28 Ağustos 2011 Pazar

Deniz Feneri davası ve CHP’nin var olma davası…



CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Deniz Feneri Derneği davasına ilişkin düzenlediği basın toplantısında aynen şunları söyledi:

Konuyu şahsen incelediğim, araştırdığım için biliyorum çok ciddi delillere dayanıyor. Kaldı ki ayrıca ortada mahkeme huzurunda yapılmış itiraflar da var. Gelin görün ki, daha dava açılmadan hükümeti bir sancı tuttu. Ne kadar eğdiler büktülerse de dava açılmasına mani olamadılar. En sonunda dün, mahkemeye bakan savcıların görevine son verdiler. Dünyanın hiçbir hukuk devletinde böyle bir şey olamaz. Yürümekte olan bir davaya iktidarlar bu şekilde müdahale edemezler. Ederlerse kamu vicdanı ayağa kalkar. Neden korkuyorsunuz Sayın Başbakan, neyin açığa çıkmasından korkuyorsunuz? Deniz Feneri Derneğiyle ilgili bir şaibe henüz açıklığa kavuşmamışken, bir şaibe de hükümet eliyle yaratılmıştır.
Hükümetin bu paniği bu telaşı hayra alamet değildir. Turpun büyüğü heybede duruyor. Tedarikçi firmaları kimdir? Bu firmalardan hangi fiyatlarla mal alınmıştır? Bu firmalarla Dernek yöneticileri arasında nasıl bir ilişki var? İşin arkasında daha başka kimler var? Millet adına hepsinin aydınlatılmasını istemek demokrasinin, uygar olmanın, ahlakın temel kuralı değil midir? Sayın Erdoğan’ın bu tür olaylarda kullandığı bir cümle var. “İşin ucu kime çıkarsa çıksın, nereye dokunursa dokunsun üzerine gideceğiz” Ama Deniz Feneri olunca hayır... Peki, Sayın Erdoğan bu olayda işin ucu acaba size mi dokunuyor?
Kanal 7’ye aramayı kim haber verdi?
CHP
liderine göre Deniz Feneri davası nedeniyle yargıya açık bir müdahale sözkonusu:
Şimdi sormak gerekir; hani Türkiye bir hukuk devletiydi? Hani yargı bağımsızdı? Bu ülkede Başbakan’ın ahbaplarına dokunulamıyorsa ne hukuk vardır, ne de yargı bağımsızlığı... Ben iddia ediyorum; bundan böyle hiçbir savcı Başbakan’a selam vermiş birine dava açamaz, hiçbir hakim ceza veremez.
Bu sadece bir rejim sorunu değildir. Bu aynı zamanda bir medeniyet, bir uygarlık sorunudur. Dolayısıyla bu olup bitene münferit bir olay gözüyle bakamazsınız, bakmamalıyız da... BBu olay, AB İlerleme Raporlarına kadar girmiş bir olaydır. Çünkü Avrupa’da bu olay “yüzyılın yolsuzluğu” olarak adlandırılmaktadır.Bu olayın ortaya koyduğu bir diğer gerçek de Sayın Başbakan’ın çağdaş uygarlığın adamı olmadığı gerçeğidir. Kendisini hukukun da, yargının da üstünde gören bir Başbakan, 21. yüzyıl Türkiye’sinin Başbakanı olamaz.
İşin bir de öbür yüzü var. Sayın Başbakan ve Sayın Adalet Bakanı bu işe neden burunlarını soktuklarını kamuoyuna açıklamalıdırlar. Ben şimdi bize gelen duyumları Sayın Başbakan’a soruyorum; vaktiyle Deniz Feneri Derneği üzerinden oluşturulan fonlarla bir ilişkiniz var mıydı, yok muydu? Bir bilginiz var mıydı, yok muydu? Savcıların görevden alınmasının, davanın sanıklarından birisinin bir şeyler yapılmazsa konuşacağı tehdidiyle bir ilgisi var mı, yok mu? Kanal 7’de arama yapılacağını Kanal 7’ye bildiren köstebek kim? Bu, size çok yakın çalışan bir çalışma arkadaşınız mı? Savcıların görevden alınmasının arkasında bu gerçeklerin ortaya çıkmasından duyduğunuz telaş mı var? Bu yüz kızartıcı suçu işlediği ileri sürülenlerle ne tür bir kader ortaklığınız oldu ki, davayı açıkça ört bas etmeye çalışıyorsunuz?

İddialar bunlar… Valla yenilir yutulur cinsten değil ama… Ne yazılı ne de görsel medyada hak ettiği oranda ve değerde yer bulmadı…

Hele görevden alınan savcının yaptığı açıklama daha vahimdir. Mealen ne diyor? Soruşturmayı ve telefon dinlemesini bir kamu görevlisi haber veriyor. Tam onun ifadesine alacaktım ki görevden alındım…

Normal demokrasi işleyen başka bir ülkede bu skandal hükümeti sallar. Ana muhalefet olan CHP maalesef yemin krizinden sonra kamuoyu nezdinde inandırıcılığını, güvenirliliğini tamamen yitirmiştir. CHP şu anda en az 5 parçaya ayrılmıştır. Silivriciler, Baykalcılar, Önder Savcılar, sol-sosyal demokrasi kimlikle siyaset yapmaya çalışanlar ve bir de kafasına göre takılanlar…  Tüm bu hengame içinde ipi elinden tamamen kaçırmış CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu vardır. CHP Genel Başkanı ve MYK’sı şeklen vardır ama fiilen yoktur…

Neden mi?

Bakın bazılarını sayıyorum:

CHP Ankara İl Başkanlığı olayı bir skandal,

CHP Antalya İl Başkanlığı atama yapılamıyor ve neredeyse 2 aydır boş, tam bir skandal,

CHP Sakarya İl Başkanı ve yönetimi istifa ediyor, aynı il başkanı tekrar atanıyor, koca Sakarya’da başka bir CHP’li bulunamıyor, dev bir skandal,

CHP Antalya-Serik İlçe Başkanı’nın yenilir yutulur olamayan basın açıklaması yapıyor, artık ilçeler bile CHP Genel Merkezine isyan bayrağı açtıysa bu iş tartışmasız bitmiştir.

CHP Kırşehir Merkez İlçe Yönetimi genel merkezi suçlayarak istifa ediyor…

Daha çok var da sayfalar saymaya yetmez…

Bir partinin kendisi darmadağın olmuşsa; söylediklerine artık bu saatten sonra kim dinler, kim dikkate alır arkadaşlar…

Hele CHP içinde bir grup var ki yatağı yorganı Silivri’ye atmış, sanki başka hiç meselesi kalmamış gibi siyaset yapıyorlar…

Hani CHP içinde ideolojik kavga verilse; yine umutlu olacağım. Hani parti Kemalist çizgiden asla sapmayacak mı yoksa sosyal demokrasinin evrensel ilkeleriyle mi siyaset yapacak? Maalesef böyle bir kavga da yoktur. Sayın Genel Başkan, herkesi kucaklayacağım derken herkese kaybetmiştir. 
Sayın Genel Başkan, yol yakınken lütfen ayrılın artık!  

Ana muhalefet böyle olunca sıradan bir vatandaş olarak deniz feneri davasında yaşanlar sonrası abi artık ne yargının bağımsızlığında söz edebiliriz, ne de bundan sonra bağımsız kalabileceğinden… Yandık ki ne yandık…

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Bürokrasi… Güler misin, ağlar mısın?


