30 Haziran 2010 Çarşamba

İstanbul-Eyüp İlçe Milli Eğitim Müdürü koltuğun hakkını vermiş yahu…


Bu yazımda İSTANBUL’un Eyüp İlçesi Milli Eğitim Müdürlüğü’nü 4 yıldır vekaleten yürüten Güsamettin Erdoğan konusunu işlemek istiyorum.

İsmini kamuoyu ve TBMM gündemine getiren ise CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce oldu ve verdiği bir soru önergesinde şunları sordu:

-Yurtdışı gezilerinin masraflarını kim karşılıyor?

-Kaç ülkeye gitti ve kaçına resmi görevli olarak gitti?

-Başbakan Erdoğan ile akrabalık derecesi nedir?

-Gezideyken ek ders ücreti aldı mı?

-Ayrıca Eyüp’e 4 yıldır asil müdür atanmama nedeni nedir?

İlginç olan nedir, biliyor musunuz?

İstanbul’da eğitim camiasının “Amerika’dan Japonya’ya, Tayland’dan Güney Afrika’ya, İngiltere’den Bulgaristan’a 160’dan fazla ülkeyi dolaştı” dediği ve “Evliya Çelebi” lakabını taktığı Güsamettin Erdoğan’ı iddialarla ilgili aradığında ise Kapadokya’da bir gezide olduğunu öğrenildi.

Vay be! Hani derler ya ‘’Leyleği havada görmek’’… Güsamettin Beyin maşallahı var!

Sorunun birine Sayın Güsamettin Erdoğan hemen yanıt veriyor ve ne mi diyor?

-Sayın Başbakan akrabamdır. Kendisiyle, akraba olmaktan gurur duyuyorum.

Güzel! Gerisi laf-ı güzaftır…

Farkında mısınız acaba? Sayın Başbakan Erdoğan da çok geziyor. 8 yıllık Başbakanlığı süresince, gelmiş-geçmiş tüm başbakanlar arasında uzak ara birinci olmuştur ve herhalde tüm rekorları egale etmiştir…

Niye bunları söyledim?

Eyüp İlçe Milli Eğitim Müdür Vekili Sayın Güsamettin Erdoğan da 4 yıl süresince 160 ülkeyi dolaşmış ya… Hani Sayın Başbakan Erdoğan’ın akrabasıymış ya…

Erdoğanlar sülalesi acaba gezginci bir ruha ve genlere mi sahipler?

Şimdi gelelim Sayın Güsamettin Beyin durumuna… 4 yıl ne eder? Ortalama 1460 gün yapar. 1460 bölü 160 ne eder? Yaklaşık 9 yapar. Bu hesapla İstanbul/Eyüp İlçe Milli Eğitim Müdür Vekili Sayın Güsamettin Erdoğan her 9 günde 1 kez seyahate çıkmış.

Yahu Sayın Güsamettin Erdoğan, Milli Eğitim Müdürlüğü koltuğuna doğru dürüst bile oturamamış arkadaş…

Bir de kalkıp kızıyorlar, eleştiriyorlar… Çok ayıp çok!...

Eyüp İlçesinde muhtelif okullarda görev yapan öğretmenlere sormak isterim.

Neyi mi?

Yahu öğretmenim! Siz başınızdaki amiri hiç gördünüz mü?

Muhtemelen alacağım yanıt ‘’hayır’’ olacaktır. Çünkü her 9 günde 1 seyahate çıkan müdürü kim, nerede bulsun…

İyi de memur kadrosunda çalışan Sayın Güsamettin Bey, nasıl bu kadar çok sık ve uzun izinleri alabildi acaba?

Niye bunu soruyorum? Çünkü Sayın Güsamettin Beyin verdiği yanıtta bakın ne diyor?

Devletten para almadık. Masrafı kendim karşıladım. Dünya küçük, ulaşılamayacak yer yok. 18 günlük Uzakdoğu gezisi için bin 300 Euro ödedim.

Memur kanun ve yönetmenliğine göre görevlendirme yazısı almadığın müddetçe hadi ben Singapur’a gidiyorum diyemezseniz ki…

Üst düzey bürokrat iseniz önce görevlendirme yazısı alırsanız sonra hem uçak bilet ücretlerini, hem konaklama, hem de günlük harcırah alırsınız…
Böylece geziniz bedavaya gelir…

Yok, ben özel gittim derseniz; kocaman yalan olur.

Çünkü hem bu kadar sık aralıklarla izin alamazsınız, hem de cüzdanınıza para bulamazsınız…

İşin özü Sayın Müdürümüz hem dünyayı hem de Türkiye’yi gezmiş-tozmuş, iyi de etmiş…

Vatanımıza, milletimize hayırlı uğurlu olsun!

Bu olay ne ilk, ne de son olacaktır…

Not: Özel işlerim dolayısıyla 1 haftalık aradan sonra yeniden yazmaya başladım…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/30 Haziran 2010

23 Haziran 2010 Çarşamba

MİT Müsteşarı Hakan Fidan konusu…


Geçen ay MİT Müsteşarlığına atanan Hakan Fidan konusunu birçok yazar-çizer ele aldı. Kimisi yanlış bir karar, kimisi doğru bir karar diye bu atamayı değerlendirdi.

Aslında yazmak istemediğim bir mevzuuydu. Çünkü zaman tanıyıp, icraatını görmek isterdim. Ancak Habertürk Kanalında ‘’Sansürsüz’’ programında, Emekli Tümgeneral Haldun Solmaztürk’ün ifadelerini duyunca; ben de görüş belirtme gereksinimi duydum.

