncesi dövizli askerlik hizmetini 21 gün süreyle Burdur ilinde yapılırdı ve şehir esnafına ve iktisadi etkinliği önemli oranda katkısı vardı. O da Burdur için hayal oldu yani bitti… Şimdiden şunu söyleyebilirim: Burdur il merkezinde bir çok esnaf batar, kapanır ve dükkan kiraları düşer…

Genelkurmay Başkanlığı da iktidarın çıkaracağı bedelli askerlik yasasına psikolojik zemin hazırlıyor… Ne yapıyor? Bedelli askerlik açıklamasından 1 gün önce Türkiye’de mecburi askerlik hizmetini ifa eden personel toplamı 465,197 olduğunu söylüyor… Yani bedelli çıksa bile personel sıkıntımız yoktur demeye getiriyor…

Gelelim ideolojik düşünceme… Kapitalizm’in, modern dilimizde daha sık kullanılan Liberalizm’in en temel literatürü şudur: Parayı veren düdüğü çalar… Paran varsa; yaşın kaç olursa olsun yurtdışı ayağıyla askere falan gitmem diyebilirsin… Param var ama Türkiye içindeyim… Ben ne yapacağım diye sorarsanız; canım sizde 30 bin TL yatırdın mı, askerlik işlemi tamamdır…

Yazıklar olsun adalete, eşitliğe… Bir ülkenin nimetlerinden en çok yararlanan kesim askerlik yapmıyor, nimetlerden en az yararlanan kesim mecburi askerli yapıyor… Böyle düzen, böyle sistem olur mu, arkadaşlar…

Yunanistan, İtalya örneklerinde demokrasinin ne kadar sahte olduğu kanıtlanmıştır. Demokrasi için halkın ekseriyet oyuyla iktidara gelen siyasileri bile paranın gücü karşısında boyun eğiyor ve tıpış tıpış iktidarı teknokratlara teslim ediyor.. Sevsinler demokrasiyi ve halkın seçimlerini…  Hepsi yalandır! Gerçek olan küresel sermayedir! Gerçek olan paranın gücüdür!

Hem mecburi askerlik, hem paralı askerlik demokrasinin, hukukun ve sosyal adaletin varlığında bahsedilen bir ülkede mümkün değil olamaz… Ama oluyor, oldu bile…

Son sözüm: Bedelli askerlik AK Parti’ye bedeli olur mu? Türkiye’de yaşayan sıradan bir vatandaş olarak savım odur ki mutlaka bir bedeli olacaktır. Türkiye nüfusu 70 milyon ise yüzde 1’e bile tekabül etmeyen 400 bin kişiye özel bedelli askerlik yasası çıkartan bir iktidara mutlaka bir seçim bedeli ödettirilir. Ama 2014’de Cumhurbaşkanlığı seçiminde, ama 2014 yerel seçimlerinde ama 2015 genel seçimlerde önüne bir fatura konacaktır, kanaatindeyim…

20 Kasım 2011 Pazar

İnternet filtresi mi yoksa sansürü mü?…


Anımsadığım kadarıyla internet içeriğine müdahale projesi 22 Ağustos 2011 tarihinde uygulanacaktı ki kamuoyu tepkisi, kanaat önderlerinin itirazı sonucunda 3 ay ertelendi. Derken 22 Kasım 2011 tarihine geldik ve uygulama hayata geçecektir.

Anlamadığım 22 Ağustos 2011 öncesi muhalefet edenler şimdi derin bir sessizliğe gömüldüler, acaba neden?

Bu konuya Yurtsan Atakan Bey, sürekli değiniyor, gündemde tutmaya çalışıyor ama herkes kayıtsız kalıyor…

Kamuoyu algısı tahminimce şu noktadadır: Ya hele şu filtre-sansür sistemi uygulansın, hatalı tarafı olursa; o zaman sesimizi yükseltiriz ve düzeltiriz…

Neyse gelelim benim düşünceme… Filtre de dense külli karşıyım… İnternet özgürlüğüme tecavüz sayarım. Neden? Sonsuz bilgi alış-verişinin yapıldığı internete bu devlet eliyle müdahaledir.

İyi de kardeşim, bu internetten çocuklarımızı nasıl koruyacağız?

Bununla ilgili sayısız özel yazılım mevcuttur. Bu konuda kaygısı olan aileler bilgisayarına özel koruyucu yazılımları yükler, zararlı sitelere çocuklar böylece giremez ve korunur…

Bu işi devlet eliyle yapılsa ne olur?