Bugün tapu işim vardı. Neyse sabah erkenden sıramızı aldık. Evrakları verdik ve beklemeye koyulduk…

Tam bu sırada ileride bir kapı, üstünde A4 kağıdına yazılmış, yapıştırılmış iki (2) tane ilginç yazı vardır.

İlk yazı büyük harflerle aynen şöyledir: PERSONEL HARİCİ SERVİSE GİRİLMEZ!

Ehhh normal karşılanabilecek bir ikaz yazısıdır.

Ama hemen altında yine büyük harflerle bakın ne yazıyor?

GİREBİLİR MİYİM DİYE SORULMAZ!...

Şimdi ne diyeyim bu lafa? Hani nezaket gereği kapıya vurup ‘’Girebilir miyim?’’ sorusunu bile duymak istenmiyor…

Arkadaş! O zaman vurun kilidi kapıya kimse girmesin! Rahat çalışma ve hizmet verme adına ilk yazı tamam ama 2.yazı ise en hafif tabirle abesle iştigal etmiş… Bence kaldırılsın!

Gelelim diğer gözlemime… Güler misin, ağlar mısın?...

Ramazan ayı boyunca askerlik şubesi karşısında bulunan çay ocağına neredeyse 1 aydır özellikle öğleden sonraki saatlerde çay içme, sohbet, sigara molası için gidiyorum.

Ne gördüm?

Hani ‘’30 Ağustos Zafer Bayramı’’ için 2 dakikalık çelenk koyma töreni var ya… Neredeyse 1 aydan beri 2 askerin elinde bir çelenkle prova yapılıyor. Yahu alt tabanı çelenk koymak, askerin hiç başka işi gücü yoktur mudur? Ben olsam; 27 Ağustos günü çelenk koyacak asker belirlerim, gösteririm ve iş biter… Yahu arkadaş başında bir görevli, 2 askerin elinde bir çelenk 25 gündür prova çalışması yapılır mı?…  

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Issız Adam Filmi…



Yahu ben biraz demode insanım galiba… Bir sürü reklamını duydum ve seyrettim, bir sürü de blog yazıldı, bir sürü sohbet konusu oldu ama nedense ‘’Issız Adam’’ filmini merak edip izlemedim. Nihayet bu gece izledim.

Beni sürekli okuyanlar bilir ki hep kısa cümleler kurarak meramımı anlatırım ancak bu filmin bendeki yansımalarını çok ama çok uzun cümleler kurarak hatta devrik ya da bozuk sayılabilecek cümleler kurarak anlatmaya çalışacağım.

Çocukluk yıllarımda aşırı film hastası olmam münasebetiyle genel olarak izlediğim Türk filmlerinin hele aşk ve romantizm konulu filmlerin nasıl bir sonla noktalanacağını sanki senaryosunu kaleme almış gibi öngörü ya da tahminde bulunabilirim. Daha filmin başlama müziği ile hemencecik anladım ki bu film normal ya da beklenen bir sonla bitmeyecek ki öyle de oldu…

Alper ya da namı diğer Issız Adam; yalnızlığın acılarına, sahiplenmenin red edişi arasına sıkışmış, çok kalabalık gibi görünen dünyasında aslında hiç kimsenin bulunmadığı bir insan portesi çizmektedir.
Issız adam tipi insanların en belirgin özellikleri ise etrafındakilere karşı son derece merhametli, cömert olmasına karşın kendisine karşı da bir o kadar merhametsiz ve acımasız olmalarıdır.

Filmde belki az vurgulandı ama Issız adam karakteri taşıyanların filimama (Aşırı anne-sever/bu tabir bana aittir.) olduğu bir gerçektir. Bu tür insanlar annelerini hiç kimseyle paylaşmaz. Aslında talihsiz Ada’nın en büyük hatası ıssız adamın annesiyle çok yakın ve samimi duygusal bağ kurmasıdır. Bence ölümcül hata budur.

Issız adamlar hep hayalleriyle yaşarlar, bazen bu hayallerini başkaları üzerinde de yaşarlar…Sanki kendi hayalleri gibi kabul ederler ya da varsayalar… Mutlu bir çiftin varlığı kendi mutluluğu gibi yine hayali sevinir…

Issız adamlar, cinselliği hoyratça, çeşitlendirerek, en önemlisi satın alarak yaşamayı tercih ederler...
Neden mi?

Para kazanmayı yalnız başına becermiştir. Para kazanmanın hatta bol para kazanmanın verdiği özgüvenle cinselliği de satın alabileceğini düşünür ya da varsayar…

Haliyle ıssız adamın aşkı da işte böyle beklenmedik bir sonla biter. Elbette çokları için normal ötesi hatta olağanüstü duygu karmaşası yaşamasına neden olabilir ama bana göre bu durum sürpriz değildir.

Issız adamların hayalleri, duyguları, davranışları en önemlisi yaşam akışları farklı ve öngörülemez olmaları bir yerde onları gizemli ve ulaşılmaz yapar.

Issız adamlar, normal halleriyle (şarhoş hali hariç) söylemek istediklerini asla dışa vuramazlar, içe dönük olurlar ve hep kendisiyle hesaplaşırlar…
Hakikaten ‘’Issız Adam’’ filmi çok hoşuma gitti. Çünkü sıradışılığı ve ayrımsamazlığı beğenmem için en temel noktaları oluşturmaktadır.

Artık ıssız adam filminin yazısını da film içinde yer alan bir şarkının sözleriyle son vermek elzem oldu…

Sevilirken bilmedin mi?
Ben söylerken gülmedin mi?
Falımızda hasret var, ayrılık var demedim mi?

Anlamazdın anlamazdın,
Kadere de inanmazdın.
Hani sen acı veren kalpsizlerden olamazdın?
Dilerim ki mutlu ol sevgilim,
Ben olmasam bile hayat gülsün sana.
Günahım boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda.

Kalbim bomboş kaldı sanma,
Acılar geçer zamanla.
Aşka tövbe demem ben,
Görürsün sevince yeniden.

Anlamazdın anlamazdın,
Kadere de inanmazdın.
Hani sen acı veren kalpsizlerden olamazdın?
Dilerim ki mutlu ol sevgilim,
Ben olmasam bile hayat gülsün sana.
Günahım boynunda, ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda.

Ömer Özdamar

19 Ağustos 2011 Cuma

PKK biter mi?



Asla PKK bitmez…

Neden?

Çünkü deyip keşke bir cümleyle söyleyebilseydim… Yine de kısa ve öz izah etmeye çalışayım…

Hani en son araştırmalara göre Türkiye seçmenlerimizin yüzde 65-70 oranında sağ cenahta yer aldığı açıklandı ya… Bu yüzden 50 yıl dahi geçse CHP tek başına iktidar olamaz tezini anlattım ya… Bu bir…

İkincisi ise hiç aklımdan çıkmaz!

Nedir?

Beyaz TV’ye katılan ve Ağrılı olan Eski CHP PM Üyesi Sayın Savcı Sayan’ın 12 Haziran 2011 genel seçimleri değerlendirilmesinde söylediği oy oranları ve oy dağılımları…

‘’94 bin AK Parti, 81 bin DTP (Bağımsız) ve 4 bin CHP’’

Gerçi Savcı Bey, AK Parti neden çok oy alıyor, CHP neden az oy alıyor denklemini tartıştı ama… Bence esas gözden kaçan başka bir nokta vardı: Hadi varsayalım, AK Parti hizmet vermiş oy almış, CHP, siyasetini anlatamamış az oy almış… Peki, DTP destekli bağımsız aday neden AK Parti kadar oy almış?