Ne dedi Sayın Haldun Bey?

Özet olarak MİT Müsteşarlığına atanacak kişilerin; devleti tanıyabilen, kurumlar arası diyalog kurabilen, inisiyatif kullanabilen olması gerekliliğini söyledi. Bu ve buna benzer ifadelerden anladım ki Hakan Beyin bu vasıfları ya yetersiz ya da tam olmadığı meali çıkıyorum.

Güzel!

Önce Hakan Fidan Bey kimmiş, kısaca ona bakalım önce:

Dr. Hakan Fidan, 1968 yılında Ankara'da doğdu. University of Maryland University College'den Yönetim ve Siyaset Bilimi üzerine lisans dereceleri alan Fidan, Bilkent Üniversitesinde uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans ve doktora yaptı.

Fidan, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (Viyana), Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Enstitüsü (Cenevre) ve Verification Technologies Research Center (Londra) da akademik araştırmalarda bulundu. Hacettepe ve Bilkent üniversitelerinde dersler veren Fidan, 1986-2001 yılları arasında 15 yıl süreyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde Astsubay olarak görev yaptı. Almanya'daki NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu Karargahı'nda yurt dışı görevinde bulunan Fidan, 2001-2003 yılları arasında Avustralya Büyükelçiliği'nde Kıdemli Siyasi ve Ekonomik Danışman olarak çalıştı.

Hakan Fidan, 2003-2007 yılları arasında Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi (TİKA) Başkanlığı görevini yürüttü, 14 Kasım 2007 tarihinde Başbakanlık Müsteşar Yardımcılığı'na atandı.

Kasım 2008'de Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Yönetim Kurulu üyeliğine atanan Dr. Fidan, 8 Mart 2008 tarihinde Uluslararası Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Üyeliğine getirildi.

Geçmiş durumu budur! Maşallah biyografisi tam anlamıyla fırtına gibidir.

Gelelim itiraz edenlerin odak noktasına…

Hakan Bey, 2001 yılından itibaren müthiş bir kariyer yükselişi yaşamış. Neredeyse yapmadığı görev kalmamış.

Ancak itiraz edenlerin nazarında bir kusuru vardır. 15 yıl süreyle Astsubay olarak TSK’da görev yapmış olmasıdır.

İtiraz edenlerin esas karın ağrısı budur bence…

Yahu bu kuruma emekli korgeneraller gelirken, emekli büyükelçiler gelirken, Astsubaylıktan sonra kariyerine zirve yaptıran birisi nasıl gelir?

Sindirim güçlüğü bence bundan kaynaklanıyor…

Eleştirmek ya da övmek için mukayeseye gereksinim vardır. Eski görev yapanları ve başarılarını bir cenaha koyarsın, Hakan Beyin icraatlarıyla başarı ya da başarısızlığını bir kenara koyarsın. Sonra eleştiri ya da övgü yaparsın. Ama atanalı daha dün bir bugün iki… Hele bekleyin bakalım, ne olacak, ne bitecek, değil mi?...
Hoş bu verileri de bulmak zordur ya… Çünkü doğası gereği gizli olan kurumun neler yaptığını, hangi başarılara imza attığını da bilemeyiz herhalde…

Benim tahmini düşüncem ise MİT’in soğuk savaş dönemi yapılanmasından bir türlü kurtulamadığı, operasyonel ve proaktif yapıya kavuşamadığı kanaatindeyim.

ABD ve İsrail yetkilerinin yeni MİT Müsteşarından agnostik kaygısı taşıdıklarını ifade ettiler. Bu bile atamanın ne kadar doğru ve yerinde olduğunu kanıtlıyor bence… Çünkü bu ülkeler için eğer MİT’in başına bir emekli general ya da büyükelçi atansaydı; öngörü ya da tahmin yapmaları daha kolaydı.

Neyse sonuç olarak bekleyeceğiz ve göreceğiz…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/23 Haziran 2010

22 Haziran 2010 Salı

Burdur İli Bucak İlçesi Eğitim-Sen Şubesinin dayanışma ve kaynaşma yemeği…







Eğitim-Sen tarafından Bucak Öğretmenevi’nde düzenlenen yemek; sendika üyesi öğretmenlerin yoğun katılımıyla geçmiştir.

Eğitim-Sen Burdur Şubesi Başkanı ve Bucak CHP İlçe Yönetimi manevi destek olmak amacıyla yemeğe iştirak etmiştir.

Müzik eşliğinden yenilen yemek sonrası Bucak Eğitim-Sen Başkanı Yusuf Özcan bir konuşma yapmıştır. En çapıcı ifadesi şudur:
Bucak’ta Eğitim-Sen’li olmak başlı başına bir devrimdir.

Daha sonra emekli olan öğretmenlerimize plaket verilmiştir, bazı öğretmelerimize de yeni üye olması nedeniyle rozet takılmıştır.

Buraya kadar ne eksik ne de fazla klasik haber niteliğindedir.

Gelelim benim izlenimlerime…

Eğitim-Sen üyesi bazı öğretmenlerimizin, Bucak Öğretmenevi’nde alkollü içecek servis yasağını protesto etme adına yanlarında getirdikleri alkollü içecekleri kendi kendilerine servis etmişlerdir. Şahsen benim de bu protestoyu haklı bulduğumu söyleyebilirim.

Eğitim-Sen üyesi öğretmenlerimizin, özgüveni ve umutları artmış olarak, yoğun katılıma tanık olmamı son dönemde yaşanan gelişmelere bağlıyorum.