Girmesin abi, çünkü bilemeyiz, neyi filtreleyecek, neyi filtrelemeyecek… Yarın bir gün devlet kızar, google, twitter, facebook bile siteler bile filtrelenebilir…

Benim derdim, internet özgürlüğüne zeval gelmesin… İnsanlar rahatsız olduğu konuyu kendisi çözsün… Devlet bu konuya müdahil olmasın abi…

18 Kasım 2011 Cuma

Adnan Oktar Hoca, valla çok yaşar çok…


Adnan Oktar Hocayı, Beyaz TV’de, 16 Kasım 2011 Çarşamba akşamı canlı yayında, 17 Kasım 2011 Perşembe akşamı banttan Med-Cezir isimli programın tekrarını izledim…

Hemen ilk izlenimlerimi paylaşayım…

Adnan Hoca, bir kere çok zekidir. Diğer cemaatlerden önemli farkı ise Türk-İslam doktrinin ısrarla savunmasıdır… İlginç bulduğum ise direk, bodoslama fikir ve düşünce yansıtma yöntemidir.

Neyse esas yazımın başlığını anlamlandıran diyaloglara sıra geldi…

Adnan Hoca, program moderatörü, ünlü Gazeteci-Yazar Nagehan Alçı konuşuyor.

Şimdi gelelim diyaloglara:

Nagehan Alçı: Çok güzel kadınlarla program yapıyorsunuz, onlara iltifatta yapıyorsunuz, neden?

Adnan Hoca: Siz mesela çok güzelsiniz benim için… Güzel bir insanla karşı karşıya olduğumda benim içim açılıyor. Yani hakikaten, söyleyeyim elektrik alamayacağım, güzel görmediğim insanla konuşurken sıkılıyorum.

Nagehan Alçı: O yüzden mi sizin etrafınızda çok güzel insanlar var, hem kadınlar hem de erkekler?

Adnan Hoca: Eşyalar güzel, yiyecekler güzel, kıyafetler güzel, müzik güzel, etrafımda her şey güzel…

Nagehan Alçı: Ama Allah’ın her yarattığını sevmek gerekmez mi?

Adnan Hoca: Onların ahlakı güzelse severim ama çirkinse çirkin olur, yalan ve çok ayıp olur, çirkinse güzel demek hakaret olur…

Nagehan Alçı: Peki, sizin televizyon programınıza güzelden ziyade son derece cüretkar kıyafetlerle program yapan hanımlar var, bu İslam’a aykırı olmaz mı?

Adnan Hoca: İslam’a aykırı diye diye bu hanımları uzak tuttular, bu da bir politikadır, yani Türkiye’nin yüzde 70-80’ni açıktır kadınların…

Nagehan Alçı: Siz örtünmeye teşvik etmiyor musunuz kadınları?

Adnan Hoca: Ben ayeti söylerim ama baskı yapmam. Mesela çarşaflı kız arkadaşlarım var, başörtülüler de var, onları da yayına çıkartıyorum… Ben çarşaflı hanımları da, başörtülü hanımları da, dekolte hanımları da savunuyorum… Onları ben ezdirtmem yobazlara…

Nagehan Alçı: Programda dekolte hanımları mı tercih ediyorsunuz?

Adnan Hoca: İşte hepsi var, çarşaflı bir tek benim televizyona çıktı.

Nagehan Alçı: Yaklaşık etrafınızda 300 kişi var, cemaat diyeyim size?

Adnan Hoca: Arkadaş grubu…

Nagehan Alçı: Benim gördüğüm kadarıyla etrafınızda çirkin hiç kimse yok. Siz seçiyor musunuz? Fiziğini beğenmediğiniz birine sen gelme diyor musunuz?

Adnan Hoca: Ben gelme demem ama genellikle güzeldir etrafımdaki insanlar…

Nagehan Alçı: Nasıl oluyor?

Adnan Hoca: Ben seninle konuşmam demem ama ben özellikle sizle programa çıkmak istedim. Çünkü siz güzel insansınız.

Nagehan Alçı: Çok teşekkür ederim…

Adnan Hoca: Hem çok zekisiniz hem de çok çok güzelsiniz…

Nagehan Alçı: Ben güzel olmasam sizin karşınıza oturamayacaktım. Bu adil bir tavır mı?