Gelelim 3.şıkka… Bugün sosyal medya Twitter üzerinden bir twit okudum. Aynen şunu diyordu:

Diyarbakırda veya başka yerde BDPye oy verenler bir MADRİD yürüyüşü yap(a)mazlarsa TERÖR BİTMEZ...

Çok doğru ve isabetli bir düşüncedir bence… Ancak derin paradoks, işte tam da burada yatıyor. Kamuoyunda yaygın kanaat şudur ki PKK askeri kanat ise BDP siyasi kanattır. BDP ile PKK arasında organik ya da inorganik bir bağ olduğu kesindir. Zaten defalarca bu yüzden parti kapandı…

Yüzde 70 oy oranıyla Diyarbakır Belediye Başkanı kim seçildi? BDP adayı… Yanlış anımsamıyorsa AK Parti adayı yüzde 30 bile alamadı…

Hal böyle olunca ‘’Diyarbakır'da 1 milyon kişi teröre karşı yürümez’’’

Diyarbakır, Mardin, Siirt, Ağrı hangi ilimiz olursa olsun fark etmez... Şimdiye kadar böyle bir protesto ya da kınama yürüyüşü hiç olmadı, olmazda…

Neden?

Burada yaşayanların büyük bölümü PKK eylemlerini, saldırılarını devletimizin ve Türk toplumunun büyük çoğunluğunun iddia ettiği gibi terör olarak kabul etmiyor... Meselinin can alıcı noktası da bu zaten…

Peki, ne kabul ediyor?

Kürt haklarının savunan bir örgüt…

Hal böyle olunca PKK biter mi?

Bence bitmez…

Kızmaca yok!


Kızmaca yok! AK Parti’ye her 2 kişiden 1’i oy verdiyse; yaşananlara katlanılacaktır. 9 yıllık AK Parti hükümeti çok hazırlıksız yakalandı çok…

Kızmaca yok! AK Parti 9 yıl boyunca medyayı, siyaseti, ekonomiyi, askeriyeyi tanzim etti. Şimdi de ya PKK, AK Parti’yi tanzim edecek ya da tersi olacak..

AKP’yi bir konu karşısında bu kadar aciz kaldığını ‘’kapatma davası’’ dahil hiç görmemiştim.

9 yıldır PKK’nın silahlı güç olduğunu ve kontrolden çıkabileceğini hesaplamayan ve hiç hazırlık yapmayan bir iktidar yandı ki ne yandı…

Bir bakanımız da çıkmış ne diyor? Misli ile karşılık vereceğiz… İsmet Paşa olsaydı aynen şunu derdi: Hadi canım sende!

AKP, 9 yıldır PKK ile yaptığı dansın ne anlama geldiğini daha şimdilerde idrak ediyor ama geçmiş olsun artık! Fil züccaciyi dükkanına girdi bile…

Kızmaca yok! Dindar ve muhafazakar hükümetimiz, kurumlarımız; bu dinsiz terör örgütüyle niye başa çıkamıyor?

Kızmaca yok! Suriye’yi dizayn etmeye kalkarsan seni de birileri dizayn eder işte… Ülkemize yazık oluyor yazık…

Kandil’in bombalanması halkımızın gazının alınmasından başka bir anlamı yoktur. Kandil dediğiniz coğrafya 150 km. uzunluğunda dağ silsilesidir

Diyelim ki Kandil karış karış tarandı, teröristlerden arındı, çare mi? Bence değildir. Çünkü terörist olmak isteyen 6-7 bin Kürt genci sırada bekliyor

Ne yapmalıyız?

Ne yapmalıyız sorusunun karşılığı artık 2-3 yıl ötelenmiştir. Çünkü fil züccaciye dükkanına girdi ve kırıp dökmektedir..

17 Ağustos 2011 Çarşamba

En lüks şey…




Yaşasın! En lüks şeye sahibim!

Yok, yok, bu ne bir ev, ne bir yat, ne bir araba, ne bir elmas, ne bir yakut, ne bir som altın…

Bildiğiniz gibi değildir…

Benim yaklaşık 10 yıldır uyguladığım yaşam felsefesi meğer “en lüks şeymiş’’

Gündelik yaşam programının en önemli öğesi meğer “en lüks şeymiş’’

Biliyorum ve merak ettiniz. Hemen alıntıyı kısmi olarak aktarıyorum:

Bir gün bir arkadaşımla kırlarda yürüyordum. Bana sordu.
“Hayatta en lüks şey nedir, biliyor musun?”
Hayır dedim. Nedir? “Sabahleyin istediğin zaman yataktan kalkmak.”
Düşündüm. Daha lüks bir şey bulamadım.
Söylediği bir hayat tarzının özeti idi, aslında. Özgür olacak kadar para veya keyif sahibi olmak, işe gitmemek veya istediğin zaman gitmek, hayatını başkalarının keyfine göre düzenlemek zorunda olmamak. Bu gibi şeylerin bahşettiği bir lükstü yataktan istediğin zaman kalkmak.
Alıntı: Metin Münir

İşte böyle dostlar, arkadaşlar! Ben de 10 yıldır, sabahleyin bazen 10’da, bazen 11’de, bazen 12’de kısaca vücudum ne zaman kalk diye komut verirse o zaman kalkarım… Asla ama asla zaman ya da saat tahdidi yoktur. Çok acil, çok özel durumlar istisnadır.Bunun dışında gündelik yaşamımda sabah saatlerini kapsayan hiçbir etkinliğe, faaliyete katılmam…

Ya ne yaparım?

Sabahleyin paşa gönlüm ya da canımın istediğim zaman yataktan kalkarım, kahvaltımı yaparım, ondan sonra rutin gündelik yaşama dalarım…

Öğleden sonra ise sosyal hayatın göbeğine atlarım. Gözlemlerim, keşif ederim, fotoğraflarım ve mutlaka yazarım… Neler mi yazarım? Bazen gözüme batan bir tabelayı, bazen hizmetini beğenmediğim hastaneyi, bazen eziyet gören hayvanı, bazen yoksulluk çeken garibanı, bazen 5 yıldır atanamayan aday öğretmeni, bazen CHP’yi eleştiririm, bazen kendime verip veriştiririm… Gece yarısını çoktan geçmiş, horozlar ötmüş ise yatağa doğru usulca kendimi bırakırım… Mis gibi uykuma dalarım…

İşte bu tarzımla meğer hayatta en lüks şeye sahipmişim de haberim yokmuş…

Ömer Özdamar
Bucak-BURDUR

Geciken adalet asla adalet değildir…



Anlatacağım süreç bizzat kendimle ilgilidir. Kısaca mahkeme, dava, hakim, savcı, avukat, davalı, davacı gibi terimleri yaşayarak tanıdım, gördüm, öğrendim, elbette kanaat edindim…

Yazıma başlamadan ‘Allah kimseyi mahkeme kapılarına mecbur bırakmasın ve düşürmesin’ dileğimi söyleyeyim. Yolunuz has bel kader düşerse bilin ki yandınız, hem de ne yandınız!

