31 Temmuz 2010 Cumartesi

Referanduma 43 gün kala görsel ve yazılı medyada EVETçiler ile HAYIRcıların durumu…


EVETçilerin Televizyon Cephesi:
Samanyolu, Kanal-7, Kanaltürk, ATV, Kanal A, Kanal 24, Bugün ve diğer muhtelif kanallar…

HAYIRcıların Televizyon Cephesi:
Ulusal Kanal, Kanal B, Halk TV (CHP’nin özel kanalı)

EVETçilerin Gazete Cephesi:
Vakit, Milli, Star, Yeni Şafak, Sabah, Zaman, Bugün, Taraf

HAYIRcıların Gazete Cephesi:
Yeni Çağ, Sözcü

Arkadaş, kanalları dolaşıyorum ve EVET Cephesi, bu temmuz sıcağında cayır cayır çalışıyorlar, hem de 24 saat üzerinden, hem de durmaksızın…

En çok da canımı sıkan, bizim vergilerimizle ayakta duran TRT’nin EVETçi cephede yer almasıdır…

Her ne kadar YSK (Yüksek Seçim Kurulu) yapmayın etmeyin dese de ne dinleyen var ne de uyan…

Bir de ortada gezen yazılı ve görsel medya organlarımız vardır…

Mesela Ciner grubuna bağlı Habertürk gazete ve televizyonu…

Mesela Doğan Medya grubuna bağlı yazılı ve görsel organlar nispeten ortada duruyorlar…

EVETçi cepheye bakarsan sanki Türkiye’de devrim oluyor… Türkiye tarihi yeniden yazılıyor… Bence resmen illüzyon yaratıyorlar…

HAYIRcı cephe ise 8 yıldır iktidarda olan AKP karşıtlığı üzerine kampanya yürütüyor… Vatandaşın da oylanacak 26 maddenin hiçbiri umurunda bile değildir…

Her türlü iktidar olanağına, bu kadar destekçilerine rağmen EVETçi cephe ile HAYIRcı cephenin kafa kafaya gitmesi bana göre HAYIRcılar için büyük başarıdır.

Şahsen 12 Eylül 2010 günü sandığıma gidip HAYIR yazan oy pusulasının kahverengi kısmına EVET yazan mührü basacağım… İnşallah HAYIR oyları çok çıkar ve AKP iktidarı ilk kroşeyi yiyecek… Sonra 2011 genel seçimlerinde bir kroşe daha yiyecek ve iktidardan gidecektir… Beğenseniz de, beğenmesiniz de benim temennim budur arkadaş!

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/31 Temmuz 2010

29 Temmuz 2010 Perşembe

Dikkat! Dikkat! Dikkat! Genel Sağlık Sigortası Sistemi 1 Ekim 2010’da hayata geçiyor.


Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 1 Ekim 2010’da yürürlüğe girecek maddeleri ile sosyal güvenlik alanında yeni bir dönem başlayacaktır.

Özel olarak araştırdım ve vatandaşlarımıza ne kadar büyük yük getirildiğini gördüm.

İsterseniz vatandaşlarımıza neler giriyor, neler çıkıyor bir bakalım mı?

Varan-1
1 Ekim'den sonra sigortalı olanlar emeklilikten sonra çalışmak istediklerinde maaşları kesilecek. SSK kapsamında 1 Ekimden önce sigortalı olan ya da emekliliği hak edenler için, emeklilik sonrası çalışmaya devam etmeleri durumunda yüzde 30 oranında sosyal güvenlik destek primi ödenecek. Bu oranın yüzde 7,5’ini çalışan, geri kalan kısmını işveren karşılayacak. Ayrıca yapılan işin niteliğine göre yüzde 1-6,5 iş kazası ve meslek hastalığı primi yine işveren tarafından ödenecek. Çalışan isterse, sosyal güvenlik destek primi yerine diğer sigorta kollarının primlerini ödeyip emeklilikteki aylığını artırabilecek.
1 Ekimden sonra sigortalı olup emekliliği hak eden birisi sosyal güvenlik destek primi ödeyerek çalışamayacak. Emekli bir sigortalı çalışmak istediğinde emekli aylığı kesilecek.

Ne anladığımı sorarsanız:
1 Ekim 2010’dan önce emekli olanların maaşı yetmediği için serbest ya da bir işyerinde çalışması mümkün değildir artık. Çünkü işveren o kadar pirimi ödemek istemez. 1 Ekim 2010’dan sonra emekli olanlara zaten kesin yasak geliyor. ya emekli maaşına razı olacaksın ya da çalıştığın maaşına… İkisi birden mümkün olmuyor artık.

Varan-2
-Bazı meslek kolları için uygulanan yıpranma hakkı kalkıyor. 1 Ekim 2010 tarihinden itibaren gazeteciler, matbaa işçileri, gemi adamları, uçuş personeli, kaynakçı, şeker sanayi çalışanları, posta dağıtıcısı gibi meslek gruplarının "yıpranma hakkı" olarak bilinen fiili hizmet süresi zammı kaldırılacak.

Ne anladığımı sorarsanız:
Çalışanın, emekçinin haklarını kısmak için ne gerekiyorsa yapılmıştır. Bu uygulama da kanıttır.

Varan-3
-İşten ayrılan sigortalılar, prim borcu olup olmadığına bakılmaksızın 6 ay süreyle sağlık hizmetlerinden yararlanabilirken bu süre 90 güne düşecek.

Ne anladığımı sorarsanız:
Herkesin anladığını anladım:)

Varan-4
-1 Ekimden sonra 18 yaşını dolduran kız çocukları anne-babalarının sağlık yardımından yararlanamayacak. Ancak, halen 18 yaşından büyük olup anne-babasının sigortalılığı nedeniyle sağlık hizmetlerinden yararlanmakta olanların, çalışma ve evlenme gibi hallerle durumları değişmezse bu hakları da sürecek.

Ne anladığımı sorarsanız:
Burada en büyük zararı 02 Ekim 1992 ve daha sonra doğumlu kız evlatlarımız görüyor. Çünkü çalışan ya da emekli babası veya annesi üzerinden sağlık hizmeti alabilirken; 18 yaşından itibaren kızlarımız başının çaresine bakacak.

Konuyu daha da açalım mı?

1 Ekim 2010 günü ve sonrasında ister çalışan olun ister emekli, 18 yaşını tamamlamış (okumayan) çocuklarınıza artık sizin üzerinizden sağlık yardımını vermeyecekler. Şayet çocuklarınız okuyorlarsa, lise ve dengi öğrenim görmesi halinde 20 yaşına, yükseköğrenim görmesi halinde 25 yaşına kadar sizin üzerinizden bakılabilecek.

Buna göre çocuklarınız okumuyorsa 18 yaşını, okuyorsa 25 yaşını tamamladığı günden itibaren 10 günü takip eden bir ay içinde SGK’ya gidip GSS giriş bildirgesi vermek zorunda kalacaksınız. Eğer süresi içinde vermezseniz çocuğunuza 760.5 lira ceza uygulanacağı gibi zamanında bildirge vermediniz diye de en yüksek tutardan, yani aylık 182.52 liradan her ay GSS prim borcu da çıkacak.

Buradan iddia ediyorum; çok insanın başı yanacak, haberiniz ola!

Varan-5
Çalışmaması nedeniyle sigortalı olmayan veya ailesinde sigortalı bulunmayanlardan, aile içindeki kişi başına geliri; asgari ücretin 1/3’ü ile asgari ücret arasında olanlar 24 YTL, asgari ücret ile asgari ücretin iki katına kadar olanlar 73 YTL, asgari ücretin iki katından fazla olanlar 146 YTL ödeyerek sağlık hizmetlerinden istisnasız yararlanabilecek.

Ne anladığımı sorarsanız:
İşin özü ister çalış, ister çalışma ama pirim ödemeden sağlık hizmeti almak artık kocaman bir hayal oluyor…

Varan-6
-Kurum, devlet hastaneleri ve üniversite hastanelerinde yapılan muayenelerde ise sevkli olarak başvurulup başvurulmadığı dikkate alınarak katılım payı tutarını yarıya indirebilecek veya 5 kat artırabilecek.