Eğitim-Sen üyesi bazı öğretmenlerimizle girdiğim diyaloglarda, 160 üyeden 80 üyeye düşmelerine rağmen geleceğe daha umutlu bakmalarını çok değerli buluyorum. Gelecekte Eğitim-Sen üyesi öğretmenlerimizin sayısı hızla artacağını düşünüyorum.

Son olarak; Eğitim-Sen Üyesi Öğretmenlerimizin bu dayanışma ve kaynaşma yemeğini yürekten kutluyorum.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/22 Haziran 2010

14 Haziran 2010 Pazartesi

Türkiye’de Eğitim-Öğretimin Sorunları Ve Çözümleri…


Önce haberi aynen aktarıyorum.

ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, yüzde 99’unun çok rahat çözebileceği soruları yarım milyonu aşkın gencin çözememesine üzüldüğünü söylemiş.

“Bir iki yıl önce üniversiteye giriş sınavında 80 - (12 + 3 + 8) = ? diye bir soru sorulmuş.

Şimdi bu soruya baktığınızda ne düşünürsünüz?

‘Çocuklar bunu yapar’ dersiniz.

Oysa bu soruya 600 bin öğrenci cevap verememiş.

Neden cevaplamamışlar, neden yapamıyorlar?

Hepsi bu kadardır.

Gelelim nedenlerine...

ÖSYM’ye giren bir öğrenci, 8 yıl temel ve zorunlu eğitim-öğretim görüyor. Sonra 4 yıl süreyle lise seviyesinde okula gidiyor. Ve Üniversite sınavına giriyor, yukarıdaki soruyu yapamıyor.

Bu durum karşısında; ben olsam öncelikle 600 bin öğrenciyi mezun eden okulları ve öğretmenleri mercek altına alırım ve sorarım:

Yahu bu öğrencileri nasıl mezun ettiniz?

Bu arada ÖSYM Başkanı ilave ne diyor?

Biz çok basit, yüzde 100 hepsi cevap verir diye ‘Cumhuriyet kaç yılında ilan edildi?’ gibi soruları sınavlarda sormuyoruz. Sorsak bile artık kuşkuluyum.

Bence devlet okullarını hemen kapatalım. Özel dersler, özel dershaneler, özel okullar eğitim-öğretim sorununu çözsün artık.

Soruları bilemeyen 600 bin gencin, yüzde 60’nı batı kentlerinin varoşlarında, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinde okuyan çocuklarımız olduğu kanaatindeyim. Geri kalan yüzde 40’ı ise özel ders, özel dershane, özel okul için yeterli parası olmayan ailelerin çocukları olduğunu düşünüyorum.

Zaten bu 600 bin genci liseye sokan eğitim zihniyeti marazdır ya da sakattır… Çünkü bu çocukların üretime yönelik meslek okullarında okuması gerekmez mi?

Bence düz liseler derhal kapatılmalıdır. Bu liselerden mezun olanlarla sağlam 8 yıllık temel eğitim-öğretim görmüş çocuklarla aynı seviyededir… Böylece boşuna 4 yıl kaybediyorlar…
Sadece Fen Liseleri kalmalıdır ve Türkiye’nin akademik personeli için kaynak sağlamalıdır. Diğer tüm liseler meslek lisesi olmalıdır.
Özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da bulunan tüm liseler meslek Lisesi haline dönüştürülmelidir. Liseden mezun olup işsiz kalacağına, meslek lisesinden mezun olup meslek sahibi işsiz kalması çok daha rasyoneldir.

Endüstri Meslek Lisesinin alanları aşağıdadır…
ALT YAPI
KALIP
AYAKKABICILI
KİMYA
BİLGİSAYAR (Yazılım)
KONFEKSİYON MAK. BAKIM VE ONARIM
BİLGİSYAR (Donanım)
KONFEKSİYON
BASKI (TİPO-OFSET)
KONTROL VE ENSTÜMANTASYON TEKNO.
BİLGİSAYARLI NÜMERİK KONTROL ( CNC)
KUYUMCULUK
BOYA-APRE
KÜTÜPHANECİLİK
BOYA TEKNOLOJİSİ
LASTİK TEKNOLOJİSİ
CİLT ve SERİGRAFİ
MAKİNE
ÇAY TEKNOLOJİSİ
MAKİNE RESSAMLIĞI
ÇİNİCİLİK VE SERAMİK (Dekorlama)
MATBAA
ÇİNİCİLİK VE SERAMİK (Şekillendirme)
MERMER TEKNOLOJİSİ (Süsleme Taşcılığı)
DEKORATİF SANATLAR
METAL İŞLERİ
DERİ KONFEKSİYON
MİKROTEKNİK
DERİ TEKNOLOJİSİ
MOBİLYA VE DEKORASYON
DİZGİ
MODEL
DOKUMA
MOTOR
DÖKÜM
ÖRME TEKNOLOJİSİ
DÖŞEMECİLİK
PLASTİK İŞLEME
ELEKTRİK
PROSES
ELEKTRONİK
REPRODÜKSİYON VE KLİŞE
ELEKTRO MEKANİK TAŞIYICILAR
RESTORASYON
ENDÜSTRİYEL ELEKTRONİK
SANAYİ BOYA. UYGULAMA TEKNO.
GIDA TEKNOLOJİSİ
SOĞUTMA VE İKLİMLENDİRME
GRAFİK
SU ÜRÜNLERİ
HARİTA VE KADASTRO
TELEKOMÜNİKASYON
HİDROLİK PNOMATİK TEKNOLOJİSİ
TESİSAT TEKNOLOJİSİ ( Isıtma-Doğalgaz)
İNŞAAT (ÜST YAPI)
TESİSAT TEKNOLOJİSİ ( Isıtma-Sıhhi Tesisat)
İPLİK
TESVİYE
İŞ MAKİNALARI ( Bakım Onarım)
TIP ELEKTRONİĞİ
İŞ MAKİNALARI ( Operatörlük)
YAPI
İZABE
YAPI RESSAMLIĞI

Düz lise yerine bu bölümlerin birinden mezun olan gençlerimizin kollarında birer altın bilezik olmaz mı? Yapsın veya yapmasın ama mesleksiz 18 yaşında hiçbir gencimiz kalmasın…

Toparlarsak; artık düz liseye giden öğrencilerimizin üniversite hayaliyle ya da kandırmasıyla özel dershaneler tarafından sömürülmesi son bulacaktır.