Şimdi hemen dava sürecinin nasıl yaşandığını özetle anlatayım…

Yıl 2004 Haziran ayı, aslında inşaatı bitmiş, üyeleri içine oturmuş ama şahsi tapuları alınmadığı için kooperatif tüzel kişiliği sürerken; kooperatif müdürü zimmete para geçiriyor, sahte çek keşide ediyor…

Kooperatif müdürü bu gayri yasal işleri yaparken kooperatifin ücretli muhasebecisini atlatıyor, kooperatifin denetçilerini atlatıyor, tüm kooperatif üyelerini atlatıyor…

İçinde benim de olduğum 3 kişilik kooperatif yönetim kurulu, Mayıs-2004 ayında bu gayri yasal işlemleri tespit ediyor, takriben 20 bin TL’lik zimmet çıkarılıyor, bir tutanakla kayıt altına alınıyor, karar defterine işleniyor, tüm kooperatif üyeleri bilgilendiriliyor, kooperatifin avukatı vasıtasıyla savcılığa suç duyurunda bulunuluyor… Müdür firar ediyor, hakkında arama kararı çıkartılıyor, dosyası ağır cezaya havale ediliyor…

Neyse Haziran-2004 ayında olağan genel kurul yapılıyor, 20 bin TL açık dahil her şey tekrar anlatılıyor, bilanço ibra ediliyor ve yeni yönetim geliyor. Kooperatif üyelerinin kızgınlığı ve öfkesi kabarıyor, Ağustos-2004 ayında olağanüstü genel kurul yapılıyor, eski yönetim kurulu, denetim kurulu ve firari müdür hakkında mahkeme kararı çıkıyor.

2002, 2003 ve 2004 yıllarına ait kooperatifin 40 bin TL küsur açık olduğu ve zarara uğratıldığı iddiasıyla Ekim-2004 ayında asliye hukuk mahkemesinde dava açılıyor.

İlk başlarda cahilliğimden dolayı avukat bile tutmadım. Çünkü ‘kooperatiften bir bardak çay bile içmedim’ diye kendimden o kadar eminim ki… Mahkeme süreci işliyor, işte oraya müzekkere yaz, buraya sor, bilirkişi raporu falan derken 1 yıl geçti, hakim tayin oldu. Yeni hakim tekrar davaya bakmaya başladı. Malum klasik yazışmalar yine devam etti…
Bu arada 2005-Şubat ayında asliye ceza mahkemesine; yeni yönetim kooperatifin eski 3 yönetim kurulu üyeleri (Benim de bulunduğum) hakkında cezai dava açtı. Burası da bilirkişi raporu istedi, diğer dosyayı istedi, firari müdürün yargılandığı ağır ceza dosyasını istedi falan derken 3 yıl geçti. 2008 yılında görevi ihmal olmadığı gerekçesiyle beraat kararı verildi ve dosya temyize gitti…

Bu arada asliye hukuk mahkemesinde tazminat davası hala devam ediyor. Pat diye davanın hakimine atama çıktı mı?… Yeni 3 ncü hakim dosyaya bakmaya başladı, 4 bilirkişi raporlarının 3’ü kooperatif müdürü sorumlu demesine rağmen, 2009 yılı sonlarına doğru Türk Milleti adına karar veridi. Yönetim kurulundan 3 kişi, denetim kurulundan 2 kişi ve ağır cezada yargılanan ve fiili işleyen müdür ortak sorumlu görüldü. Bu kişiler tarafından yasal faizi ile birlikte 150 bin TL kooperatife ödenmesini hükmetti. Elbette dosya temyize gitti.

Ağır ceza da yargılanan müdür hakkında verilen kararda ise 4,5 yıl hapis, 38 bin TL para cezası...

Yıl 2011 oldu, aradan geçti tam tamına 7 yıl, hem ceza davasının hem de tazminat davasının dosyalarına Yargıtay’da kim bilir kaç yıl sonra sıra gelecek ve bakılacak…

Ben tabi, bıktım usandım. Yahu lanet olsun deyip kooperatifteki hissemi satayım, payıma düşen 25 bin TL ödeyeyim, bu işten kurtulayım…

Yok, olmazzzz…

Niye?

Siz 6 kişi müteselsilen borçlusunuz…

Eheeee

150 bin TL’yi ödersen bu işten kurtulabilirsin…

Diğer 5 kişi ne olacakmış?

Ben gidip onlardan alacakmışım.

Velhasıl bu kurtulma çabam da sonuçsuz kaldı ve özel arabama, kooperatif hisseme ihtiyati tedbir kararı kondu…

Şimdi eleştirme sırası geldi…

Böyle karar olur mu arkadaş? Tazminat davasına hükmederken şahıslar tek tek sayılır ve karşılarına yükümlülükleri yazılır. Bu yükümlülüğü getiren getirir, getiremeyen getiremezse cezai yükümlülüğe dönüşür. Hayır, 6 kişi müteselsilen sorumlusunuz demek ne demek oluyor? Hepiniz bir araya gelin, hükmedilen parayı ödeyin. Puhhh saçmalığın daniskasıdır.

Hiçbir kusurumun olmadığı apaçık belli iken başıma bu gelenler sonrası ben nasıl Türk hukuk ve adalet sistemine güvenirim… Asla güvenmiyorum.
Yahu gayri yasal fiilleri ben işlemedim, tam aksine işleyeni ortaya çıkardım ve tüm delilleriyle yargıya teslim ettim. Sonra hem suçlu hem de tazminata mahkum muamelesi gördüm. Bir puhhhh daha diyorum…

40 bin TL’lik tazminat davasına 7 yıl karar veremiyor, bu yüzden yıllık yasal faiziyle bu tazminat miktarı 150 bin TL’ye çıkıyor. Ödeyecek kişilerin bu gecikmede ne kusuru vardır. Arada farkı bence adalet bakanlığı ödemelidir. Öyle ya kararı 7 yıl geciktiren, 3 tane hakim değiştiren adalet bakanlığının bir mahkemesi değil mi? O zaman ana borcun üstüne eklenen yasal faizleri de geciktiren ödesin arkadaş! Mantık bunu emretmez mi?

7 yıl boyunca tüm bu yaşananlardan çıkardığım ve sizlerin kulağına küpe olması gereken önerilerime geliyorum şimdi...

1. Asla ama asla kooperatif gibi yerlere yönetim kurulu üyesi olmayınız. Sakın kanmayın şuna: yahu sen şeklen varsın, işleri işte başkan ve müdür yürütüyor, kafanı takma!… Sakın aldanmayın! Tam sorumlusunuz. Diyelim ki ters bir zamanınıza geldi, oldu-bittiyle yönetime girdiniz. Sakın açık peşinde koşup; toplumun menfaatlerini korumaya çalışmayın. İşte o zaman başınız feci şekilde derde girmiştir… Bırakın kim ne yiyorsa yesin… Kör, sağır, dilsiz olun!

2. Sakın mahkemelere düşmeyin! İşte ben yüzde 100 haklıyım, benim hiçbir suçum yoktur gibi teranelerle yol çıkmayın, tam bir hayal kırıklığına uğrarsınız. Avukatların katakülleleri, alavere-dalavereleri sayesinde bir anda kendini sanık sandalyesinde bulabilirsin. Sorunlarını mutlaka mahkemeye gitmeden çöz, uzlaş… Unutma, çok karlı ve avantajlı çıkarsın…

3. 2004-Mayıs ayında yönetim kurulu olarak müdür hakkında suç duyurusunu kooperatifimizin avukatı vasıtasıyla yaptık. Tüm bildiklerimiz paylaştık. 2 ay sonra yeni yönetim, eski yönetim hakkında dava açma kararı alınca aynı avukat bu sefer bizim karşımıza çıktı. Yani etik metik hikayedir. Önemli olan avukatın parayı almasıdır ve kazanmasıdır.