Ne anladığımı sorarsanız:
İşte bir kazık daha geliyor… Katılım payı ödemeden muayene olmak artık tarihe karışıyor.

Varan-7
-İşsiz ve çalışmayan, emekli de olmayan ve 18 yaşından büyük bütün vatandaşlarımız 1 Ekim 2010 gününden itibaren zorunlu GSS’li sayılacaklar ve her ay SGK’ya, GSS primi ödemekle mükellef olacaklar. Bunu beyan etmezsen ağır idari para cezası var.
Nasıl mı?
İşsizler, 1 Ekim 2010 günden itibaren 10 günü takip eden bir ay içinde GSS bildirgesi doldurulup SGK merkez müdürlüklerine verilmezse, önce vermeyen herkese bir asgari ücret yani 760.50 lira idari para cezası uygulanacak, ayrıca bu kişiler ayda 1521 liradan fazla kazanıyor kabul edilip 183 lira aylık GSS primiyle cezalandırılacaklar.

Anlamadınız mı?

Tekrar edelim: 1 Ekim 2010 tarihinde işten ayrılan sigortalı (işçi-memur- Bağ-Kur’lu) bir vatandaş, en fazla 9 Ekim 2010 tarihine kadar sağlıktan yararlanacak, 10 Ekim-10 Kasım 2010 tarihleri arasında GSS giriş bildirgesi vermezse 760.50 TL para cezasına çarptırılacak.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/29 Temmuz 2010

22 Temmuz 2010 Perşembe

12 Eylül Anayasa Referandumunda oyum HAYIR’dır…


Valla konuya girmeden hemencecik Twiter paylaşım sitesinde geçen bazı cümleleri aynen veriyorum:

-12 Eylül'de bayram tatiline gitme, gidersen de yarıda kes, git referandumda oyunu kullan, İki elin kanda olsa da git oyunu kullan.

‎-Habur’da teröristin ayağına gönderilen HAKİM, Yarın ANAYASA MAHKEMESİNE üye olmasın diye '' HAYIR''!

-Bugün sol kesimin 'evet' oyunu almak Erdal Eren üzerinden ağlayan Sayın Başbakan Tayyip'e, Erdal'ın ailesinden cevap: Biz referandumda HAYIR oyu vereceğiz.

-Faili meçhul siyasi cinayetleri araştırma komisyonu kurulmasını mecliste reddeden AKP mi 12 Eylül'le hesaplaşacak!

-1 Mayıs katliamını araştırma teklifini reddeden AKP mi 12 Eylül'le hesaplaşacak!

Gelelim benim düşünce ve yorumuma…

Görünen o ki EVET diyecek cephe açığa çıktı. Meclis içinden AKP, meclis dışından SP, BBP, Memur-Sen, Liberaller…

HAYIR diyecek cephede ise meclis içinden CHP, MHP, meclis dışından DP, DSP, HEPAR, TP, DİSK, KESK…

Meclis içinden BDP ise boykot edecek ve sandığa gitmeyecek…

Yine görünen o ki her iki cephe için de referandum bıçak sırtında gidiyor…

Sonuç için her iki olasılığın da ortada olduğu için bu kadar kavga gürültü boşuna kopmuyor…

Siyasi figürlerden ağlayan mı ararsınız, sızlayan mı ararsınız, bağıran mı ararsınız, kısaca halkı etkilemek için her şey mubah oluyor…

Bence referandumda oy kullanacak vatandaşların yarısı değişecek 26 anayasa maddesine göre oy kullanmayacaktır. AKP’nin icraatlarından ve buna paralel kazancından memnun olanların EVET, memnun olmayanların HAYIR vereceği kesindir.

Diğer yarısı da bizzat partili olan vatandaşlarımız olup; AKP’liler EVET verecek, CHP ve MHP’liler HAYIR verecektir…

12 Eylül 2010 günü yapılacak referandumda HAYIR diyeceğimi artık uzunca anlatmama gerek var mı bilmiyorum. Elbette her insanın algılamada seçiciliği farklıdır. Birçok faktör algılamada dolayısıyla EVET veya HAYIR kararını vermede belirleyici rol oynamaktadır. Siyasi olaylarla dolu hafızamın repertuarı; HAYIR oyu vermemim hayırlı olduğunu söylüyor…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/22 Temmuz 2010

Taoculukta Cinsellik (Jing Gong)


Cinsel uygulamalar en eski zamanlardan beri Taoculuk bünyesinde yer alır. 4600 yıl kadar önce Taocu Sarı İmparatorHuang Ti ’nin cinsel yoga sayesinde ölümsüzlük kazandığı, 100 yıllık başarılı hükümranlığının sonunda gün ortasında “cennete yükseldiği” rivayet edilir. O zamandan beri Taoculuk cinsel enerjiyle çalışmaya yönelik pek çok pratiği içerir. Bu uygulamalar amaçlarına göre farklı gruplara ayrılırlar.

Sağlıklı yaşamak ve ölümsüzlüğe ulaşmak için jing ’in (cinsel enerji) korunması ve güçlendirilmesi hem tıp, hem de simyada merkezi bir yer tutar.

Jing , erkeklerde boşalma yoluyla, kadınlarda ise aylık kanamalar sırasında ve doğum sürecinde tüketilir.

Bu nedenle, erkekler için Jing Gong, cinsel enerjiyi koruma, güçlendirme, devindirme ve dönüştürme hedeflerinin temeli olarak boşalmayı kontrol etme metotları üzerinde yoğunlaşır.

Kadınlar için ise Jing Gong, (“kızıl dragonun katledilmesi“ olarak bilinen) adetlerin kontrolüne yönelik egzersizlere ağırlık verir.

Taocu gelenekte cinsel sağlık ve hijyen genel bir kitleyi hedefler; bekarlığı seçmiş keşişler, aileler veya yoga ustaları, üreme sistemlerini sağlıklı tutmanın yollarını öğrenmekten eşit derecede yararlanırlar.

Ayrıca uygulamalar arasında kadınlarda vajina kaslarını güçlendirmeye ve orgazmik potansiyeli arttırmaya yönelik ‘Yeşim Yumurta’ egzersizleri, göğüs ve haya masajları vardır.

Taocu literatür ve sözel gelenekler, kişinin partneriyle daha üst derecede cinsel haz ve uyum elde etmesini hedefleyen bazı pratiklerini de içerir.

Bu kitaplar öncelikle evliler için yazılmış olup fang-chung (“yatak odası sanatı”) literatürü olarak anılır.

Hindistan’ın Kama Sutra ’sı ve Japonya’nın “yastık-altı kitapları” gibi, bu kitaplar da kişinin partnerini uyarması, cinsel refleksoloji, erkeklerde boşalma kontrolü ve kadınlarda uyarımı arttırmaya yönelik pozisyonların ve tekniklerin çeşitlemelerini sunar.

Erkekler Yang olarak bilinir - tıpkı ateş gibi, çabuk ısınan ve çabuk soğuyan. Buna karşın, kadınlar Yin ’dir - su misali, kaynamaları uzun sürer, ancak sonra uzun süre sıcak kalırlar.

Dengeyi kurmak için, erkek kadını kaynama noktasına getirinceye kadar ateşini sürdürme sanatını geliştirmelidir.

Kadın ise, daha çabuk ve daha güçlü kaynamayı ve erkeğin ateşini gereğinden önce söndürmemeyi öğrenmelidir.

İşte bu, Yin-Yang dengesinin Taocu sanatıdır.

Taocu ustaların cinselliğe yaklaşımı ise farklıdır; onlar salt haz almayı değil ölümsüzlüğü hedef alırlar. Bu yüzden Taocu kadın ve erkek ustalar, Yin ve Yang enerjilerini takas etmek, geliştirmek ve dengelemek adına elverişli bir pratik olarak cinsel birleşmeyi deneyimlerler.

Çoğu Taocunun cinsellikten uzak kalarak ölümsüzlüğü hedeflemesine karşın, ikili işlem veya “aşılama” (kişinin partnerinden Yin veya Yang enerjisini ödünç alması) çoğu kişi tarafından içsel simyevi dönüşümün hızlı bir yolu olarak kabul edilir.

Taocu uygulamalar için kutlu mekanlar olduğu gibi, kutlu zamanlar da vardır.