Adnan Hoca: Eğer bu suçsa ben bu suçu işliyorum. Ben güzel insanla konuşurum…

Programda aklımda kalan diğer ilginç notları sıralayayım…

-Taha Akyol’un oğlu Mustafa Akyol’a sitemkar göndermeler yapıldı. Daha önce Adnan Hoca’nın talebesi olduğu, sonradan ayrıldığı… Hatta Mustafa Akyol telefonla bağlanmak istedi ama izin verilmedi…

-Cüppeli Ahmet Hoca ile aralarının pek iyi olmadığı açıktır. Bu arada Cüppeli Ahmet Hoca hakkında bir video mu, film mi neyse yayından kaldırılmasını Adnan Hoca sağlamış…

-Adnan Hoca, Ergenekon tutuklusu Tuncay Özkan ile emniyetçi Adil Saçan’ın yalancı tanıkla tezgah kurduklarını, ayak baş parmağına cereyan verilerek işkence yapıldığını iddia etti…

-Yanında duran birinin, kendisinin verdiği fikirlerle iş ve ticaret yaptığını, çok zengin olabildiğini söyledi…

-İsrail’de, mason localarında en sevilen İslami şahsiyetin Adnan Hoca olduğunu, çünkü Müslümanlığın dışlayıcılığı kabul etmediğini buna karşın Hitler’i, Marksist-Leninist fikirleri hiç sevmediğini, dünyada Darwin teorisini kendisinin çürüttüğünü, iddia etti…

-55 yaşında olduğu, içki ve sigara içmediği, imam veya resmi nikahı olmadığı, gelecekte de düşünmediği…

-2023 yılına kadar Türkiye’nin Balkanlardan, Ortadoğu ve Aysa’da çok büyük ve güçlü devlet olacağını söyledi…
 
İyi de bu yazının başlığı nerden kaynaklandı diye sorabilirsiniz… İşte tam da oraya geldik.

Valla Adnan Hoca, çok yaşar çok… Çünkü hep güzellerle istişare ediyor, güzellerle teşviki mesai yapıyor, güzel evlerde ikamet ediyor, güzel eşyalar kullanıyor, yaşamında asla çirkin hiçbir şeye yer vermiyor… Daha ne olsun çok yaşaması için…

17 Kasım 2011 Perşembe

Yeni doğan meşhur şike yasası ameliyata alındı…


Tarih: 03 Ekim 2011
Başbakan Yardımcısı ve hükümet sözcüsü Sayın Bülent Arınç, AK Parti Manisa İl Başkanlığı’nda düzenlediği basın toplantısında ‘değiştirilmesi istenen 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin önlenmesi ile ilgili şike yasası’ için bakın neler dedi?

Biz bu kanunu oynamak için yapmadık, uygulansın diye yaptık. Uygulamaya gelince birtakım sıkıntılar olduğu söylenerek geri adım atılmak isteniyor. Kulüp başkanları Meclis'e geldi; Sayın Bahçeli ve Kılıçdaroğlu'nu ziyaret ettiklerini biliyorum. Kendilerinin desteğiyle çıkardığımız kanunun, biraz da mahçubiyetle değiştirilmesini istediler.
Uygulama safhasına yeni girmiştir. Eksiklikler ortaya çıkarsa sonraki süreçte değerlendirilir. Şike olaylarının soruşturulduğu bir zamanda, 'Bu kanunu değiştirin.' taleplerini şahsen olumlu bulmam. Bu talepleri masum ve haklı bulmuyorum.

Bence de çok güzel bir ifadedir! Özellikle Liberal görüşlü yazarlardan Sayın Arınç’ın bu konuşması büyük destek aldı. Ancak gel zaman, git zaman, aradan 44 gün geçiyor ve takvim yaprakları 16 Ekim 2011 gününü gösteriyor. Ne oluyor bakın şimdi?

Şike ve teşvik pirimine uzun süreli ağır hapis cezaları öngören 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin önlenmesiyle ilgili kanunun 6 maddesinde değişiklik yapılması ile ilgili kanun değişikliği tasarısı TBMM’ye sunuldu. Kulüpler Birliği tarafından hazırlanan değişiklik taslağı TBMM’da grubu bulunan dört parti tarafından olumlu bulundu. Parti Grup başkanları Nurettin Canikli (AKP), Emine Ülker Tarhan (CHP), Mehmet Şandır (MHP) ve Hasip Kaplan (BDP)’ın ortak imzalarıyla TBMM’ye gönderilen tasarı, 6222 sayılı yasanın 11, 13, 14, 15, 16 ve 23 maddelerinde değişiklik öneriyor.

Ne oldu şimdi Sayın Arınç? Sizin partinizin de içinde bulunduğu grupların ortak kanun teklifine ne diyeceksiniz?

AK Parti’den TBMM Başkanvekili Sadık Yakut, ne diyor?