4. Sakın avukatınız olmadan davalara girmeyin, seni kimse dinlemez, karşı tarafın avukatı ne derse kayıt altına alınır, her şey başına kalır… Haberin ola!

Neyse artık ben unuttum her şeyi… Bunlar da yaşandı ve bitti benim için… Çünkü temyizden dönse bile yeniden dava, yeniden temyiz 5-10 sene daha geçer… Canım benim de süresi tahditli bir yaşam zamanım var… Hep bu davaya endeksli yaşayamam herhalde… ‘Ne hali varsa görsün’ dedim ve kafamdan sildim…

Tüm bu yaşadıklarımdan sonra bu bozuk hukuk ve adalet sistemimiz nasıl düzelir, sorusuna inanın! Hiç fikrim yok! Maalesef umutsuz tarafta yer alıyorum…

İşte söylediklerime kanıt olacak dosya numaraları:

Manavgat 1 nci Asliye Hukuk Mahkemesi dava numarası 2004/512, karar numarası 2009/677

Manavgat 2 nci Asliye Ceza Mahkemesi dava numarası 2005/261, karar numarası 2008/182

Yasa dışı fiilleri işlediği iddiasıyla yargılanan kooperatif müdürünün dosya numarası ise Antalya 1 nci Ağır Ceza Mahkemesi 2004/623, karar numarasını anımsayamadım…

Saygı ve sevgilerimle…
Ömer Özdamar/Bucak-Burdur/17 Ağustos 2011

16 Ağustos 2011 Salı

Atanamayan öğretmen sorunu ve çözümü…



Tamam, önce sorunun ne kadar devasa boyuta eriştiğini ortaya koyalım.

Birkaç gün önce yapılan atamalarla 30 bin aday öğretmen artık resmen kadrolu öğretmen oldular.

Geriye kaç aday öğretmen kaldı?

Sıkı durun! Rakam geliyor. Tam tamına 260 bin aday öğretmen atama bekliyor…

Peki, bu yıl kaç eğitim fakültesi ve üniversite ilgili dallarını bitiren aday öğretmen olacak?

Sıkı durun! 30 bin…

Bu denklemden ne çıkıyor?

Her halükarda 250-260 bin aday öğretmen ortada kalacak.

İsterseniz soruna Twitter Sosyal Paylaşım Ortamı’ndaki 2 arkadaşım neler söylüyorlar?

@windlyA
Aday Öğretmenlik sorunu çok büyüktür" Öğretmenlik mesleğinin kutsallığına maddi beklentilerle gölge düşürülmesine karşıyım. Bu mesleğe gönül koymak gerek, severek yapılmalı, tek şart sevgi, işsiz kalmamak adına yapılacak bir tercih olmamalı! Yazınıza ek…

Ömer Bey, öğretmenlik eğitim fakültesi mezunlarının hakki bence yazınıza katkısı olabilir belki :)

Sıra geldi, siyasetçi kimliğimin gereği çözüm önerisine:

Yapılacak basittir. Sizi öğretmen yapacağız diyerek üniversitenin ilgi bölümlerinden mezun ettiğiniz yaklaşık 260 bin vatandaşı atamak zorundasınız. Daha sonra YÖK’e liste verip her yıl gereksinim duyulan öğretmen sayısını bildireceksiniz ve ona göre öğrenci yerleştireceksiniz.

Nereye?

Üniversitelerin öğretmenlikle ilgili alanlarına…

Çocuklarımız öğretmenlikle ilgili alanları kazandığı zaman bilecek ki mezun olunca atanacak…


9 yıldır iktidarda olan AKP’nin en büyük vebali; popülizm ve oy uğruna aday öğretmen sorununu, bu kadar yürek yakan boyuta ulaşmasına göz yummasıdır…

Ömer Özdamar
Bucak-BURDUR

12 Ağustos 2011 Cuma

Yasaktır hemşerim yasaktır…



Ağustos sıcağında genelde takıldığım, mola verdiğim, hoş-beş sohbet ettiğim bir yerdir.

Neresi?

Hükümet parkı olarak da bildiğimiz hemen adliye binasının batı tarafıdır…

Neyse otururken bir tabela dikkatime mazhar oldu…

Tabela baştan sağma imal edilmiş, üstüne yazı yazılmış ve sıkı durun şimdi; tabela ağaca çakılmış!

Tabelanın içeriğine ya da ne yazdığına gelince… Büyük harflerle aynen şöyle bir ifade vardır:

‘’BARO ÜYLERİ HARİCİ PARK YASAKTIR’’

Kendimi bir anda bir kışla binasında zannettim. Hani askeriye de çok yazar ya... O yasaktır, bu yasaktır, şu yasaktır, velhasıl yasak oğlu yasaktır ya:)

Burası kışla değil, sivil bir adliye binasıdır. Böyle emredici üslup okuyunca şaşırdım bir anda…

Neyse aynı parkın batı yakasında ya da adliye binasının batısında yine başka bir ağaca çakılmış, boyaları sarkmış, bir tabela daha vardır. Hemen fotoğraflamak için yanına gittim ve tabelada aynen şöyle yazıyordu:

‘’ADLİYE PERSONELİ HARİCİ PARK YASAKTIR.’’

Allah’tan aynı binada bulunan İlçe Milli Eğitim Personeli tabela asmamış.

Neyse konumuz tabeladır. Gelelim eleştiri noktalarına:

-Park yasaktır denmiş ama sınır belirlenmemiş… Nerde başlıyor, nerde bitiyor, mutlaka dubalarla işaretlenmesi gerekiyor, bu bir…

-Estetik yoksunu tabela değiştirilmelidir ve ‘Baro üyelerine ait park yeridir’ şeklinde yazılması hem daha edebi olur, hem de baskı-korku psikolojisi salmaktan uzak kalır, bu da iki...

Sahi kamuya ait bir yerde vatandaş için park yeri levhası niye yoktur? Vatandaşın boş bulduğu yere park etmesi uygundur yazılsın o zaman:)

Hadi gerçek düşüncemi açıklayayım: demokrasilerde, eşitlik ilkeleri gereği kamuya ait bir arazide kimseye ayrıcalık tanınmaz. Lütfen! Gelişi güzel çakılmış o tabelalar kaldırılsın!

Yok, illa da güvenlik ve emniyet maksadıyla park yeri ayrılacaksa; yerleri belirlensin, dubalar konsun, sınırlar çizilsin, işaretlensin ve güzel bir tabela dikilsin…

Tabelanın içeriğinden, duruşundan, alan belirsizliğinden ve verdiği mesajdan bir vatandaş olarak rahatsız oldum. Bu yazımla da ilgililere duyurma ve dile getirme fırsatı buldum.

Bakalım, ne olacak, ne bitecek? 1 hafta ya da 10 gün sonra tekrar fotoğraflayıp konuyu gündeme getireceğim.