Çin astrolojisi gökteki hareketleri insan anatomisine ve fizyolojisine ilişkilendirir.

Kişi yaşamı boyunca doğanın örüntüsüyle uyum içinde sade ve ölçülü bir biçimde Tao’yu takip ederse, eninde sonunda Tao’yu idrak edebilecektir.

Şimdi gelelim işin en zor yanına yani benim yorumuma…

Bugün büyük bir gazetemizin manşetinde bir başlık gördüm. Bakın aynen yazıyordu?

Cinsellikte dibe vurduk!

Çare?

Bence Taocu olacaksın::))

Neyse işimiz şakadır.

Hakikaten bir öğretiyi ya da doktrini mükemmel ve eksiksiz kılan cinsel bilgilerdir kanaatindeyim…

Bakın neredeyse tüm Uzakdoğu’yu etkileyen Budizm de bile cinsellik öğretilmektedir…

Bazı bilgiler kişisel repertuarını ve ufkunu genişletir. İşte bu konuda onlardan biridir. Teori de olsa değerli bilgidir. Hep merak ederdim ve kendimce muhtelif nedenlerle bağlardım. Neyi mi? Erkek kadın yaşam sürelerinin neden farklı olduğudur. Etrafınızda, şehrinizde çok sayıda dul kadın bulunduğunu gözlemlersiniz. 40 yaşına kadar kadın erkek yaşam süreleri neredeyse eşittir. Ancak bu yaştan sonra erkekler aleyhine dramatik düşüş başlar.

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) verilerini tek tek inceledim. Bu konuda kafa yorduğumun kanıtı aşağıdaki linktedir

http://blog.milliyet.com.tr/Erkekler_dikkat_derim/Blog/?BlogNo=51482

Nihayet somut bir teori buldum. Bakın neden erkek nüfusu dramatik olarak düşüyormuş?

Çünkü spermler büyük miktarda yaşamsal enerji içerdiğinden, boşalma erkek için büyük miktarda yaşamsal enerji kaybı anlamına gelmekteymiş.

Bunun kanıtı da erkeğin boşalmanın ardından kendisini son derece bitkin
hissetmesi olarak gösterilmiş.

Boşalma, genellikle gelmek olarak adlandırılır. Aslında doğru kelime gitmek olmalıydı çünkü boşalmayla birlikte her şey (sertleşme, yaşamsal
enerji, milyonlarca sperm, hormonlar, besinler, hatta erkeğin kişiliğinin küçük bir bölümü) gitmektedir. Bu, bir erkek için ruhsal, zihinsel ve fiziksel açıdan, farkında olmadan yaptığı büyük bir fedakarlıktır.

İstatistiklerine göre, yaşamın ilk kırk yılında kadın ve erkeğin ölüm oranları
yaklaşık olarak aynıdır. Bunun nedeni kadın ve erkeğin kendilerini eşit ölçüde tüketmeleri olabilir yani, kadınlar menstrüasyon (regl) yoluyla, erkeklerse boşalma yoluyla enerji yitirirler. Ellili yaşlarda olanlar içinse istatistikler farklıdır; kadınların ölüm oranı erkeklerinkinden %25 daha
azdır.

Bir çok kadının kanamasının menopoz geçirdikten sonra sona erdiği de; Erkeklerin ellili yaşlarda boşalmaya devam ettikleri de birer gerçektir. Bu oran altmışlı yaşlara gelindiğinde iki katına çıkar, yetmişli yaşlardaysa daha da dramatik bir hal alır; erkeklerin ölüm oranı kadınlarınkinden %75 daha fazladır. Erkeklerin yaşam boyunca boşalmaya devam ettikleri gerçeği, bir çok dul kadın olmasına karşın dul erkek sayısının çok az olmasını açıklar ama bu neden çoğunlukla göz ardı edilir.

Uzun lafın kısası Taocu felsefeyi öğrenmekte fayda vardır benden söylemesi…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/20 Temmuz 2010

20 Temmuz 2010 Salı

Tao, Taoculuk, Taoizm temel bilgileri…


Tao kelimelerle anlatılamaz, ancak sezgilerle idrak edilebilir.

Tao her şeyi besler ama onları yönetmez.

Taoculuğun merkezinde bağlantılılık kavramı yatar.

Yaratmak, sahiplenmeden- Davranmak, beklentisizce- Yönlendirmek, yönetmeden…

Taoculukta varoluş alemindeki göreceli önemsizliğimizi ve inanılmaz önemimizi bir an önce idrak etmemiz gerekir, çünkü evren bizim bilincimizde yansımakta ve kendini orada hayranlıkla izlemektedir.

Taoculukta:

Burnun koklamak istediğini koklamasına,

Gözün görmek istediğini görmesine,

Ağzın söylemek istediğini söylemesine,

Bedenin ihtiyaç duyduğu konfora sahip olmasına

Ve zihnin dilediğince düşünmesine izin vermektir.

Örneğin, eğer kulak müzik dinlemek istiyorsa, onu bundan yoksun bırakmak, işitme duygusunu sınırlamak demektir…

Tao evrenin merkezidir, iyi insanın hazinesi, kötü insanın sığınağıdır. Ve bir hata yaptığınızda, affedilirsiniz. Bu yüzden herkes Tao’yu sever.

Taoculukta ritüellere, seremoniye, vizyona değil, doğrudan deneyime odaklanmadır. (vahiy edilmiş metinler veya dogma yoktur)

Taoculukta hiyerarşik bir yapılanma yoktur (ancak çok sonraları popüler Taoculukta bir rahipler sınıfı ortaya çıkmıştır) ve inanç bazında formüller ve kanunlar söz konusu değildir.

Budizm ve Taoculuk arasındaki ideolojik farklılıkların en büyüğü, misyonlara ve dine yeni katılanlara karşı takındıkları tavırda yatar.

Budizm’in gezegendeki en büyük üç dinden biri olmasının nedenlerinden biri, tarih boyu süren agresif dini yayma çabalarıdır.

Taocu bunu bir çeşit zorlama olarak görür ve buna yeltenmez bile.

Taocu’ya göre Tao, tek başına gücünü ve varlığını duyarlı bir insana hissettirmeye yetkindir.

İnsanları dine çekmek adına vaaz vermek fikri, Taoculuğun en temel öğretilerine aykırı düşer. Tao Te Ching şöyle der:

Üstat eylemdedir, bir şey yapmadan, öğretir… Çabalamadan olanın gelişine izin verir, kaybolanın ise gidişine…. Sahiptir ama sahiplenmez, çalışır ama beklentisizce… İşi tamamlandığında, unutur, bu yüzden zamansızdır edimleri…

Başından beri Taoculuk, hem felsefik, hem de şamanik formlarıyla, çalışan kesimin taraftarlığını ve desteğini kazanmış ve popüler bir halk-dini olmuştur.

Çince bir kelime olan Tao (okunuşu ‘dow’), ‘yol, rota’ anlamına gelir. En genel anlamıyla bir şeyi yapma yöntemi veya bir hedefe giden yol demektir. Bir üst açılımda Tao, evrenin yolunu, her şeyin oluş biçimini ifade eder.

Spiritüel bir sistem olarak ise Tao, zihnin ve gerçekliğin yaradılışsal niteliğini idrak etmenin ve doğanın değişimleriyle uyum içinde yaşamayı öğrenmenin yoludur. Bu yüzden Tao, bir ve bütün olarak, hem amaç, hem yol, hem de yolculuktur.

Doğadaki değişimleri gözlemleyerek ve bu modelleri anlayarak, doğanın prensiplerini kendi yaşamlarına uygulayabilecekleri ve böylece evrenin akışıyla, yani Tao’yla, uyumlanabilecekleri sonucuna vardılar.

Tao’yla en üst derecede bağlantıyı kurabilen kişiye, yani varlığının özüne, kaynağa dönmüş olana, hsien veya ‘ölümsüz’ denir,

Yüzyıllar boyunca Taocu öğretinin, hepsi de günlük yaşamın aktivitelerini Tao ile bütünleştirmeyi amaçlayan pek çok kolu gelişti.