"Yasa çıktıktan sonra eğer cezalar bu şekilde indirilirse kim olursa olsun hakim karşısına çıktığı anda hemen tahliye edilebilir. Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin kim olursa olsun isim önemli değil. Tutukluluk süresi verilen cezanın infaz süresini karşılar. 3 yıl ceza alan ve 6 ay yatan adamı hemen bırakırlar"

2-3 hafta içinde çıkması beklenen bu yasayla; Metris'te tutuklu bulunan gibi isimler en geç Ocak'ta tahliye olacaklar.

Hayırlı olsun, vatana millete…
Burada bazı sorulara dikkat çekmek isterim:
Birincisi Sayın Aziz Yıldırım, bu yasanın çıkmasında birileriyle anlaşma yaptı mı?
Yasa çıkarsa Fenerbahçe Başkanlığını bırakacağını deklare etti mi?
1 ay öncesine kadar şiddetle karşı çıkan iktidar kanadı AK Parti’nin nasıl ikna edildiği?
Basına ve kamuoyuna yansımayan perde gerisinde görüşmeleri, müzakereleri kiminle ve kimler yürüttü?
Bana kızmayın ama Liberalizm’in temel ilkesi yine çalıştı. Parasal güç yasaların duruma ve konjonktüre uygun değiştirilmesini talep edebilir ve yerine getirilebilir… Oysa ‘’uzun tutukluluk’’ konusunda AB, AİHM, Liberal, Ulusalcı yazarlar sürekli gündeme getirir, değiştirilmesinde herkes hemfikir olurken; şu zamana kadar hızlı sonuç alınamıyor… Niye?
14 Nisan 2011 tarihinde çıkan yasa, daha uygulaması bile görülmeden 7 ay sonra paldır güldür nasıl değiştiriliyor? Takdir ve daha derin yorum-analiz sizlerindir…

CHP ve geleceği…


CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Zaman gazetesine verdiği röportajda özetle neler söylemiş?

Varan-1
Dersim katliamının sorumlusunun devlet ve o dönemin CHP iktidarıdır.. Mustafa Kemal Atatürk'ün katliamdan haberdar olmamasının mümkün olmadığını, çünkü "Bu dönem boyunca izlenen bütün politikalarda Atatürk devletin başındadır.
Varan-2
"Öcalan'la yapılan görüşmeler çok değerlidir ve bu sürecin yeniden başlaması gerekir. Ama örgütün de silah kullanmayacağını inandırıcı bir şekilde topluma ve hükümete anlatması lazım. Birbirimizi öldürmeden konuşmalı, çözüm aramalıyız. Hükümet aslında görüşmeler yaparak, müzakere yaparak bu iradeyi ortaya koydu. O yolun devam etmesi gerekir"
Varan-3
"Ergenekon diye bir gizli örgütün, yapılanmanın olduğunu biliyorum", operasyonun başlamasıyla yasadışı eylemlerin bittiğini, bölgede faili meçhullerin neredeyse durma noktasına geldiğini, "Veli Küçük'lerin tutuklandığı dönemi olumlu bulduğunu", "Derin devlet ve gizli kontgerilla çekirdekleri felç oldu. Gerçekten kontgerillanın tasfiyesinin, derin devlete son verme adımı olarak görüyordum"

Sonra CHP Samsun Milletvekili Haluk Koç,
Mersin Milletvekili İsa Gök,
Antalya Milletvekili Gürkut Acar,
Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz,
Afyonkarahisar Milletvekili Ahmet Toptaş,
Antalya Milletvekili Yıldıray Sapan,
Antalya Milletvekili Arif Bulut, 
İstanbul Milletvekili Nur Serter,
Balıkesir Milletvekili Nedret Akova TBMM’de ortak basın toplantısı düzenledi.
Okunan bildiriye Antalya Milletvekili Osman Kaptan,
Aydın Milletvekili Metin Lütfi Baydar’ın da telefonda destek verdikleri belirtildi.

Özetle ne dediler?
"Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü 1920-1940 arasındaki dondurulmuş bir zaman dilimine hapsederek o tarihteki dünya koşullarından soyutlayıp kimi kez hakarete vararak insafsızca eleştirenler kervanına CHP’den, içimizden birilerinin de katıldığını gördük"
"En başta Sayın Genel Başkanımız olmak üzere CHP organlarını bu konuda tavır koymaya ve gereğini yapmaya davet ediyoruz"

Tamam, şimdi geldik benim geleceğe dair incilerime…

CHP öyle de, böyle de bölünmeye mahkumdur. Baykal ağzıyla yapılan açıklama tezimin işaret fişeğidir. Muhtemelen eski genel başkan adayı CHP Samsun Milletvekili Haluk Koç, bu projenin lokomotifi olacaktır. Kurultayda Baykal destekli genel başkan adaylığının ilk adımıdır. Bu gidişat ya da süreç 30-40 milletvekilinin CHP’den kopmasıyla sonuçlanır. Sonra sol cenahta kendini konumlayan ve tarif eden, evrensel sosyal demokrasiyi benimseyen yeni bir oluşum kaçınılmaz olacaktır.