Ömer ÖZDAMAR
Bucak-BURDUR

9 Ağustos 2011 Salı

Kriz teğet mi yoksa göbek mi?…



Aslında 2008 krizi de teğet falan geçmedi ya… Hadi neyse, öyle kabul edelim…  2011-global krizi için Sayın Başbakanımız aynen şunları söyledi:

"Benden gene galiba geçmişteki cevabı bekliyorsunuz. Arkadaşlar biz yere çok sağlam basıyoruz. Yani Batı Avrupa’da kriz olabilir ama biz bunların hepsine hazırlıklıyız. Daha önce teğet geçecek dedim bu defa teğet geçeceğe de benzemiyor. Daha iyiyiz, daha güçlüyüz. Hiç endişeniz olmasın"

Şimdi bu krizi, bizi teğet bile geçmedi mi diyeceğiz yoksa göbekten mi geçti diyeceğiz?

O zaman 09 Ağustos 2011 tarihine ait rakamların diline döneceğiz:

Euro 2.50 olmuş, Dolar 1.77 olmuş, 22 ayar altın 100’e dayanmış, İMKB yüzde 20 kaybetmiş ve 52 binlere inmiş…

Ne oldu şimdi?

Bir kere yüzde 20 devalüasyon demek; yüzde 20 fakirleştik demektir. Gerçi fakirleşen kitleler AK Partileşiyor… Bu da ayrı bir garipliktir ya, hadi neyse…

Düğün, dernek yapacak ailelerin altın masrafı bir anda yüzde 100 arttı. Özellikle mahsulünü kaldıran ve satan çiftçiler; Ramazan ayı sonrası tatlı düğün telaşı yaşayacakken zehir gibi altın kazığı karşısında şoka girdiler…
Adam Mayıs-Haziran aylarında 50-60 TL olan 22 ayar altın bilezik fiyatlarının düşmesini beklerken 100 TL’ye dayanınca; ‘al sana bir kaya, nerene dayarsan daya’ oldu galiba:)

Gerçi şoka girdikçe kitleler AK Partileşiyor… Bu ayrı bir acayiplik ya, hadi neyse…

Bu işlerle meşgul olacak AK Parti hükümeti, başımıza bir de Suriye çorabını geçirmeye uğraşıyor… Anlaşılmazı güç diplomatik dil kullanıyor. ‘Suriye bizim iç meselemiz’ cümlesini ısrarla Sayın Başbakan tekrar ediyor. Allah Aşkına! Biri bana söylesin: Suriye bizim eyaletimiz mi? Suriye bizim sınırlarımız içinde mi? Suriye bizim nasıl iç meselemiz oluyor? Bilen, anlayan varsa; lütfen beni aydınlatsın çünkü bu konuda cahil kalmışım…
İç mesele aranıyorsa; çok sayıda başlık sayabilirim:

-PKK iç meseledir.

-Kürt sorunu iç meseledir.

-İşsizlik iç meseledir.

-Fakirleşme iç meseledir.

Velhasıl teğet bile geçmeyecek denen bu kriz tam göbekten geçecek…

Olan yine nüfusun neredeyse yüzde 80-90’nı oluşturan aşağı katmanda yer alan vatandaşlara olacaktır.

Korkum şudur ki, krizi örtmek için Suriye ile macera aranacaktır.

Ömer Özdamar
Bucak-BURDUR

Blog, blogculuk


Diyalogların boşluk doldurma usulü okunmasını istediğim yeni blog tarzımı sizlerin beğenisine sunuyorum. Bakalım nasıl bulacaksınız?

- Acaba …, vücut görüntüsü ile alakası var mıdır? Yok mudur?

- Mükemmel olmayan vücutlar da … zevk alır mı ya da partnerine zevk verir mi?

- Tarafların … ve … yaşarken dürüst ve saygılı olmaları gerekir mi?

- Tatmin edici … oluşturan ana ögeler nelerdir?

- Eğlenmek … bir parçası mıdır?

- … sıklık ne kadar önemlidir? Periyodik mi olmalı? Haftalık mı olmalı? Yoksa zaman merhumu olmamalı mı?

- … çekinceleri açıkça ortaya koymak gerekir mi?

- Çocuklar ya da çocuk sahibi olmak … etkin bir faktör müdür?

Bu yeni yöntemle yazdığım, biraz da kısa olan blogu burada bitiriyorum.
Soruların yanıtlarını sonra veriyorum.

Burada öncelik hayal gücünüzle boşlukları doldurma ve soruları doğru anlamadır.
Niye böyle yaptınız diye sorulara peşinen yanıtımı veriyorum.

Çocukluk çağımda daha doğrusu ilkokulda bu tür yazılılar çok olurdu. Onu anımsadım. İşte biraz nostalji takıldım.


Doğal gaz ve Bucak ilçesi…




Yıl 2004, dün gibi hafızama kayıtlıdır. Yerel seçimler öncesi Burdur meydanında Sayın Başbakan Erdoğan Burdurlulara konuşuyor ve mizansen olarak şunu diyor:

-Doğal gaz istiyor musunuz?

-Eveeeeet.

-O zaman AK Parti’ye oy veriyorsunuz, AK Partili Belediye Başkanı seçiyorsunuz, hemen doğal gazı kullanmaya başlıyorsunuz…

-Yaşasın! Bravo…

Hakikaten Burdurlular oylarını AK Parti’ye verdi ve 2004 yılında Belediye Başkanlığını kazandı. Bilin bakalım, doğal gaz Burdur merkeze ne zaman geldi?

2005 yılı mı?

Hayır.

2006 yılı mı?

Hayır.

2007 yılı mı?

Hayır.

2008 Yılı mı?

Hayır.

2009 yılı mı?

Hayır.

Eheee bir başkanlık dönem bitti fakat yine AK Parti’ye oy verdiler Burdurlular…

Niye?

Doğal gaz gelsin diye…

2010 yılında mı geldi?

Hayır.

2011 yılında mı?

Evet.

Meydanda verilen sözden tam 7 yıl sonra…

Bucak ilçemize de doğal gaz ha geldi, ha gelecek derken yıllar geçti ve nihayetinde sadece Mehmet Akif Mahallesi için doğal gaz kazı çalışmaları başladı…

Ehee diğer mahalleler ne olacak?

2012 yılında bir mahalle daha olur..

Ehee diğerleri?

2013 yılında bir mahalle daha olur…

Demek oluyor ki 20 mahalle varsa 20 yılda tamamlanacak…

Hoş, neden Mehmet Akif Mahallesinde başlanıyor?

Çünkü en kalabalık mahalle Yeni Mahalledir… Başlanacaksa buradan başlanması gerekir diye düşünüyorum.

Hele kenar mahalleler havada bulut, doğal gazı unut diyebilirim… Çünkü yüklenici firma insafına kalmış bir durumdur. Abone sayısı az olan mahallelere mümkün değil kazı ve abone masrafı yapmaz…

Alaattin, Yörükler, Yunus Emre gibi mahallelere mümkün değil sıra gelmez…

Bakalım, 2020 yılında Bucak ilçesi doğal gazı hakkında neler yazılacak?

Ömer ÖZDAMAR
Bucak-BURDUR

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Bu kriz dünya savaşı çıkarır…


ABD ve AB ülkeleri 2008 yılından beri krizden bir türlü çıkamıyorlar… ABD’nin kredi notu ilk kez bir basamak düştü. Nedeni ise borç ve bütçe açığı… İrlanda, Yunanistan ardından İspanya ve İtalya battı, batacak…

Peki, ne oldu da bu denge bozuldu?