Bunlar meditasyon,

Diyet yöntemleri,

Çin tıbbı,

Qi Gong ,

Dövüş sanatları,

Cinsel uygulamalar,

Askeri strateji,

Astroloji,

Dışsal ve içsel simya,

Kehanet,

Maji ve talismanlar,

Ritüel,

Feng Shui (geomancy=remil),

Kutsal mimari ve sanat alanları gibi birçok disiplinleri içermektedir.

Yetenekli bir mürit, yetkin bir mürşidle karşılaşmış olsa bile, Taocu çalışmanın çok çeşitli alanlarında uygulama yapması ve ustalaşması onlarca yıl, hatta bir ömür sürebilir.

Bu nedenle günümüzde kendilerini Taocu olarak tanımlayan çoğu kişi, Taocu sanatların ancak bir veya ikisini çalışıp uygulayabilecek durumdadır.

20. yüzyıl sonlarında yaşayan Cheng Man-Ching, Taocu sanatların beşinde --dövüş sanatları, Çin tıbbı, resim, şiir ve kaligrafi-- beceri kazandığı için “Beş Mükemmelliğin Üstadı” olarak büyük takdir görmüştür.

Yazarın Kişisel Değerlendirmesi:
Taoculuk da Çin’in yerel geleneğinin metamorfoza uğramış şeklidir.

Çinliler de çağımızda Taoculuğun ne ifade ettiği konusunda uzlaşmada sıkıntı yaşadılar.

Taoculuk bazen törensel bir din, bir felsefe, Çin folk dini, simya, bir maji öğreti sistemi veya yoga benzeri bir dizi sağlık uygulaması olarak düşünülür.

Çoğunlukla belli bir disiplinin yandaşları diğerlerini bölücü, sapkın veya sadece Tao’nun eksik parçaları olarak değerlendirip küçümseme eğilimdedirler.

Sağlık, refah ve sevgi adına tüm kazanımlara rağmen, yaşama ilişkin kesin olan tek şey, ölümle sona ereceğidir.

Sağlıklı ve varlıklı olmak, eğer kişinin yaşamında mana eksikse sadece sınırlı bir değer taşır.

Taocu sanatların yukarda bahsedilen faydaları iyi ve güzel olsa da, ben Taoculuğun nihai amacının ölümsüzlük olduğuna inanıyorum.

Ölümsüzlük, aydınlanma (evrensel akılla bilinçli birleşme) ve yer ve gökyüzü gibi sonsuza dek yaşayacak biçimde spiritüel değişime uğramış bir beden kazanımı ile eşanlamlıdır.

Benim Kişisel Değerlendirmem:
Uzakdoğu’nun en kalabalık nüfusunun yaşadığı Çin’de yüzyıllardır hayat bulan, dünyada da yaygınlaşan Taoculuk ya da Taoizm bir inançtan öte yaşam öğretisi ya da doktrini diyebilirim. Sistem özü itibarıyla düşünceye dayanan felsefi davranış modellemeleridir…

Bence en önemli noktası her şeyin doğumla başlayıp ölümle bitmesine bağlanmasıdır. Göreceli olarak insanların işlediği kötülüğünde, iyiliğinde bu dünyada yaşanıp, bittiğini anlatıyor…

Son bin yıla bakarsak Çin ve Çinliler hep aynı coğrafyada var olabilmelerinin bence en önemli gerekçesi felsefi düşüncelerini yaşama yansıtmalarıdır.

Taoculuğu akılla doğayı ve insanı anlamaya çalışmak olarak adlandırabilirim…

Not: Benim ve birçok insanın yabancısı olduğuna inandığım bir konuyu araştırma ve şahsi katkılarımla yansıtmaya çalıştım. Yarın ise Taoculuk dendiği zaman hemen akla gelen Taoculukta Cinsel Uygulama (Jing Gong) konusunu yazacağım.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/19 Temmuz 2010

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Dinler Tarihi…


Geçen Cuma akşamı saat 01.05’de HABER-TÜRK TV Kanalında Teke tek özel programının tekrarı vardı. Tesadüfen denk geldi ve saat 04.00’a kadar ekrana takılı kaldım. Konu ise dinler tarihi…

Konuk Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Yardımcı Doçent Doktor Kürşat Demirci idi. Sunanlar Fatih Altaylı ve Tarihçi ve Yazar Murat Bardakçı…

Murat Bardakçı Bey, pek konuya müdahil olmadı da, işte zaman zaman soruları destekleyen ifadeler kullandı. Tüm soruları Fatih Altaylı sordu ve Kürşat Demirci yanıtladı.

Kürşat Demirci belli ki konusuna çok hakim, entelektüel yanı çok kuvvetli, antropolojiye ve teolojiye çok meraklı, çok gezmiş, yerinde görmüş, çok okumuş, çok araştırmış hatta tüm birikimlerini kitap haline de getirmiş bir aydınımızdır…

İşte akla gelebilecek, her çeşit absürt sayılabilecek sorular program boyunca soruldu. Aklımda kalanlardan bazılarını paylaşmak isterim.

Mesela Hazreti Adem dünyaya geldiği zaman başka canlılar var mıydı? Buna kesin bir yanıt verilemedi.

Mesela şeytan olmasaydı biz insanların yeryüzüne gelmemiz söz konusu olabilir miydi?

Olamazdı.

Aslında şeytana kızılıyor ama sevilmesi gerekir dendi…

Hazreti Adem yeryüzüne geldiği zaman Allah’ın emirlerini taşıdı mı?

Olabilir dendi… Gerçi henüz daha yontma taş devrini yaşayan insanoğlunun gelişim formunu tamamlamadığı düşünülürse… Dine dair ritüeller, seremoniler neolitik çağda başlıyor… Sümerler zamanından kalma birçok tabletler bunlara kanıt oluyor…

Nuh’un gemisiyle ilgili en önemli mitin aslında Allah’a yalvaran şeytanın gözyaşlarıyla alemin sular altında kalmasıyla oluştuğu da vurgulandı.

3 semavi dininin kutsal kitapları dikkate alındığı zaman Tevrat’ın kuralları çok sert olduğu bu yüzden İncil’in geldiği, zamanla İncil’in de kuralları çok yumuşak kaldığı, bunu üzerine Kuran’ı Kerim’in indiği söylendi.

Bu programda dikkatimi çeken en önemli hususun Uzakdoğu inanç sistemleri ya da doktrinleri oldu…

Yeryüzü insanlarının inançlarının Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıktan ibaret olmadığı ve nerdeyse 2 milyara insana hitap eden Budizm ele alındı… Çinlilerin Taoizm, Konfüçyüsizm doktrinlerine günümüze kadar muhafaza ettikleri ve inandıkları anlatıldı…

İnsanların varoluşundan beri gök ve yere inanç sistemlerinde hep önem atfettikleri tabletlerden, yazılardan, resimlerden anlaşılmaktadır dendi...

Bir diğer dikkatimi çeken konu ise deccallardı. Allah’a inanan ama dinlere inanmayan insanlar grubu için söyleniyor ya... Allah’ın varlığını ve birliğine inanıyor ancak kendilerince kalp ve zihin güzelliği oluşturup; yarattıkları ahlak normlarıyla yaşamını götüren insanlara deccal deniyor ya... Bu noktada Murat Bardakçı devreye girdi ve dinsiz böyle bir şeyin mümkün olamayacağını, çünkü ibadet gibi ritüellerden yoksun olması, Allah nazarında kabul görmesi söz konusu olamaz tezini savundu.

Daha başka bir sürü konu başlığı vardı ama aklımda bunlar kalmış…

İyi de dinler tarihi üzerine bu kadar değerli bilgi paylaşımından ben ne gibi sonuçlar çıkardım:

Bence 5 milyon yıl öncede, 10 bin yıl öncede, 5 bin yıl öncede ve 2010 yılında da dünyaya gelen insanoğlu ve hep şu soruların yanıtını aramış: ‘’Ben nerden geldim? Ben nereye gideceğim? Uzakdoğu, Ortadoğu ve Avrupa hala soruyor…

Sorgulamayan ya da sorma cesaretini yitiren insanoğlu ya 3 semavi dininin öğretilerine ya da Uzakdoğu inanç doktrinlerine sarılıyor…

Ama yine bence 2100 yılına da gelsek bazen gizli, bazen açıktan bu sorular hep sorulacaktır. Niye dünyaya geldik, niye bu dünyadan göçüyoruz?