Ayrıca 2 milyona yakın gencimiz üniversitede okuma saçmalığına kurban edilmeyecektir.

Benden bu kadardır. Hatalarıyla, yanlışlarıyla bilgim ve tecrübelerim bana bunları ifade etmemi sağladı.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/15 Haziran 2010

13 Haziran 2010 Pazar

Grup Yorum Konseri, İnönü Stadyumu ve 55 bin kişi…


Bu akşam 19.00 Kanal-D Ana Haber Bülteninde 3-5 dakika süreyle izledim…

Neyi mi?

Grup Yorum’un 25 nci yıl şerefine düzenlenen müthiş konserini…

Tuncel Kurtiz vardı, Suavi vardı,

Başka kimler vardı?

Ruhi Su Dostlar Korusu vardı, Yasemin Göksu vardı, Ali Primera vardı, Nejat Yavaşoğulları vardı, Zeynel Aba vardı, Ali Ekber Eren vardı, Sevcan Orhan vardı, İbrahim Karaca vardı, Erdal Bayrakoğlu vardı…

Sola gönül vermiş 55 bin kişinin mutluluk içinde bir gece yaşamaları bir yana bunu ifade edebilmeleri, kendilerini gösterebilmeleri, sol kollarını daha kuvvetli havaya kaldırabilmeleri kısaca özgüveni geri gelmiş insanları izledim…

Peki, bu konserden çıkarabileceğim izlenimim nedir?

Bir kere çok hoşuma gitti…

Neden?

1 Mayıs İşçi Bayramı buluşmasından sonra bu konser de kanıtlıyor ki sol cenah artık vakumlanmış kavanozdan çıkmıştır…

1980 askeri darbesinin yaktığı sol cenah; 30 yıl sonra bence küllerinden yeniden doğdu…

Hani derler ya, benim çocuk okur, okur ama döndürür, döndürür aynı kitabı okur… 30 yıldır ülkemizi hep ‘’muhafazakar sağ’’ iktidarları yönetti.
Artık en geç 2011 yılında sol cenahtan ‘’sosyal demokrat’’ bir iktidara Türkiye hazırdır…

3-5 dakikalık haber izleme sonrası bendeki izdüşümü böyle bir yazıya yansıyabildi. Çok bile değil mi?

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/13 Haziran 2010

12 Haziran 2010 Cumartesi

CHP Burdur Genişletilmiş Danışma Kurulu Toplantısı…








Önce toplantı gündem maddelerini veriyorum:

-CHP Burdur İl Başkanı Süleyman Erman, CHP Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan, CHP Isparta Milletvekili-Parti Meclisi Üyesi Mevlüt Çoşkuner, CHP Parti Meclisi Üyesi-MYK Üyesi-Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran konuşmaları…

-Yeni katılımlara CHP rozeti takılması,

-Parti İçi sorunların ele alındığı genişletilmiş divan kurulu toplantısı (Basına kapalı olunca elbette ben de katılmama rağmen kapalı tutuyorum.)

Tamam, buraya kadar resmi bilgileri aldınız. Zaten bu haberi, medyanın geniş kesiminde okuyabilirsiniz.

Şimdide gelelim benim şahsi izlenimlerime… Yazı işinin ve siyasetle uğraşmamın tadı burada yatıyor velhasıl…

Bucak İlçesinden yeni katılacaklarla beraber 3 minibüs, 6 özel araç saat 12.00 civarında yola çıktık. Burdur girişinde durduk ve Umut Oran Beyi karşıladık. Tokalaştık ve tanıştık…

Sıra bana gelince: Yönetim kurulu üyemiz diye takdim edildi. Ben hemen ekleme yaptım. Milliyet Blog Yazarıyım ve bugün sizi de yazacağım…

Sonra toplantının yapılacağı Burdur Öğretmenevine geçtik. Partili, partisiz vatandaşların kalabalık görüntüsü dikkat çekiciydi.

Bucak’tan, Yeşilova’dan, Burdur’dan işadamları, muhtarlar, üniversite öğrencileri, kadınlar ve esnaflar gibi farklı toplum tabakalarından yoğun yeni üye kayıtları yapıldığı ve rozet takıldığı gözümden kaçmadı.

Yeni katılan bazı vatandaşlarının mikrofondan söylediği ilginç ifadeleri şunlardır:

-Bu kadar güzel insanları, güzel günleri görmemesi ahmaklık olur artık…

-45 Milyar Dolar tarım ürünleri ihraç eden Hollanda orada dururken; nohut ve mercimekle uğraşmamalıyız…

-Eğer bilimsel ve modern tarım yapabilirsek; sadece Muş Ovası bile Türkiye’yi besler…

Sıra Umut-Oran Bey geldi. Deniz Baykal’a karşı CHP Genel Başkanlığına aday olan Umut Oran Bey, genç ve dinamiktir. Siyaset böyle bir şey işte… Umut Bey, daha 22 Mayıs’a kadar sıradan bir partili iken bir anda Genel Başkan Yardımcısı oldu…
2 Milletvekilimiz daha sıradan konuştu ama Umut Bey daha akademik konuştu.