Bence Çin, Hindistan, Güney Kore tüm hesapları altüst etti.

Meseleyi daha anlaşılır biçimde anlatayım. Ortada 100 birim var. Daha önce bu 100 birimin paylaşımı şöyledir: 50 ABD, 40 AB ve 10 diğerleri…
Şimdi ise 30 ABD, 20 AB, 50 diğerleri…

Bu durumda ne ABD borçlarını çevirebilir, ne de AB batmaktan kurtulabilir…

Çare: Savaş ve paylaşımın yeniden yapılması…

Nasıl?

Dünyanın her yerinde karada, denizde, havada bayrak sallayan ABD askeri kuvveti devreye girecektir. ABD’ye başta Almanya, Fransa ve İngiltere tam destek verecektir.

Peki, bu savaş nasıl olacaktır?

Valla eski bildiğimiz klasik savaşlara benzemeyecek ama nasıl olacağını ben de hayal edemiyorum…

Savaş olasılığı arttıkça altın fiyatları delirecektir. Daha 1-2 ay öncesi ons fiyatı 1.200 dolarken jet gibi 1.650 dolara geldi… Altın fiyatları 2.000 doları geçerse ilk mermi patlar… Ama nerede, kime karşı bilemem… Yok, bu krizden çıkışın başka adresi… İlla da savaş olacak…

Tüm bu hengame içinde biz sınırlarımızı eski halinde koruyabilir miyiz? Zor görünüyor, Allah, bize yardım etsin artık!

Ömer ÖZDAMAR
Bucak-BURDUR

7 Ağustos 2011 Pazar

Afrikalı açlar…


Yıllardır duyarım, okurum, izlerim ama açlık resminde değişen en küçük bir çizgi ve bir renk farkı olmaz mı? Maalesef olmadı, hep aynı, yine aynı…

Bu aybaşında sadece Somali’nin iki bölgesinde açlık olduğunu resmen ilan eden Birleşmiş Milletler, dün, bir iki ay içinde açlığın bütün ülkeye yayılacağını açıkladı. BM ayrıca, Kenya, Etiyopya, Cibuti ve Uganda’da açlık tehlikesinin büyüdüğü uyarısında da bulundu. 

Kutsal ay nedeniyle yine kampanyalar düzenleniyor, paralar ve diğer yardımlar toplanıyor, nereye? İşte Afrika’ya, işte Somali’ye, işte Kenya’ya, işte Etiyopya’ya, işte Cibuti’ye, işte Uganda’ya

Niye?

Bu coğrafya üzerinde yetiştirilen ürünler, halen yaşayan nüfusa yetmiyor…

Dışarıdan satın alacak yeraltı ve yerüstü zenginliği de yoksa yandı keten helva misali açlıktan çocuklar, büyükler ölüyor…

Üstüne üstlük Somali’de hem iç savaş var, hem de El-Kaide saldırısı var…

Çare:

İnsanoğlu aklını kullanacak. Yok, başka çaresi… Akıl diyor ki yeterli gıda olmadığı için çocuk yapma ya da çoğalma… Fakat bunu sağlayacak ne öğreti var, ne sistem var, ne de gelişmişlik var…

Çin ne yapıyor? İlk çocuktan sonra hemen kısırlaştırma operasyonu gerçekleştiriyor. Haklıdır çünkü bunu yapmazsa bir süre sonra aç kalan nüfus olacaktır. Alın bir başka örnek daha… 2030'da dünyanın en kalabalık ülkesi unvanını Çin'den alması beklenen Hindistan nüfus artışını önlemek için kısırlaşmayı kabul eden erkek ya da kadına çekilişle otomobil hediye edecek…

BM’ler mi koordine eder, ülkeler kendileri mi organize eder, bilemem… Bildiğim ise bu açlık tehlikesi olan Afrika ülkelerinde hızlı bir kısırlaştırma operasyonu şarttır. Böylece insanlık dramı yaşanmaz, vicdanlar kanamaz…
Hem de yardım-yardım diye ona buna el açmaz…

1990 yılında ben bu haberleri okudum, 2000 yılında bu haberleri izledim, 2011 yılında hem okuyorum hem izliyorum… Bahsettiğim radikal çözüm olmazsa 2020-2030-2040 yıllarında da aynı resimleri göreceğiz…

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Olmadı Kılıçdaroğlu olmadı!


Yaklaşık 14 ay oldu. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanı seçilmesinden ‘evet’, tam 14 ay geçti. 22 Mayıs 2010 tarihinde yapılan olağanüstü kurultayda, CHP delegelerinin tam desteğiyle Genel Başkan seçilen Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, hem referandum hem de genel seçim yaşadı. AK Parti karşısında CHP lideri olarak elinden gelen tüm çabaları ortaya koymuştur. Hatta olağanüstü performans göstermiştir. Şahsen ben çok seviyorum Kemal Beyi, ancak CHP’yi daha çok düşünüyorum ve daha çok önemsiyorum.

Liderler aldıkları kararlarıyla anılırlar. Bu kararlar ya zafer getirir ya da hezimet…

CHP Lideri de seçimlerden sonra ‘tutuklu vekiller adına’ bir karar aldı. 

Neydi o karar? TBMM’de milletvekili yemini etmeme…

Kimse bana AK Partiyle tutanak imzalandı falan demesin; sonuçları ortadadır. Diklendi, tükürük gibi sözcüklerle süslenmiş cümleleri burada tekrar ederek kimseyi utandırmak istemem… Bir lider için öldürücü imaj ‘güvenilmez’ etiketidir.

Hele son CHP Grup toplantısında ayağa kalkmayan, alkışlamayan Sayın Deniz Baykal’a Antalya’da listeyi teslim eden bir lider ancak bu kadar öngörüsüz ve hakimiyetsiz olabilir.

Oğlu MHP MYK Üyesi olan Sayın Mehmet Haberal’ı aday yapan lider, en basit tabirle geleceği okuyamayandır.

Önce Ergenekon davası sanıkları CHP Milletvekili adayı olmayacak diyen bir liderin, 2-3 gün sonra karar değiştirmesi ve aday yapılması; liderlik kararlılığı ve duruşu o saat mevta olmuştur.

Daha çok örnekleme yapabilirim ama gerek yoktur.

Olmadı Kılıçdaroğlu olmadı!

Bu düşüncemi açıklarken çok üzgünüm ama CHP sevgim; bana bu düşüncemi açıklama sorumluluğunu yüklemektedir. Susmak şeytanın işidir.

Çare nedir?

Eylül-2011’den itibaren tüm il ve ilçe kongreleri yapılsın. 2012 yılı ilk ayında olağanüstü kongre yapılsın. Sayın Kemal Kılıçdaoğlu, Genel Başkan adayı olarak bir arkadaşı göstersin ve desteklesin!

Hadi aday da söyleyeyim: Sayın Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran olabilir…

CHP’nin böyle bir şoka ihtiyacı vardır. Çünkü Türkiye kamuoyunda artık CHP’nin ağırlığı kaybolmuş, dikkate alınmaz hale düşülmüş…

Bakınız, yaşadığımız bugünlerde resmen ekonomik kriz var, ülkemiz fakirleşiyor, gizli devalüasyon yapılıyor, zirve yapması gereken CHP, maalesef söylemi bile yoktur, en kötüsü dikkate bile alınmamaktadır. Krize çare önerecek ve çözecek ana muhalefet, krizin parçası olmaktadır.