Daha güneş sistemini tam keşfedememiş insanoğlu evrenin sonsuzluğunu nasıl açıklasın?

Ha burada sonsuz kelimesi görecelidir. Çünkü bilinmediği için sonsuz denmiş ve kabul görmüştür.

Ne bileyim belki sonsuz değildir ve bir bütünün parçasıdır… Ya da bütün diye bir kavram yoktur… Çünkü yaratılan tüm kavramlar olmuş ve görülmüş üzerine tanzim edilmiştir. Olmamışlar ve görülmemişler üzerine kimse kavram icat edemiyor… İnsanoğlunun aklı ve mukayesesi bu noktada donuklaşıyor…

Neyse daha fazla uzatmaya ve kafaları karıştırmaya gerek yoktur. Ben bir programda zengin bilgilerle donatılmış dinler tarihini izledim ve kendimce böyle absürt, sapkın, sakat düşünceleri paylaştım. Siz yine de bildiğiniz yoldan ayrılmayın derim…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/19 Temmuz 2010

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Bucak CHP İlçe Başkanı ve yönetim kurulu üyeleri ziyaretlerine devam etti…





Malumunuz yaz mevsimin tam ortasındayız. Geleneksel mahsuller (Buğday, arpa…) tarladan kalktı ve satıldı. Sıra neye geldi? Borçla, harçla da olsa düğünlere… Ramazan ayının (oruçların) başlangıcına kadar düğün etkinlikleri rekor sayıya ulaşır. Bazen haftada 40-45 düğün yapılır.

Bu durumdan siyasetçiyi de vazife çıkıyor.

Bucak CHP İlçe Başkanı Sayın Recep Mutlucan,

(Muhtemelen 2011 Genel Seçimleri’nde CHP Burdur Milletvekili Aday Adayı olacak… Çünkü 8 yıllık Bucak CHP İlçe Başkanlığı görevini başarıyla sürdürmesi, Burdur’un merkezinde ve tüm ilçelerinde tanınması ve çok sevilmesi, Örgütçülüğü ve başarılı yöneticiliği, Meslek Yüksek Okulu İşletme mezunu olması, en önemlisi hakkında en ufak olumsuz izlenim ve yorum bulunmaması dikkatte alındığı zaman bana göre çoktan hak etmiştir.)

Yönetim Kurulu Üyeleri Ömer Özdamar, Bahtiyar Sayın, ve partilimiz Osman Eğiş beraberliğinde düğün ziyaretlerinde bulunduk.

Nerelere mi?

Bucak Merkeze, Kocaaliler Beldesine, Kızılkaya Beldesine, Gündoğdu Beldesine, Karapınar Köyüne…

Gelelim izlenimlerime…

Halkın CHP’ye olan ilgisi her geçen gün artan bir ivmeyle yükselmektedir.

Örnek mi?

Bakın, Kızılkaya Beldesi geçen dönem CHP Belediye Başkan Adayımız Sayın Naci Aktaş’ın düğününde neler oldu?

Düğüne vardık. Mübarek olsun dedik ve masaya oturduk.

Bir anda etrafımız sarıldı ve vatandaşların ortak söylemi doğdu:

AKP’den kurtulmak için CHP’ye katılmak…

Kim ne derse desin; Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP, halk hareketinin ortak çekim merkezi haline geldi…

Muhtarlarımız başta olmak üzere köylü vatandaşlarımız AKP İktidarından kurtulmak ve sorunlarını çözmek için tek seçeneğin CHP olduğunu rahatlıkla ifade edebiliyorlar…

Bu tespitler elbette Bucak CHP İlçe Başkanımızı ve biz örgüt üyelerini heyecanlandırıyor ve sevindiriyor ama aynı zamanda daha çok çalışmaya, daha çok yorulmaya sevk ediyor…

Son olarak ‘’CHP’nin iktidar ışığı tünelin ucunda görülmüştür’’ cümlesine kendimden emin olarak kurabiliyorum…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/17 Temmuz 2010

15 Temmuz 2010 Perşembe

Gazeteci Mustafa Balbay’ın hukuki durumu benim vicdanımı kanatıyor…


İsterseniz şöyle bir hafızamızı yoklayalım sonra görüşümü ve düşüncemi açıklayayım…

Ergenekon soruşturması kapsamında ilk olarak 1 Temmuz 2008`de gözaltına alınmıştı. Mahkeme tarafından 5 Temmuz`da tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.

Aradan 9 ay geçiyor ve 06 Mart 2009 günü 2 nci kez gözaltına alınıyor. Ogün bugündür yani yaklaşık 16 aydır tutukluluk hali devam ediyor.

Silivri Ergenekon davasının birçok duruşmasında Mustafa Balbay’ın tahliyesi için dilekçe veriliyor ve hep nedense 2’ye 1 oyla ret ediliyor. Mahkeme Başkanı hakim ‘’evet’’ diyor, üye 2 hakim ‘’hayır’’ diyor…

Tahliye denince yanlış anlaşılmasın ha… Ergenekon Davası Balbay dışarıdayken devam edecek, mahkeme sonuçlanacak, suçu sabit görülürse cezası verilecek. Müteakiben Yargıtay, mahkeme kararını onaylayacak ve kesinleşecek. Varsayalım ki hapis cezası aldı. O zaman tutukluluk halinde geçen süre toplam cezasından düşülecek, kalan hapis cezasını teslim olup bir hapishanede çekecektir. Hani kafalar karıştırılıyor ya… Ondan dolayı bu açıklamayı yaptım…

15 Temmuz 2010 günü yani bugün bir haber okudum. Bakın ne diyor o haberde?...

Silivri Cezaevi’nde Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunan gazeteci-yazar Mustafa Balbay, gazeteci-yazar Tuncay Özkan ile emekli Albay Atilla Uğur, TBMM İnsan Hakları Başkanlığı’na ortak başvuruda bulundu. Üçlü, “sistematik zulüm altında” bulunduklarını bildirdi. Balbay, Özkan ve Uğur, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’le acil görüşme talebinde bulundu.

Zaten bu yazıyı yazmamın ana nedeni de bu haberdir.

Arkadaş sevelim ya da sevmeyelim ama Gazeteci Mustafa Balbay’ın isyanı haklıdır.

Neden mi?

Yahu adam yazı adamıdır. Deliller toplanmış, iddianame hazırlanmış ve mahkemeye sunulmuş. Mahkeme çok sanıklı olduğu için uzun süreceği kesindir. Ehee o halde, Gazeteci Mustafa Balbay neden tutukluluk hali devam ediyor?

Diğer bir husus ise şudur. Hep duyuyorum ve okuyorum ki yok Mustafa Balbay darbeciymiş, yok darbe heveslisiymiş, yok darbecilerle dirsek temasındaymış falan filan…

Arkadaşlar! Hükümeti devirmek için bu adam eline silah almış mı? Hayır… Bu adam bir yere bomba atmış mı? Hayır…

Eheee ne yapmış?

Düşünmüş, yazmış, çizmiş…

Neyi?

Darbeyi düşünmüş… (Hani iddiadır.)

Sana ne! Hani düşünce suç değildi ve evrensel ilkeydi…

Adamın keyfinin kahyası mısınız?… Ne düşüneceğini birilerinden icazet mi alacak?