Özet olarak neler mi dedi Umut Bey?...

-Çok zor bir süreçten geçiyoruz. Korkunç bir komplo tehdidiyle karşı karşıya kaldık ama değişimi yaptık ve mükemmel iktidar fırsatı yakaladık…

-Ülkenin tüketim ekonomisine dönüştüğünü, üretimin yerlerde süründüğünü… Rant ve tüketim ekonomisinden mutlaka üretim ve bölüşüm ekonomisine dönüştürmek zorunda olduğumuzu…

-AKP’nin 8 yılda ne adaleti ne kalkınmayı gerçekleştiremediğini,

-AKP’nin 8 yılda kontrolsüz ve korkunç güç haline geldiğini,

-CHP ise yerele önem veren, yerelle beslenen yeni bir siyasi seçenek olarak halka sunulduğunu,

-Tüm ülke sathında yaşanan yoğun katılımların desteğiyle, sakin güç Kılıçdaoğlu’nun önderliğinde halkla buluşmaya ve iktidara koşmaya devam ediyoruz…

Toplantı neyi gösterdi bana?

CHP Organizması daha canlı, daha kıpırdak hale dönüştüğünü

Kılıçdaroğlu rüzgarının hala esmeye devam ettiğini, büyük olasıkla seçimlere kadar devam edeceğini söyleyebilirim…

Değişim A-Takımı iyi çalışıyor ve CHP’yi daha üst noktaya taşımaya kararlı görünüyor…

Benden bu kadar artık…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/12 Haziran 2010

11 Haziran 2010 Cuma

Türk Eğitim-Sen Bucak Şubesi Pilav Günü…





Türk Eğitim-Sen Bucak Şubesince Bucak Anadolu Lisesi bahçesinde pilav günü düzenledi. CHP Bucak İlçe Yönetimini temsilen ben Ömer Özdamar, CHP Bucak İlçe Başkanı Recep Mutlucan ve Bahtiyar Sayın, sendikanın resmi davetine icabet ettik…

Yemek öncesi Burdur Türk Eğitim-Sen Başkanı Orhan Akın bir konuşma yaptı. Sonra pilav üstü dönerlerimiz servis edildi. Masamızda bulunan DHA muhabiri Halim Akça ile hem yedik hem de sohbet ettik… Bir süre sonra etkinliği düzenleyenlere teşekkür ettik ve gittik…

Gelelim izlenimlerime…

Bucak’ta görev yapan ve Türk Eğitim-Sen üyesi öğretmenlerin yoğun katılımı hoşuma gitti.

Neden mi?

AKP’nin yapabileceği tayin korkusunu rağmen cesurca böyle bir etkinlikte yer almaları en azından benden bir alkışı hak ettiler…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/Burdur-Bucak/11 Haziran 2010

8 Haziran 2010 Salı

Burdur İli Bucak İlçesi Yerel Basın sınıfta kaldı… Kanal-15 Televizyonu ve Ses-15 Gazetesi…


Yaşamım boyunca yanlış bildiğim ya da hatalı algıladığım konuyu hep seslendirdim… Asla köre, sağıra, dilsize yatmadım… Yine öyle yapacağım…

Konu ne derseniz?

Yerel basının halkı bilgilendirme gerçeğinden sapmasıdır…

Nasıl mı?

Geçtiğimiz haftada bir haber çıktı. Ulusal bazda yayınlanan neredeyse tüm gazetelerin kimisi ilk sayfada, kimisi bölge ekinde, kimisi 2 nci sayfada bu haberi yayınladı. Hele internet medyasında 100’lerce site bu haberi okuyucularına ulaştırdı. Ve böylece tüm Türkiye’yi bilgilendirdi.

Haber konusu ise özetle; BURDUR'un Bucak İlçesi'nde çantaya yerleştirdiği kamera ile pazarda alışveriş yapan kadınların etek altı görüntülerini çektiği iddia edilen imam 31 yaşındaki M.H.Ç., kaymakamlık tarafından açığa alınmasıdır.

Bizzat sordum ve öğrendim. Ne yazık ki bu haberi, haberin geçtiği Bucak İlçesinin ne yerel televizyon haberlerinde, ne de günlük yerel gazetesinde haber değeri bulamamıştır.

Şimdi ağzımdaki baklayı çıkarıyorum. Haberin kahramanı imam olduğu için oto-sansür uygulanmıştır. Aslında tavır, kafasını kuma gömen deve koşu pozisyonundan farklı değildir.

Neden mi?

Yahu ulusal basında çıkmasa bu anlayışı zımnen de olsa kabul edebilirim. Ancak Bucak mücavir alanı içinde geçen bir haberi bütün Türkiye hatta dünya okumuş, ama bizim yerel basın saklamış ve Bucaklı vatandaşları bilgilendirmemiş…

Bu anlayış ne gazetecilik etiğine sığar, ne habercilik anlayışına, ne de bilgilendirme hakkına riayet olur.

Yazık oldu! Ve Bucak Yerel Basını sınıfta kaldı!