CHP konusunda şahsi düşünceme daha önce paylaştım. Tekrar etmekte yarar görüyorum…

CHP’ye ve Mustafa Kemal’e yapılabilecek en büyük ve en yararlı iyilik ise siyaset sahnesinden çekilmesidir. Eski CHP binası müze haline getirilmeli ve sevabıyla günahıyla tarihe bırakılmalıdır. Atatürk sever, Atatürkçü düşünce gibi dernekler elbette varlığını sürdürmelidir ya da sürdürecektir. Esasen Mustafa Kemal bir siyasi partinin ana figürü olmaktan çıkarılmalıdır. Böylece her partinin ortak kurucu lideri ve düşünce adamı olarak saygın yerini almalıdır. Demokrasiye geçiş döneminde bizzat-i Mustafa Kemal’in kurduğu CHP, siyasi misyonunu tamamlamıştır.   

CHP adına gelecekteki tehlikeyi görüyorum ve uyarıyorum. Mevcut siyasi konjonktür sürdüğü müddetçe CHP için tehlike çanları çok yüksek volümlü çalmaktadır. Bu siyasi yapı devam ederse; ilk darbeyi 2014 yerel seçimlerinde yiyecektir. CHP, İzmir dahil büyükşehirlerin hepsini kaybedecektir.

Çare ise Sayın Genel Başkanın şimdiden tekrar aday olmayacağını hemen açıklamalıdır. Yapılacak ilk kurultayda CHP adının değişmesi ve evrensel sosyal demokrasi programının ideoloji olarak kabul edilmesidir.

Ha bunlar olur mu? Olacak gibi gözükmüyor. O halde ben de olabilecekler üzerine düşüncemi paylaşmaktan geri duramam… 

16 Kasım 2011 Çarşamba

AK Parti ve ifade özgürlüğü…


Kim ne derse desin Liberalizm’in temel ilkelerinden olan ‘İfade Özgürlüğü’ ya da ‘Düşünce Özgürlüğü’ 2011 yılı Türkiye’sinde de bir şekilde yaşama geçirilmiştir. Hele ‘Vicdani Ret’ konusunu tartışmaktan çıkarıp yasallaşması için Adalet Bakanlığınca hazırlık yapılması yazı başlığımın zirvesidir…

Legal alanda olmak kaydıyla bir muhalif olarak ne biliyorsan, ne düşünüyorsan kolayca ve rahatça düşünebiliyorsun, söyleyebiliyorsun hatta yazabiliyorsun…

Çok uzağa gitmeyeceğim. Lokal olarak Burdur ili Bucak ilçesinde gördüklerim, duyduklarım ışığında birçok konuda bazen fotolu, bazen videolu yazılarımla muhalefet şerhini koyuyorum; istisnalar hariç herkes memnun kalıyor.

Daha ilginç olan ise Bucak ilçesi AK Parti Teşkilatı’nın önde gelenlerinden bir şahıs bizzat bana şu cümleyi kurmuştur:

‘Ömer Bey, sizin yazılarınızdan çok memnunuz. Çünkü icra yapmada, yanlışın hızlı giderilmesinde; sizin yazılarınızı yukarıya ‘koz’ olarak kullanıyoruz.’

Elbette, bu denge durumunda iktidar memnun, muhalefet memnun…

Daha iyiye gitmemiz için övgüye dair yazı beklemeyin benden… Hani ortalama 100 yazı yazarsam 90’nı muhalif olur, sadece 10’u övgü olur…
Çünkü toplumun, iktidarın muhalife de ihtiyacı vardır.