Neyse umarım meramımı anlaşılır, net aktarmışımdır. Lütfen yanlış anlaşılmasın! CHP’nin 4 yıl sonrasını düşündüğüm için bu yazımı paylaşmak zorundayım ve bu benim görevimdir.

Ömer ÖZDAMAR
Bucak-BURDUR

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Bucak ilçesi uçacak mı?



AK Parti Burdur Milletvekili Sayın Hasan Hami Yıldırım’ın seçim öncesi vaatlerinde olan projeleri bu makalemle kayıt ve takip altına alınmıştır.

İsterseniz, sırasıyla tekrar edelim:

1-Kırsal dönüşüm projesi (Köy yerleşim alanlarının genişletilmesi projesi)
Köylerimizdeki yerleşme alanlarının genişletilmesi,köylülerimizin yeni konut ve hayvancılık amaçlı yapı ihtiyacının karşılanmasında ortaya çıkan hukuki ve fiziki engellerin ortadan kaldırılması.

2-Kapalı sistem sulama projelerinin geliştirilmesi projesi
Varolan ve proje aşamasında olan baraj ve gölet projelerinin tamamlanmasını müteakip tarım arazilerinin sulama projelerinin genişletilmesi ve tamamlanması.

3-Seracılığın geliştirilmesi projesi
Seracılığın uygun köylerde desteklenmesi. Arazinin müsait olmadığı yerlerde topraksız tarım uygulamasının yaygınlaştırılması.

4-Organize hayvancılık bölgesi projesi
Organize sanayi yani OSB yönteminin hayvancılık alanına taşınması ile oluşturulan belli ölçeğin üstünde hayvan besleyecek olan çiftçilerimize uygun parseller sağlanarak yatırım imkanları oluşturulması.

5-Süt Ürünlerinin Değerlendirilmesi Projesi
Süt ve süt ürünlerini işleyecek yeni yatırım alanlarının oluşturulması.

6-Mera ıslah projesinin yaygınlaştırılması
Sadece hazır yeme dayalı hayvan besleme yerine meraların da ıslah edilerek hayvancılıkla uğraşan köylülerimizin kullanımına açılması.

7-Kentsel dönüşüm ve imar yenileme projesi
Bunun amacı hem dar gelirlilere yeni konut alanları oluşturmak hem de şehir merkezindeki ticari sahaları genişletmek, geliştirmek. Nüfusu hızla artan ilçelerimiz var, mesela Bucak. Bucak'ta 192 konutluk kentsel dönüşüm amaçlı bir sosyal konut projesi hazırlanıyor.

8-Karayolu ticaretinin geliştirilmesi projesi
İlimizden geçen karayolu, iç bölgeleri Akdeniz kıyı bandındaki turizm yerleşmelerine bağlamaktadır.Bu karayolunun ilimizdeki şehir içi geçişlerinin yeniden planlanması, projelenmesi ve buradan geçen trafiğin oluşturduğu ticaret hacminden azami ticari faydanın sağlanması.

9-Hemzemin geçit, kavşak, alt-üst geçit düzenlemeleri
İlimizden geçen karayollarının şehiriçi geçişlerinde yeni hemzemin kavşak, katlı kavşak projeleri ve yaya emniyetinin sağlanması için alt ve üst geçit düzenlemeleri yapılması.

10-Otoyol kavşak projeleri
İlimiz yerleşmelerinden geçen trafik hacim yüksek karayollarında, bu karayollarını kesen şehir içi yaya ve taşıt trafiğinin güvenliğinin sağlanması ve arttırılmasına yönelik kavşak düzenlemelerinin yapılması.

11-Yöresel mimarinin geliştirilmesi projesi
İlimiz yerleşmelerinde var olan tarihi veya geleneksel yapıların özelliklerinin korunması ve yeni yapılacak yapılarda ve oluşturulacak çevrede bu özelliklerin yaygınlaştırılması.

12-Marka yerleşmeler projesi
Yerleşmelerin öne çıkan fiziksel, kültürel, tarihi veya ekonomik özelliklerinin belirlenmesi, hazırlanacak plan ve projelerle ticari değere dönüştürülmesi.

13-Kültür Turizmi Projesi
Burdur'un istihdamına katkı sağlayacak ve gelirini arttıracak bir başka proje konusu, kültür turizminin geliştirilmesidir.

14-Çevre koruma projeleri
Arıtması olmayan yerleşmelerimizin arıtma tesislerinin tamamlanması.

15-İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri Projesi
Burdur ve Bucak'da 2. organize sanayi bölgesi (OSB) sorunu var. Ciddi çalışmalar yapılmış bir noktaya getirilmiş ancak bu noktadan öteye gidilememiş. Bu sorunu çözmek ve süratle bu bölgeyi yatırımcılarımıza açmak zorundayız, biz bunu yapacağız. Benzer biçimde Bucak'ta mevcut OSB'ye ilave 2. bir ilave 100 hektarlık OSB alanı ekleme çalışmaları tamamlandı. Şimdi bu bölgenin de yatırımcılara tahsis edilmesi ve üretime geçilmesi gerekiyor.

16-Mermercilik Sektörüne İlişkin Proje
Mermer sanayi ile ilgili olarak ilimizde bir veya iki yerde mermer ürün galerisi veya mermer fuarı oluşturmamız gerekiyor.

17-Burdur ilçe ve beldelerindeki açık Pazar alanlarının yeniden projelendirilmesi
Süratle projelendirilip, finansman desteği sağlanıp inşa edilmesi gerekiyor.

Hepsi bu kadar! Maşallahı var projelerin! Eğer bunlar gerçekleşirse hem Bucak köyleri, hem de Bucak merkezi uçacaktır…

Benim anlamadığım husus şudur: AK Parti Burdur Milletvekili 9 yıldır yok muydu? Vardı… Ehee Bucak ilçesi hangi yatırımı aldı? İnce yoldaki dere ıslah ve Şirlek yolunun istimlak çalışması dışında bence yoktur ve hava cıvadır…

Bizler burada yaşadığımız için şu veya bu nedenle göremeyebiliriz ama yabancıların gözlemleri, izlenimleri önemlidir.

Geçen gün bir pazarlamacı aynen şunları söyledi:

‘Abi, ben Türkiye’nin her yerini geziyorum. AK Parti iktidarı süresince başka şehirlerin değişimini, dönüşümünü görüyorum. Ama Bucak ilçesi 9 yıl önce neyse yine aynıdır. İlçenin çehresini değiştirecek ne bir değişim, ne bir dönüşüm olmamıştır…’

Bakalım, 9 yıldır yatırım mahrumu kalan Bucak ilçemize önümüzdeki 4 yılda neler gelecek, hep beraber göreceğiz, hep beraber takip edeceğiz…

Bucak uçacak mı yoksa yine yerinde mi sayacak?

Zaten bu kez de yatırım gelmezse; Bucak ilçesi seçmenleri gerekli yanıtı 2015 yılında verecektir. Şahsen bu 17 maddelik projelerin Bucak kamuoyu adına takipçisi olacağım ve her fırsatta anımsatacağım.

Son bir not daha: Bayındırlık, İmar, Ulaştırma Ve Turizm Komisyonu üyesi seçilen Burdur AK Parti Milletvekili Hasan Hami Yıldırım Beyi kutluyorum…

Ömer ÖZDAMAR
Bucak-BURDUR