Bugün bir düşünün bakalım… Düşünce özgürlüğü temelinde neler söyleniyor neler… Adam Kürtlerle Türkler artık ayrılığı konuşmaya başlamalı diyor… Kim? Türkiye’nin en ünlü köşe yazarı…

Adamın biri artık Kürdistan kurulması için müzakereler başlamalı diyor ya da diyebiliyor…

Kızdığım için söylemiyorum ha… Çünkü adam düşünce temelinde her şeyi söyleyebilir…

Düşünce bazında faşizmi, komünizmi, teokrasiyi savunabilir… Ya doğru dersin ya da yanlış dersin geçersin…

Eline silah almayan yani düşüncesini tehditle, korkuyla, zorla kabul ettirmeye çalışmayan her türlü düşünce serbesttir bana göre…

Zaten aksi halde, PKK’nin siyasi kolu bir partiye oy veren 6 milyon seçmenin hemen tutuklanması gerekir…

Neyse işin özü Gazeteci Mustafa Balbay’ın düşüncesinden ve yazılarından dolayı bu kadar süredir tutukluluk halinin devam etmesi en azından benim vicdanımı kanatmaktadır…

Umarım ve dilerim yargımız en kısa zamanda bu konuda hakkaniyetli bir karar verecektir diye düşünüyorum…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/15 Temmuz 2010

11 Temmuz 2010 Pazar

Burdur CHP İktidar Koşusu Yemeği…








Burdur Halk Plajı karşısı Çendik piknik alanında, Burdur CHP Merkez İlçe Başkanlığının organize ettiği ‘’iktidar koşusu yemeğine’’ Bucak CHP İlçe Örgütü olarak 30 küsur kişiyle katıldık.

11 Temmuz 2010 günü saat 12.00’da başlayan birlik ve dayanışma ruhuna uygun etkinliğe, Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan başta olmak üzere belediye başkanları, STK (Sivil Toplum Kuruluşu) Başkanları, muhtarlar ile Burdur merkez ve ilçelerinden çok sayıda partili, partisiz vatandaşların katılımı olmuştur.

İlk konuşmayı etkinliği organize eden Burdur CHP Merkez İlçe Başkanı Recep Karakaya, daha sonra sırasıyla CHP Burdur İl Başkanı Süleyman Erman ve Burdur Milletvekili R.Kerim Özkan yapmışlardır.

Konuşmaların özünde; AKP İktidarına referandum oylamasında sarı kart, genel seçimlerde kırmızı kart gösterilmesi vurgulanmıştır.

Etkinliğe katılamayan ancak mesaj yollayan başta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere çok sayıda milletvekilinin gönderdiği mesajlar okunmuş ve alkışlanmıştır.

Müzik eşliğinde pilav üstü döner ve ayran ikram edilmiştir. Haliyle siyaset üzerine sohbetler edilmiştir, kısaca neşeli ve mutlu saatler geçirilmiştir…

Bu etkinliğin düzenlenmesinde katkı koyan, uğraşan, emeği geçen herkese ne kadar teşekkür etsem azdır. Çünkü CHP Kurumsal Kimliği mesire alanında görsel olarak gösterilmiş, sesli olarak duyurulmuş, aidiyet duygusu pekiştirilmiş…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/11 Temmuz 2010

8 Temmuz 2010 Perşembe

CHP, her iki tarafı keskin bıçak stratejisi izliyor…


Önce olayı biraz anımsayalım mı?

Malum AKP İktidarı toplam 26 maddelik anayasa değişiklik paketi hazırladı. Referanduma gidecek oy oranıyla TBMM’den geçti. Sayın Cumhurbaşkanı onayladı ve resmi gazetede yayınlandı. YSK referandum için hazırlıklarını yaptı ve 12 Eylül 2010 tarihini halk oylaması günü olarak belirledi.

Bu arada CHP özellikle HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yapısını değiştiren düzenlemeler başta olmak üzere diğer teknik konuları gerekçe göstererek, 111 milletvekilinin imzasıyla, Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvurusu yaptı.

Anayasa Mahkemesi önce iptal başvurusunu kabul etti sonra nihai kararını açıkladı. Paketin tümden ret talebini kabul etmedi. Ancak bazı cümleler, tümceler üzerinden kısmi iptal kararı verdi. Ama tüm maddelerin anayasaya uygunluğunu kabul etti.

Buraya kadar yaşananları özet olarak göz önüne getirdik.

Şimdi benim şahsi düşünce ve yorum analizime gelelim…

Anayasa değişiklik paketine karşı Eski CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal zamanında izlenen siyasi strateji birçok hataları barındırıyordu.

Örnek mi?

Ben olsam tartışmalı 3-4 madde hariç diğerlerinde olumlu oy verirdim. Böylece referandumda elimi daha güçlü tutardım. Halka döner; sakıncalı ya da tartışmalı maddelere ‘’hayır’’ diyorum ancak diğer maddelere ‘’evet’’ diyorum derdim.

‘’Paketin içinde bu kadar yararlı anayasa değişiklik maddeleri vardır ama bir o kadar da zararlı anayasa değişiklik maddeleri vardır.’’ argümanını kullanarak halkı, daha kolay ikna ederdim.

Neyse geçmiş geçmişte kalmıştır.

Bugünkü cari ya da mevcut durum karşısında CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu nasıl bir strateji izlemelidir?

İzlenecek referandum taktiğinin artıları, eksileri neler olabilir?

CHP’deki ilk izlenimlerim, AKP hükümetine karşı referandumu halkın güven oylamasına çevirme stratejisi üzerine siyasi oyun planı oluşturduğu yönündedir.

Bence çok tehlikeli siyasi bir hamledir. Çünkü tartışmalı 3-4 madde hariç diğer maddelerin halkın yararına olmadığını nasıl anlatılabilir?
Mesela 12 Eylül askeri darbecilerinin yargılanması önündeki engelin kaldırılmasını öngören anayasa değişiklik maddesine nasıl hayır diyeceğiz?
Ya da yetersiz olmasına rağmen ‘’memurlara ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme yapma hakkı tanınacak’’ diyen maddeye nasıl hayır denmesi sağlanacak?

Peki, ne yapılmalıdır?

Şahsi düşüncem halka şu noktaların altı çizilerek anlatılmalıdır.

Ey halkım!

26 maddelik anayasa değişiklik paketinin içinde tartışmalı 3-4 madde vardır.

Bu itirazımızı Anayasa Mahkememize yaptık.

Ancak kısmi iptallere rağmen nihai olarak tüm maddeler anayasaya uygun bulunmuştur.

Referanduma gidilecektir.

Sakıncalı maddeleri ihtiva eden anayasa değişiklik paketi, sandıkta önünüze gelecektir.

Artık takdir sizindir.

Ancak iktidara gelir gelmez; bu sakıncalı anayasa değişiklik maddelerini başta olmak daha çağdaş, daha uygar, toplumun geleceğe güvenle bakabildiği yeni bir anayasa yapma sözünü de şimdiden veriyorum der…

Bence Sayın Kılıçdaroğlu bunları dedi mi, iş bitmiştir.

Öbür türlüsü ise anayasa paketinin referandum oylamasını AKP’ye hayır kampanyasına çevirmektir.

Geçmişte bu siyasi taktik tuttu.

Eski siyasilere ve partilere ‘’EVET’’ diyenler daha fazla demokrasi diyordu.

Rahmetli Özal ve hükümeti ise eski siyasilere ve partilere ‘’HAYIR’’ diyerek daha dar demokrasi diyordu.

Demokrasi denmesine rağmen bu referandum da bile yüzde 49 hayır, yüzde 51 evet çıktı.

Sonuç olarak kıl payıyla da olsa Özal ve hükümeti yenildi. Yapılan ilk genel seçimde de iktidarı kaybetti.

CHP siyasi oyun kurucuları, çıkabilecek şu referandum sonucunun etkilerini iyi hesaplamalıdır:

Yüzde 60 oranında evet, yüzde 40 oranında hayır oyu çıkarsa hem CHP için hem de Sayın Kılıçdaroğlu için tahminleri bile aşacak oranda felaket olur.

Eğer CHP dolayısıyla Sayın Kılıçdaroğlu bu referanduma angaje olmazsa, kampanya yürütmezse, sonuçlarına fazla anlam yüklemezse, anayasa değişiklik paketi yüzde 60-70 ‘’evet’’ oyu alsa bile durumu hiç değişmez ve 2011-Haziran ayında yapılacak genel seçimlere kadar Kılıçdaroğlu ve CHP’nin umut olma rüzgarı esmeye devam eder…

Peki, paketi anlatan ve evet oyu isteyen AKP karşısında CHP ne yapmalıdır?

Türkiye’nin en acil ve öncelikli sorununun anayasa değişikliği değil, yoksulluk, yolsuzluk ve işsizlik olduğu anlatılmalıdır. Başka da bir şeye gereksinim yoktur. Böyle yaparak; AKP’nin yürüttüğü ‘’evet’’ kampanyasını çok daha etkisiz hale getirebilirsiniz. Hem de eskiden beri Baykal-Erdoğan atışmasından, çatışmasından beslenen siyasi akımı da boşlukta bırakırsınız.