Son söz: Bundan 10 yıl önce sohbet anında bile ağza alınmayacak; ne kadar konu varsa tartışılıyor, konuşuluyor, en doğrusu nedir, bulunmaya çalışılıyor…

Dip not: Halim Bey de, sağ olsun! Bucaklılar adına muhalif olarak bana bu alanda köşe vererek; yazılarıma yer veren Akça Gazetesi’ne de şükran borçluyuz…
  
Ömer ÖZDAMAR
Bucak-BURDUR

12 Kasım 2011 Cumartesi

Van depremi ve utanç…


7,2’lik Van depremi evlerimizi yıktı, duygularımızı yaktı ama 5,6’lık deprem maalesef hepimizi utanç duvarının altında bıraktı…

Japonya’dan yardım için kalk gel, 5,6’lık deprem enkazında kal ve hayatını kaybet… Bu olmaz ya, bu olamaz ya…

Büyük depremden 17 gün geçmiş, 40 küsur yıllık otel binası ağır hasar almış, duvar ve kolon çatlakları kameraya kayıt edilmiş, Van’a yardım için gelen konukların, gazetecilerin, televizyoncuların kalabileceği güvenli yer olarak gösterilmiş, sonra 5,6’lık hayalet fay 15 saniye sallamış ve bizim 5 katlı güvenli otelimiz yerle bir olmuş…

Van’daki hasarlı binaları belirlemek için yabancı mimar, inşaat mühendisi mi arayacağız arkadaşlar?

Böyle basit bir işlemi beceremeyen liyakatsiz insanlar mı doldurmuş kamuyu acaba?

Mesela ben ne inşaat mühendisiyim ne de mimarım… Bana bu görevi verseler, ‘’7,2’lik depreme maruz kalmış, 40 küsur yaşındaki binaya hiç bakmam bile, hemen yıkılsın, yerine yenisi yapılsın’’ derim…

Japon kadıncağızdan ben bir sıradan vatandaş olarak ‘çok özür diliyorum’ çünkü basiretsiz, beceriksiz devlet bürokrasisi yüzünden kadıncağızı enkaz altında bıraktık…

Ben görevli olsam; ilk yapacağım iş ne olur?

Toplu yaşam alanlarını kontrol ederim. Mesela okullar, mesela hastaneler, mesela oteller, mesela dershaneler… Sonra evlere bakarım…

Kim sorumlu abi bu işte?

1. derecede sorumlu o oteli kontrol eden ve girilebilir diyen yetkili, yok eğer kontrol edilmediyse; o ilin en büyük mülki amiri 1. sorumludur…

2. sorumlu ise imar iskan bakanlığıdır…

İktidar, ne zamandan beri hiç böyle olay ve gelişmeler karşısında bu kadar vahim derecede çuvallamamıştı.

Çok kötü olan; Türkiye’ye yaklaşık 9 bin km. uzaklıktan yardım ve destek için gelen Japon kadınları koruyamadık, güvenliğini sağlayamadık… 

7 Kasım 2011 Pazartesi

Kapitalizm eleştirisi ve 3.yol arayışı…


Günümüzde Kapitalistlerin en büyük savunma silahı çöken Sosyalist sistemdir… Atıyorum, işte adalet, eşitlik gibi kavramları Kapitalizm eleştirisi içinde kullandığınız zaman duvara çarpmış gibi Sovyetler Birliği, Bulgaristan örneklemeleriyle size aynen iade olunur ya da bumerang gibi geri dönülür… 

Kapitalizmin en büyük güç kaynağı yalnızlığıdır. Mukayese edilecek başka bir sistemin yaşadığımız 2011 yılında olmayışıdır. Meydan bomboştur. Öyle olunca, ne yapılırsa yapılsın rıza gösterme zorunluluğu hep karşımıza konmaktadır.

Meselenin düğüm noktası ise üretim-para diyalektiğinin çözümüdür ya da anlaşılmasıdır.

Kapitalizmin alt edilmesinde en büyük handikap; insanlığın üretmesi karşısında ne alacağı, ne kazanacağı sorusuna makul, mantıklı yanıt bulunamamasıdır.

Bence bu yolda çıkmaz sokak; hala soruları ve yanıtları kapitalizm felsefesi içinde aranmasıdır.

Başka sistem arayışı, bambaşka bir felsefesinin yolunu bulmaktan geçmektedir… İnsanlığın, günümüzde daha mutlu olmasını sağlamak için mevcut liberalizm içinde arayışı, sadece beyhude bir çabadır.

Bence Karl Marx’ın Sosyalizm felsefesi dışında başka bir Anti-Kapitalizm modeli 3.yol bulma arayışı insanlığın vazgeçilmez ihtirası olacaktır.