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/08 Haziran 2010/Bucak-Burdur

7 Haziran 2010 Pazartesi

Türkiye’nin rakamlarla mukayesesi ve gerçek resmi…


Elime bir mail geçti. Muhtemelen son yıllara dayanan bazı rakamlar verilmiştir. Eksik ya da fazlalık opsiyonunu saklı tutmak kaydıyla önce rakamları paylaşmak, sonra diğer ülkelerle mukayese yapmak ve bir sentez çıkarmak amacındayım…

İşte verilen ilginç rakamlar:

Türkiye'de kaç okul var? Yanıt takriben 67. 000 (67 bin)

Kaç hastane var? 1. 220 (bin 220)

Kaç sağlık ocağı var? 6.300 (6 bin 300)

Peki kaç cami var? 85.000 (85 bin)

Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.

Peki, kaç kilise var? 270

Kaç cemevi var? 100

Türkiye'de kaç doktor var? 77.000

Peki, kaç din görevlisi var? 90.000

Türkiye'de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din görevlisi düşüyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütçesi ne kadar? 1.3 katrilyon olup 8 bakanlığın bütçesine eşittir. 22 üniversitenin toplam bütçesine denktir.

Neyse şimdi de bu rakamları başka ülkelerle mukayese etmek istiyorum.

Acaba başka ülkelerde doktor sayısı kaçtır?

58 milyon nüfusa sahip İtalya’da 241.000,
60 milyon nüfusa sahip Fransa’da 203.000,
83 milyon nüfusa sahip Almanya’da 278.000,
39 milyon nüfusa sahip Arjantin’de 109.000,
75 milyon nüfusa sahip ülkemizde bu rakam sadece 103.000’dir. (Yukarıda 77 bin geçti. Demek ki artmıştır.)

İstanbul ile aynı nüfusa sahip
Belçika’da 46.000 hekim,
Yunanistan’da 48.000 hekim,
Küba’da 67.000 hekim mevcutken
İstanbul’da bu rakam sadece 21.000’dir.
Hekim başına düşen nüfus açısından Türkiye, Avrupa Bölgesinde yer alan 53 ülke içerisinde 52. sıradadır.

Ülkemizde 1000 kişiye 1,4 hekim düşmektedir. Bu rakam İsviçre’nin 1960 yılı rakamıdır.

OECD verilerine göre üye 30 ülke arasında, yine bin kişi başına düşen en az (hastane) yatak sayısı da 2.7 ile Türkiye’dir.

Akut tedavi hastane yatağı sayısı en çok Japonya’da, sonra Kore, Almanya ve Avusturya’da bulunuyor. Bu ülkelerde 1000 kişiye 6 akut tedavi yatağı düşüyor. En az yatak sayısı ise 1000 kişiye 2.5 yatak ile Meksika ve Türkiye’dir.

“Tıp Teknolojileri” bölümünde yetersiz olanağa sahip ülkelerde fiyatları dolayısıyla MR ve CT (bilgisayarlı tomografi) tarayıcılarının kişi başına en az sayıda Meksika, Macaristan ve Türkiye’de bulunduğu da kaydedildi.

Bir ülkenin gelişmişliğinin en önemli göstergesi çocuk ölüm oranlarıdır.

Her ne kadar dünyanın 18'inci büyük ekonomisi ve G20 üyesi olduğumuzla övünüyorsak da Türkiye'de 5 yaş altındaki çocuk ölüm oranları binde 61'dir.

Bu oran komşumuz Yunanistan'da binde 6'dır.

Suriye'de binde 48'dir.

Eğitime ayrılan kaynak Türkiye'de kişi başı 57 dolardır.

İleri ülkelerde bu rakam, kişi başına bin ile 5 bin dolar arasındadır.

Dünya ortalaması olan kişi başına 200 doların bile altında bulunmaktayız.

Sağlık konusunda yeterince mukayese aldık. Kafamızda artık bir fikir oluşturabiliriz…

Şimdi de dini yerler ve din görevlileri konusunda ilginç bilgileri paylaşalım… Bakalım nasıl bir sonuca ulaşırız?

Din ve devlet işlerini birbirinden ayıramayan Avrupa Birliği ülkesi Yunanistan'da, anayasa, devletin Ortodoks karakterine açık bir vurgu yapıyor. Devlet ve kilise ilişkilerinin bir bütün olarak ele alınmasını öngören anayasa, kiliseye geniş bir özerklik alanı sağlıyor. Kilisenin ekonomik gücü ise şaşırtıcı. Örneğin Hüsnü Özyeğin'in sahibi olduğu Finansbank'ın yüzde 46 hissesini 2,7 milyar dolara alarak yeni ortağı olan National Bank of Greece'in (NBG) hissedarları arasında Yunan Ortodoks Kilisesi de var. 2004 yılı sonu itibariyle NBG'de 265 bin 729 hisseye sahip Yunan Ortodoks Kilisesi'nin bankadaki yatırımlarının 10 milyar Euro'ya ulaştığı öğrenildi.

Yunanistan'da her yeni hükümet Başpiskopos'un öncülüğünde yapılan bir yemin törenine katılıyor ve parlamentoda 'takdis' ediliyor. Bu uygulamaya Komünist Partisi (KKE) yıllardır karşı çıkıyor ve milletvekillerine bu merasim sırasında yerlerinden kalkmamaları talimatını veriyor.

Avrupa'da dikkat çeken diğer bir husus da, Katolikler başta olmak üzere dini cemaatler tarafından işletilen okulların sayısının giderek artması. Bu okullarda, devlet okullarının müfredatından bağımsız olarak din eğitimi verilebiliyor. Kiliselere ya da cemaatlere bağlı okulların oranı İrlanda'da yüzde 98, Hollanda'da yüzde 65, Belçika'da yüzde 50 ve İspanya'da yüzde 40'ı buluyor.