‘’Bu referandum anayasa değişlikleri referandumu olmayacak bu referandum hükümetin güven oylaması olacaktır’’ denirse; hem siyasi risk alınıyor, hem de Baykal dönemi izlenen yanlış siyasi stratejinin doğurduğu yükü taşımak oluyor… Bana göre çok büyük hata oluyor.

Bakalım neler olacak, neler bitecek, hep beraber göreceğiz ve yaşacağız.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/08 Temmuz 2010

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Bucak Cumhuriyet Halk Parti (CHP)’si ilçe yönetiminden yeni atanan hastane başhekimini ziyaret...


07 Temmuz 2010 günü Bucak CHP İlçe Başkanı Recep Mutlucan, Bucak CHP İlçe Yönetim Kurulu üyelerinden Yelda Eskici, Ömer Özdamar ve Galip Duran, Bucak Devlet Hastanesi Başhekimliğine atanan Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Bilal Çelikbaş’a yeni görevinde üstün başarılar diledi ve tebrik etti.

Bucak CHP İlçe Başkanı Recep Mutlucan, vatandaşlarımıza daha kaliteli ve daha mükemmel sağlık hizmeti için her türlü desteğin verileceğini belitti.

Ayrıca Bucaklı vatandaşlarımızın yoğun talebi ve arzusu olan hastanemize Anjiyo Ünitesinin kavuşturulması önerildi.

Sayın Başhekim, bu konunun fizibilitesi üzerinde çalışmaların ve araştırmaların devam ettiğini, Bucaklılarla, elbirliği içinde en kısa zamanda anjiyo ünitesinin kurulmasına çalışılacağını söyledi.

Ziyaretçi yaşlı insanların giriş kapısında asansör olmaması nedeniyle 100-150 metre koridorda yürümek zorunda kaldıkları anlatıldı.

Ya sadece ziyaret saatleri için asansörün yakınında olan güney kapısının açılmasını ya da ziyaretçi giriş yeri olarak kullanılan kuzey kapısına asansör ilave edilmesi önerildi.

Çevre il, ilçe ve köylerden gelen hasta refakatçilerinin kirlenen çamaşırlarını kendileri yıkayarak; hastane balkonuna astıkları, bunun da güzel hastanemize yakışmadığı anlatıldı. Ya haftanın belirli günü kirli çamaşırların toplanarak hastane çamaşırhanesinde yıkattırılması ya da çamaşırların kurutulması için yer gösterilmesi önerildi.

Sayın Başhekimimiz tüm önerilerimizi dikkatlice not aldı ve gereğini yapacağını ifade etmiştir. Sonuçlarını kısmet olursa başka bir ziyaretinizde aktarırım demiştir.

Buraya kadar nezaket ziyaretimizin haber niteliğidir…

Gelelim benim özel düşünce ve izlenimlerime…

Çavdır’a bağlı Söğüt Kasabasından olan Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Sayın Başhekim Bilal Çelikbaş’ı samimi ve içten buldum.

Bucaklı vatandaşlarımıza verilecek sağlık hizmet kalitesini yükseltebilecek bir vizyona sahip olduğu, ayrıca hem hevesli, hem de kararlı olduğu izlenimi edindim.

Sayın Başhekimimizin Almanya Sağlık Kuruluşunda görev yapması nedeniyle aktardığı bir hizmete ben de aynen katılıyorum.
Nedir o hizmet derseniz:

Yatacak bir hasta, hastane kapısından içeri girdikten sonra artık tüm hizmetler o hastaneye aittir. İlgililer hastayı alır, yatağına yatırır, yemeklerini sağlar, ilaçlarını tedarik eder, kısaca tüm gereksinimlerini karşılar ve hastanın durumu hakkında sadece yakınlarına bilgi verilir…

Oysa bizim hastanemizde en az hasta kadar hasta yakınları ve refakatçileri neredeyse telef oluyor. Çünkü oraya koş, buraya koş, evrak bul, filme götür, doktoru gör… gibi koşuşturmalar; inanın hasta yakını için yetip artıyor ve bitap kalıyor…

Bakalım, görelim sayın başhekimimiz sağlık hizmet kalitesinin çıtasını ne kadar yükseltebilecek?

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Bucak-Burdur/07 Temmuz 2010

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Burdur-Ağlasun-Yeşilbaşköy Beldesi Kiraz Festivali…









04 Temmuz 2010 günü saat 20.00’da Yeşilbaşköy Beldesinin meşhur kiraz festivali meydanda konserle başladı.

Festival konusuna girmeden isterseniz öncesine bir göz atalım…

Bucak’tan saat 19.00 civarında CHP Bucak İlçe Başkanı Recep Mutlucan’ın özel arabasıyla, ben Ömer Özdamar ve 2 partili arkadaşımız Ağlasun’a gitmek üzere yola çıktık.

Yaklaşık 45 dakika sonra Ağlasun CHP İlçe Başkanlığına vardık. Burdur CHP İl Başkanlığından gelen temsilci arkadaşları ve Ağlasun CHP İlçe Başkanlığı Yönetim Kurulu Üyeleri buluştuk. Hoşbeş sohbet ettik ve kiraz yedik. Sigara molasına müteakip Yeşilbaşköy Beldesine hareket ettik.
Araçlarımızı park ettik. Tüm davetlilere ve misafirlere ikram edilen yemeği yedik.

Müteakiben festival etkinlik alanına geçtik. Protokol alanından giriş yaparak yerimizi aldık. Özel bir organizasyon ajansınca düzenlenen sahneye kadın şarkıcı çıktı.

Bu arada Burdur İl Genel Meclisi eski Başkanı ve İl Başkanlığı Kongresi'nde başkan adayı olan Mustafa Taştekin Beyin, güzel ve sempatik kız evladı yanıma oturdu. Biraz konuştuk ve sohbet ettik. Bu arada Milliyet Blog yazarı olduğumu ve gece bu festivali blog olarak yazacağımı anlattım. Kitaplarımı imzaladım. Kız evladımızın babası Mustafa Taştekin Beyle selamlaştık ve tanıştık.

Gece 22.00’da AKP Burdur Milletvekilleri Bayram Özçelik ve Mehmet Alp başta olmak üzere Burdur Valisi, Ağlasun Kaymakamı, AKP Belediye Başkanları, İl Genel Meclisi Üyeleri ile diğer protokol yerini aldı.

Yeşilbaşköy Eski Belediye Başkanı Beyle birazcık sohbet ettim ve bilgileri not ettim.

Yeşilbaşköy Beldesinin nüfusu 2.000 civarında ve 1.400’e yakın seçmen olduğu, adına festival düzenlenen belde kiraz üretiminin yıllık 3 bin ton olduğu öğrenildi.

Son bir not daha ekleyeyim: Halen mevcut Yeşilbaşköy’ü AKP’li Belediye Başkanı Hüseyin Akıncı Beyin, Bir önceki eski AKP’li Belediye Başkanı’nın damadı olduğunu öğrendim. Ailecek siyasete damga vurdukları için bir yönüyle takdir ettim.

Gelelim şahsi gözlem ve yorum analizime…

CHP Ağlasun İlçe Örgütü’nün çok çalışması lazım çok… Başka şeyler söyleyemiyorum çünkü parti içinde konuşulması gereken konulardır…

Diğer mevzu ise binlerce misafiri ağırlamak çok büyük maddi külfet gerektirir… Beldenin Belediye Bütçesiyle bunu kaldırması bana göre olanaksızdır. Her şeyin (yemek, su, ayran) bedava olduğu, özel bir ajansın organize ettiği ve 4-5 sanatçının sahne aldığı festivalin finans yükünü kim çekti acaba?

Neyse Yeşilbaşköy kirazını bizzat yedim ve çok beğendim. Tüm Yeşilbaşköy Beldesinin vatandaşlarına bol kazançlar diliyorum ve misafirperverlikleri için teşekkür ediyorum.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/03 Temmuz 2010

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Sivas-1993 Madımak Aydınlarını Anma…








Malumunuz ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinin kara sayfalarında birisi de 37 insanın yakılmasıdır.