Bu arayışı maskeleyen, örseleyen dünyamızın hakim sistemi olan Kapitalizmin ta kendisidir. Bırakın sistem arayışını, başka bir söze bile tahammülü olmayan Kapitalizm etkileme, engelleme, büyüleme gücüyle insanlık maalesef baş başadır…

Kol veya beyin gücünü sadece asgari ücretle, sermaye sahibi müteşebbis için çalışan bir insanın, bir gün zengin olabileceği umudu var olduğu müddetçe; Kapitalizm de hep var olacaktır…

18., 19., 20. Yüzyıl geçti, 21. Yüzyıl da Kapitalizmle geçer mi? Geçebilir ama arayışlar biraz daha hız kazanabilir…

Belki 22. Yüzyılda yeni insanlık arayışı somutlaşabilir. Şundan eminim ki yeni ekonomi ve yaşam felsefesinde PARA olmayacaktır. Yeryüzündeki halen 7 milyar insanın yaşadığını biliyoruz. Muhtemelen 22. Yüzyılda 10 milyar olacağını varsayarsak; yeni arayışta en azından açlık olmayacaktır. ‘Başka neler olabilir?’ sorusunun yanıtı, tamamen sizin felsefi hayal gücünüzün kullanımına kalmıştır. 

Bedelli askerlik olamaz…


Bedelli askerlik konusunda nihai görüş ve düşüncemi açıklamadan önce etraflıca şablonu ortaya koyalım…

AB ülkeleri içinde, mecburi askerlik hizmetini halen sürdürenler: Avusturya, Güney Kıbrıs, Danimarka, Estonya, Finlandiya ve Yunanistan.

AB üyesi ülkelerden 17′si 1990 sonrası dönemde zorunlu askerlik uygulamasına son vermiş ve tamamen gönüllü profesyonel askerlerden oluşan ordular kurmuşlardır. Almanya ise, zorunlu askerlik uygulamasına Temmuz-2011 itibariyle son vermiştir.

NATO üyesi ülkeler arasında mecburi askerlik hizmeti olanlar: Danimarka, Estonya, Norveç, Türkiye ve Yunanistan.

Türkiye’de ise askerlik hizmeti, 1111 Sayılı Askerlik Kanunu ve 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu çerçevesinde farklı statülerde yerine getirilmektedir.
Dört yıl ve daha fazla süreli yüksek okul mezunlarından yedek subay adayı olarak seçilenler için 12 ay olan bu süre, aday olarak seçilmeyenler için erbaş ve er olarak altı aydır. Bu şartları taşımayan diğer tüm erkek ve sağlıklı T.C. vatandaşları için zorunlu askerlik süresi ise erbaş ve/veya er statüsünde 15 aydır.

Peki, şablonun ayrıntılı renklerine bakalım şimdi…
Askerlik hizmetinin bedelli olarak yerine getirilmesi uygulaması, 1987, 1992 ve 1999 yıllarında üç defa uygulanmış ve bu uygulamadan 1987 yılında 18.433, 1992 yılında 35.111 ve 1999 yılında 72.290 kişi istifade etmiştir.

Şablonun son renk tonları verelim mi? Bedelli askerliği bekleyen ünlüler kimlerdir?
“Recep İvedik” tiplemesiyle tanınan 31 yaşındaki ünlü oyuncu Şahan Gökbakar,
Kenan Doğulu(37),
Yalın(31),
Kutsi(38),
Gökhan Özen(32) ,

Murat Dalkılıç,
Murat Boz,
Kıvanç Tatlıtuğ,
Tolga Karel,
Sarp Apak,
Tolgahan Sayışman,
Mete Horozoğlu,
Burak Özçivit.

Peki,  ilerleyen yaşlarına rağmen askerliğini bu insanlar nasıl yapmıyorlar?
Bir kısmı yurtdışında ikameti tercih ederken, bazıları da üniversite eğitimi gerekçesiyle askerliğini tecil ettiriyor.

Gelelim ne sual ettiğim, ne düşündüğüm hususuna…
Hükümet, ana muhalefet bedelli askerlik konusunda neredeyse ağız birliği etmişçesine ortak hareket ediyorlar. Ama hiç kimse beni bu konuda ikna edemez bu bir…
Neden?
1111 Sayılı Askerlik Kanunu orada durduğu müddetçe çıkacak bedelli askerlik kanunu, anayasanın eşit vatandaşlık ilkesini kesinlikle ihlal etmektedir hatta tecavüz etmektedir. 5 ile 10 bin dolar arasında bir bedelle; oh be ne rahat hayat bazıları için…

Bilin, bakalım, 35 yaşını doldurmuş askerliğini yapmamış kaç kişi var?
Sıkı durun şimdi! Tam tamına 200 bin kişi… Hele bu yaş 30’a inerse 500 bin kişi vardır herhalde…

Bu iş neye benziyor? Alavere dalavere köylü Mehmet sen askere…

Tamam, şuna varım: Mecburi askerlik kaldırılsın, kim kaça yaparsa yapsın, kim nereye giderse gitsin… Başka türlüsü kesinlikle gizli ya da açıktan vicdanları kanatır dostlar…