Yunanistan’da kilise sayısı 500 civarındadır…

Gelelim tüm bu rakamların ışığında Türkiye sentezimize…

Türkiye'de kişi başına gelir 8500 dolar dense de, bir kere bu oran AB ortalamasının çok altındadır.

Ülkemizde yaşayan 72 milyon nüfusun yaklaşık yüzde 40'ı yoksulluk sınırında olması zaten bu düşüklüğü doğruluyor.

Özerk olan Avrupa Kiliseleri, aynı devlet kontrolünde olan Diyanet İşleri gibi çok yüksek parasal mevcudiyetle topluma yön veriyorlar.

Avrupa’da kiliseler okullaşmada ne kadar yüksekse; Türkiye’de de cemaat ve tarikat okulları da o kadar artmaktadır.

Komik olan ise dini simgelerle devlet okuluna girilmez kararı alınıyor ama ortada neredeyse devlet okulu yoktur…

Sağlık meselesinde iddia ediyorum; asla Avrupa seviyesine ulaşamayız. Sakın paradan, eğitimden kaynaklı olduğunu düşünmeyin.
Neden mi?
Nüfus artışı…
Hani çok çarpıcı bir bilgi vardır.
Ülkemizde 1000 kişiye 1,4 hekim düşmektedir. Bu rakam İsviçre’nin 1960 yılı rakamıdır deniyor ya… Size tekrar iddia ediyorum 1960 yılından itibaren nüfus artış oranımız İsviçre gibi olsaydı 2010 yılında Avrupa’da en iyilerin zirvesindeydik… Onun için ne sağlık ne de eğitim sorunu Türkiye’de önümüzdeki 50 yılda çözülemez. Hele böyle en az 3 çocuk diyen iktidarların olduğu müddetçe…

Benden bu kadar sonuç yeter artık. Rakamlara bakarak herkes istediği gibi başka sonuçlar da çıkarabilir… Amacım tek verilerle değil, mukayeseli verilerle sonuçlara ulaşmaktır.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/06 Haziran 2010/Bucak-Burdur

6 Haziran 2010 Pazar

AKP’ye kızanlar CHP’ye daha yakınlar…


Bugün (05 Haziran 2010) CHP’nin halkla kucaklaşmasının uygulaması gerçekleşti.

CHP Burdur Milletvekili Sayın Ramazan Kerim Özkan, CHP Bucak İlçe Yönetim Kurulu Başkanı Recep Mutlucan başta olmak üzere Burdur ilinden ve Bucak ilçesinden partililerden oluşan 12 kişilik grup halka indi ve nabız tuttu.

Sırasıyla Burdur İli Bucak İlçesi ana cadde üzerinde bulunan bir kısım esnaf, serbest meslek erbabı ziyaret edildi, dertleri dinlenildi, karşılıklı diyaloglar gerçekleştirildi.

Davet üzerine MHP’li bir önceki Belediye Başkan Yardımcısının düğününe icabet edildi. Sayın Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan nikah şahitliğini yaptı ve çifte ömür boyu mutluluklar diledi.

Daha sonra Bucak İlçesi Kızılkaya Beldesine gidildi. Hemen meydanda bulunan kahvehanede vatandaşlarla tokalaşma ve sohbet kıvamında konuşma yapıldı. Burada CHP’li bir partilinin düğüne iştirak edildi. Sohbetler edildi, yemekler yenildi.

Parti minibüsüne binildi ve yol üzerinde bulunan Yuva Köyünün Muhtarına uğranıldı ve hem sorunları dinlenildi hem de geçmiş olsun denildi. Çünkü ineklerine kuduz bulaşmış, inekler karantinaya alınmış ve tedaviye başlanılmış. Maalesef her gün 200 litre süt boşa dökülmektedir. Tedavi sona erinceye kadar bu durum devam edecektir. İşin kötüsü ineklerin sigortası kuduz hastalığını kapsamamaktadır. Kuduz hastalığının muhtemelen tilkinin tavuğu ısırması ve o tavuğu da köpeğin yemesi sonucunda ineklere bulaştığı düşünülmektedir.

Müteakiben Bucak İlçesi Ürkütlü Beldesine geçildi. Bucak İlçesinin tek CHP’li Belediye Başkanımız ve partililer ziyaret edildi. Beldenin 2 kahvehanesinde mola verildi ve çay içildi. CHP Burdur Milletvekili Sayın Ramazan Kerim Özkan ülkenin ve toplumun hem makro hem de mikro temel sorunlarına tek tek değindi.

Takiben Bucak İlçesi Kestel Köyüne varıldı. Kahvehane ziyareti ve çay içilmesi sonrası köylülerle tek tek görüşüldü.

En son Bucak İlçesinde amansız bir hastalığa yakalanan bir partilinin evine kısa süreli geçmiş olsun ziyaret gerçekleşti.

Yaklaşık 6-7 saat süren CHP’nin halkla buluşması güle-oynaya tamamlandı.

Buraya kadar sadece haber niteliğindedir.

Şimdi gelelim benim izlenimlerime…

2009 yılı yerel seçimlerinde de halkla temasım olduğu için bugün yaşananları mukayese etmem hem çok daha kolay, hem de çok daha gerçekçi olur kanaatindeyim.

Özellikle Bucak İlçesi merkezinde AKP’ye kızanların toplanma yeri olarak Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP olduğu açık ve net gözlenmektedir.

Kimler bunlar derseniz?