Sivas İli merkezinde yer alan Madımak otelinde, 02 Temmuz 1993 günü hepimizi utandıracak olaya tanık olduk.

İşte bugünün anılması için Burdur CHP Gençlik Kolları ve Burdur Sanat Evi ortaklaşa etkinlik düzenledi.

Akşam 20.30 civarında katledilen aydınların anısına 1 dakikalık saygı duruşuyla program başladı.

Burdur CHP Gençlik Kolları Başkanı ve CHP Burdur Milletvekili R.Kerim Özkan birer konuşma yaptılar.

32 nci Gün Programından alınan ve Can Dündar’ın etkileyici sunumuyla, olayların saat-saat kronolojik olarak anlatıldığı belgesel izlendi.

Ogün, o saatlerde Sivas İlinde yaşananların kim ne derse desin resmen irticai kalkışma olduğu unutan hafızalara yeniden ve bir kez daha kazındı.

Daha sonra nefis bir şiir resitali gerçekleşti ve müteakiben karanfiller bırakıldı.

Etkinliğe, CHP Burdur İl Başkanı ve yöneticileri, CHP Burdur İlçelerinden partililerin katıldıkları görüldü.

CHP Bucak İlçe Örgütü olarak başta İlçe Başkanımız Recep Mutlucan, İlçe Yöneticilerinden Bahtiyar Sayın, Galip Duran, Recep Şimşek, Seyit Yıldız, Bayram Samur ve ben Ömer Özdamar olmak üzere çok sayıda partili ve partisiz vatandaş, CHP Bucak Gençlik Kolları Başkanı ve diğer genç arkadaşlar bu anma töreninde yer almışlardır.

Buraya kadar aynen haber gibi aktardım. Gelelim benim düşünce ve yorumuma…

Bir kere Sivas İlinde devleti temsil eden ancak olayları doğru okuyamayan ve gerekli önlemleri alamayan herkes suçludur.

Bir kere bunun adı irticai kalkışmadır. Çünkü toplanan 15 bin kişinin ‘’Kahrolsun Laiklik’’ sloganları Can Dündar’ın belgesel tarzındaki programında çok net duyuluyor.
Cumhuriyetin en temel kuruluş felsefesi olan Laiklik hedef alınıyor ve bu bağlamda 37 aydın diri, diri yakılıyor.

O dönemin Sivas Belediye Başkanı en büyük ve en belirgin kışkırtıcı iken Refah Partisinden Milletvekili seçilerek; sorumluluktan ve yargılanmaktan kurtuluyor.

Dikkatimi çeken o dönemin valisi, emniyet müdürü görevden alınırken garnizon komutanı kusurlu bulunmuyor. Yani buna sadece Selda’nın bir türküsünde yer alan ‘’yuh yuh’’ nakaratını tekrar ediyorum…

Daha vahimi ise 17 yıldır o utanç mekanın bir türlü utanç müzesine dönüştürülememesidir. Herkesin buna ayak sürümesidir…

Koruyamayan ve diri diri yakılan o insanların yakınlarına en azından çok yüklü tazminat ödemesi gerekirdi. Kimin? Devletin…

Uzun lafın kısası inancından dolayı bir kısım vatandaşlarımıza resmen faşizm uygulanmış ve katledilmiştir. Daha bunun ötesi berisi yoktur.

Söyleyeceklerim benden bu kadardır.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/03 Temmuz 2010

1 Temmuz 2010 Perşembe

Hadi gülelim yahu…


Öncelikle bu fıkraları ya da gülmeceleri bana gönderen İsmail Abiye çok teşekkür ediyorum…

Varan-1

İvan bir haftalığına Paris’e gitmeye hazırlanmaktadır.

Karısı:

- Kocacığım, oradan bana bir Fransız sutyeni alır mısın?

İvan karısına ters ters bakar ve:

- Karıcığım sanki sende göğüs mü var ki oradan sana sutyen getireyim?

- Kocacığım senin külotlarını her zaman benim satın aldığımı unutuyorsun ama!...


Varan-2

Papaz pazar ayininde vaaz veriyormuş.

Vaazın konusu zinaymış.

Papaz:

- Sakin zina yapmayın bu çok büyük günahtır, zina yaparsanız yer gök titrer!

Ancak bu vaazı verirken ön sıralarda oturan bir körpeye de gözü takılmış.

Bir kaç gün içinde kızı yatağa atmayı basarmış.

İsi bitirdikten sonra…

Kız:

-Papaz efendi! Pazar ayininde zina yaparsanız, yer gök titrer dediniz, oysa ben dikkat ettim az önce ne yer titredi ne gök bu nasıl iş?

Papaz sırıtarak:

- Sen bilmezsin kızım, erbabı yaparsa yorgan bile titremez!...

Varan-3

Çok matrak bir adam günün birinde bir bara girer.

Barda çok çekici bir kadının oturduğunu gördüğü an yanına gider ve oturur.

Meraklı bir şekilde sürekli olarak kol saatine bakmaya başlar.

Yanında oturan kadın bir süre sonra dayanamaz ve sorar:

- Randevunuza gelecek arkadaşınız geç mi kaldı?

Adam:

- Hayır. Sadece günümüzün en modern ürünü olan bu saati yeni satın aldım ve test ediyorum...

- En modern saat mi? Ne farkı var bu saatin?

- Benimle beyin dalgalarını kullanarak iletişim kurabiliyor.

- Simdi ne diyor?

- Sizin iç çamaşırı giymediğinizi söylüyor.

Kadın kıkırdayarak:

- Öyleyse saat arızalı olmalı. Çünkü benim iç çamaşırım var...

Adam rahat:

- Bu saat yine bir saat ileriyi gösteriyor...

Varan-4

Genç ve güzel sekreter son günlerde iyice açık saçık giyinmeye başlamış.

Özellikle yürüdüğü zaman ortaya çıkan görüntü genç patronun aklını çelecek duruma gelmiş.

Bir gün yine bu ortam oluşunca, patron kapıyı kilitlemiş ve sekretere karşısındaki koltuğa oturmasını söylemiş.

Sekreter koltuğa öyle bir oturmuş ki, genç patronun gözleri yuvasından oynamış.

Sekreterin dizlerine ellerini koyarak sormuş:

-Bu satılık mı?

Sekreter tokadı indirmiş ve buz gibi öfke dolu bir sesle:

- Elbette hayır. Siz beni ne sanıyorsunuz?

Patron hiç istifini bozmamış:

- Eğer satmayı düşünmüyorsan; reklamını da yapma...


Varan-5

Temel marangoz ama ne marangoz, mesleğinin zirvesindeyken Trabzon’a dünyanın en büyük sirki geliyor.

Çadır direğini dikmek için de usta bir marangoza ihtiyaç duyuluyor.

Arıyorlar, soruyorlar ve en iyi usta olarak Temel’i tavsiye ediyorlar.

Temel, ne iş yapılacağını öğreniyor ve marangoz takımlarını alıp, geliyor.

Direğin üstüne çıkıp, başlıyor direği yere çakmaya…

Bu sırada sirkin patronu aşağıdan temeli seyrediyor.

Derken Temel birden havada iki parende, üç salto atarak, iki ayağının üstüne, ellerini bacağının yanlarına vurarak, sağlam bir şekilde yere düşüyor.

Bunu gören patron içtiği puroyu yutuyor ve koşarak Temel’in yanına geliyor.

Aynı hareketi yapmasını ve bunun karşılığında ise çok büyük para kazanacağını anlatıyor.

Temel ise kesinlikle olmaz diyor.

Patron aynı hareket için ısrar ediyor. Hem para teklif ediyor hem de 20 yıllık ip cambazlarının bile bu hareketi yapamadığını anlatıyor. Ancak Temel kabul etmiyor.

Patron tekrar, tekrar ısrar edince; Temel kulağına eğiliyor ve:

Ula hemşerim! Benim her sefer aynı hareketi yapmam için direğin tepesinde aletin başına vurmam lazım…

Final buydu!

Gülmece bitti… Hadi şimdi yaşama devam…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/30 Haziran 2010