Köydeki, kasabadaki, illerdeki benim garibanım; 20 yaşına ayak basar basmaz bağlı olduğu askerlik şubesin gider, muayene filan derken elinde bir kağıtla ilk eğitim birliğinde soluğu alır…

Bunun aksine muhtemelen 1-2 milyon kişi ise 20 yaşını doldurdukları halde ‘yok daha okul devam ediyor, yok ben yurtdışında çalışıyorum, yok şu oluyorum, yok bu oluyorum’ derken askerlikten bir şekilde yırtıyor…

Benim garibanım, benim yoksulum, zaten aklına bile gelmez bu tür alavere dalavere işler… Gelenekleri, yaşadığı toplumun baskıları sonucunda kınalar yakılarak kışlaya kuzu-kuzu gider… Buna karşın Rasim Ozan Kütahyalı Beyimiz, askerlik yapmamıştır ama ekranlarda askerlik ile ilgili bir ağız dolusu laf eder…

Ha bana sorsanız; kimse askere gitmesin, ya da isteyen gitsin, istemeyen gitmesin, ya da başka bir usulle askerlik süresince kamu işleri yapsın…

Benim derdim ise ilkedir. Kimse bana zorunlu askerliği emreden 1111 sayılı askerlik kanunu dururken ‘bedelli şöyle gereklidir, şöyle yararlıdır’ diye sakın karşıma gelmesin ve hikaye anlatmasın…

Arkadaşlar, bedelli askerlik kapitalizm düsturlarından olan paranın gücüdür, halkımızın gözlerinin içine baka-baka tam bir yalan komedisi oynanmaktadır ve süslü bir kandırmacadır…

Son sözüm: Günümüz Türkiye sisteminde bedelli askerlik; parası olanlara uydurulmuş usturuplu bir kılıftır…

4 Kasım 2011 Cuma

Yunanistan Başbakanı hem kendine hem de Yunanlılara yazık etti…


Fotoya baktım, baktım, baktım… İnanın! İnsan olarak çok üzüldüm. Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu, ellerini öne bağlamış, boynunu sola bükmüş, ne söylenecek diye bekleyen çaresiz insan portresi çizmiş…
Karşında Almanya Başbakanı Merkel, elinde okuduğu evraklar, rahat duruşu, karşısındakini umursamaz hali, ne söylesem diye bekleyen demir leydi portresi çizmiş…  

Düşmanım bile olsa Allah! Ne kimseyi, ne de bir halkı böyle çaresiz, müşkül bırakmasın…

Aslında fotonun tercümesi şudur: Fakir-parasız birisinin, zengin-paralı birisi karşısında ne hale düştüğünün hazin resmidir…

Yunan halkını temsil eden bir başbakan, başka bir halkı temsil eden başbakan karşısında bu hale asla düşmemelidir.

Peki, ne olmalıydı? Bundan sonra ne olacak?

1. seçenek:
Yapması gereken halkını arkasına alıp; Almanya ve Fransa bloğuna rest çekecekti, 200 milyar Euro borcu ödemeyecekti, AB’den çıkacaktı, kendi para birimi Drahmi’ye dönecekti, 10 yıllara dayanan yeni bir ekonomi kalkınma programı yazacaktı, mal ve hizmet üreten bir ülke haline gelecekti…

2.seçenek:
Yunan halkından özür dileyecekti ve istifa edecekti…

Olmadı, olmadı, olmadı…

Peki, bundan sonrası ne olacak?

Hem PASOK hem de Papandreu için çok daha çetrefilli geçecektir. Yunan halkı asla o fotoğrafı affetmez. Lideri olduğu partisi PASOK, tarihinin en ağır seçim yenilgisi mutlaka alacaktır, Papandreu’nun siyasi hayatı kesinlikle bitecektir…

Peki, Yunan halkına ne olacak?

Fakirleşecekleri neredeyse kesindir. En az 3 yıl yoksul yaşayacaklar…

Bu yaşananlar, bize geçmişte söylenen bir doktrini kökünden yıkmıştır. Hani dindar kesim AB için Hristiyan kulübü olarak adlandırırdı ya, işte birbirine kollarlar, yardım ederler söylemini bence çürüdü…

Ne çürüttü?

PARA…

PARA için her ülke kendi çıkarını düşünür, kısaca ‘PARA için babam olsa tanımam, PARA’nın dini imanı yoktur’ felsefesini Almanya, Fransa kaba bile olsa her platformda uygulamaktadır ve bundan sonra da uygulayacaktır.