Eski DP’lilerin, eski MHP’lilerin, hatta bir kısım AKP’lilerin bile Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’ye teveccüh göstermektedir. Bu duruma ilk kez tanık oluyorum.

Esnafın, serbest meslek erbabının, partili partisiz herkesin CHP heyetini daha sıcak, daha samimi, daha içten karşılaması ve misafir-perverliği izlediğim en önemli gelişmedir. Bundan 1,5 yıl önce yapılan yerel seçim kampanyasında maalesef bunları görememiştim.

İşin özü şudur: AKP’ye dolayısıyla Erdoğan’a kızanlar seçenek olarak artık Kılıçdaroğlu’nu dolayısıyla CHP’yi görmektedir.

Hem muhafazakar, hem de bir o kadar AKP yığılması görülen Burdur İli Bucak İlçesinde bile Ankara’dan esen Kılıçdaroğlu rüzgarı hissedilmektedir.

Kim ne derse desin; Türkiye’de Kılıçdaroğlu’nun önlenemez bir yükselişi vardır.

Bu siyasi teori benim şahsi düşüncemdir.

Partili olmayan ve seçmenlerin neredeyse yüzde 50-60’na tekamül eden kitle seçimlerde oy verirken cebine bakar…

Cebinde parası kalmayan seçmen babası bile olsa asla oy vermez.

Esnaflar, serbest meslek erbabı vatandaşlar, küçük ve orta ölçekli kobiler, özellikle Bağ-Kur emeklileri 2010 yılında artık ceplerindeki para ya azaldı ya da tükendi…

AKP için tehlikenin en önemli işaret fişeği budur. İnsanlar şimdiye kadar düşük faizli kredilere sanki geri ödemeyecek gibi, deliler gibi saldırdı. Bu yıllarda artık geri ödeme başlamıştır, elbette tarlasını, kamyonunu, evini, traktörünü, otomobilini kaybetmiştir. Haliyle yandım anam diyor ve Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP’ye koşuyor…

Yoksulluk ve yolsuzluk yok edilmesi ve mücadele verilmesi gereken en önemli 2 cephe olduğu aşikardır. Kılıçdaroğlu’nun verdiği tüm mesajlarda bunları vurgulaması boşuna değildir. Bir çok seçmenin sempatisi kazanılmaktadır.

Uzun lafın kısası önümüzdeki 1 yıl siyaseten çok sıcak ve çok hararetli geçeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yoktur.

2011 seçimleri, AKP için olmak ya da olmak (to be or not to be) temelinde geçeceği kesindir.

Benden bu kadar siyasi analiz yeter… Bu arada ben de çok yorulacağım galiba…

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/06 Haziran 2010/Bucak-Burdur

5 Haziran 2010 Cumartesi

SDÜ Kep atma (Mezuniyet) töreni…


Cuma günü (04 Haziran 2010) Burdur ili Bucak İlçesinden evladımın SDÜ (Süleyman Demirel Üniversitesi) mezuniyet törenine katılmak üzere Isparta’ya gittim…

Isparta Şehir Stadyumunda tören saat 19.00’da başladı ve 20.00 civarında tamamlandı. Üniversiteye adı verilen 9 ncu Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel katıldı. Sayın Cumhurbaşkanı Gül ve Sayın Başbakan Erdoğan mesajla öğrencileri kutladı.

Mutat protokol konuşmaları yapıldı ve kepler atıldı. Öğrenciler ile veliler saha içinde kucaklaştı.

Tüm bu olup-bitenler içinde zihnimde yer eden önemli noktalar ise şunlardır:

-Genç, dinamik hatta fırtına gibi bir rektör gördüm. Sayın rektör Prof. Dr. Metin Lütfi Baydar hitap ederken; çocuklarını okutan anne-babaları elleri öpülesi insanlar olarak takdim etti, Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti, yaşasın SDÜ Mezunu gençler demesiyle tüm stadyumda alkış tufanı koptu. Rektörlük süresi dolunca muhtemelen YÖK önerisiyle, Cumhurbaşkanı atamasıyla değişir gibi geliyor… Gelecekte CHP’den milletvekili adayı olursa hiç şaşırmam…

-Tüm fakültelerden toplam 12 bin mezuniyet verildiği açıklandı. İçimden tuh yandı bu çocuklar demeden geçemedim. Her 5 üniversite mezundan en az 2’sinin işsiz olduğu bu ülkede başka ne denir ki?... Sayın Başbakan Erdoğan: ‘’Her üniversite mezununa iş bulmak zorunda değiliz’’ diyorsa; bu gençler yanmasın da kim yansın!

-MHP’li Isparta Belediye Başkanının siyaseten hitabı çok zayıftı. Oysa Türkiye’nin 4 bir yanından gelmiş yurttaşlara hitap etme fırsatını böyle cılız konuşmayla ayağına gelen fırsatı geri tepmemeliydi.

-Antalya Belediye Bandosunun tören için Isparta’ya gönderilmesi dikkatimden kaçmadı.

-Görselliği, düzenliliği itibarıyla genel olarak tören organizasyonun başarılı olduğunu söyleyebilirim.

-Bayrak geçişleri sırasında görüldü ki 30’a yakın ülke bayrağı taşındı. Bu da SDÜ’nün artık uluslararası Üniversite hüviyeti kazandığına dair kuvvetli kanıt sayıldı.

Benden bu kadardır. Mezun olan ve kep fırlatan gençlerimizi yürekten kutluyorum ve umutlarının hiç bitmemesini diliyorum.

Saygı ve sevgilerimle…

Ömer Özdamar/05 Haziran 2010/Bucak-Burdur